Hamisini arayan Erdoğan kimden ne istiyor?

Hamisini arayan Erdoğan kimden ne istiyor?

Abdulmelik Ş. Bekir *

AKP-MHP iktidarının miadı doldu. Getirdikleri tek adam rejimi Türkiye’yi tüm kurum ve kurallarıyla işlevsiz hale getirdi. Bir süredir ısıtılan ve Erdoğan’ın Rusya dönüşü ifade ettiği sistemin revizeyle ihya edilmesi mümkün değil. Hem içerde hem dışarda çoklu krizler içinde sarkaç misali bir o yana bir bu yana savruluyor. Erdoğan ve ortakları, başlangıcı 31 Mart yerel seçimleri sonrası da olmakla birlikte son bir yılda bir çare arıyor. Krizlere içerden bir çare bulmak mümkün değil. Tüm güç tek elde toplanarak limitler sonuna kadar kullanıldı. Ancak sorunun gücün tek elde toplanması ve hızlı karar alınması olmadığı anlaşıldı. Aksine her kontrolden çıktı. Ekonomik, toplumsal ve siyasal anlamda yaşadığı kan kaybını durdurulamıyor.

HDP’yi baskılayarak dağıtma, muhalefetten bir partiyi yanına alma girişimleri hüsranla sonuçlandı. Son olarak Milli Görüş aktörlerinden olan Oğuzhan Asiltürk üzerinden Saadet Partisi’ni yedekleme çabaları sonuçsuz kaldı. HDP ise 27 Eylül’de açıkladığı deklarasyonla kilit olan pozisyonunu güçlendirerek son beş yıllık saldırı konseptinden güçlenerek çıktığını gösterdi. Erdoğan ve ortağı şapkadan tavşan çıkaramıyor. Toplumsal ve siyasal muhalefet karşısında sıkıştıkça hem iktidar ortağıyla hem de kendi içinde yaşadığı çözülme hızlanmaya başladı. Ancak hırslı bir lider olan Erdoğan kolay pes etmeyecek. İktidarda kalmak için her yola başvuracak. Bunun yaratacağı toplumsal kutuplaşma, yarılma ve patlamaları yönetmek için desteğe ihtiyacı var. İçerden bir çıkış imkanının kalmadığına ya da varsa dahi kendisini iktidarda tutmaya yetmediğine kanaat getirmiş durumda.

Bu temelde yönünü dışarıya çevirdi. Bir umut hegemon güçlerin kapısını çalma, destek bulma ve hamiliğini isteme seferlerine çıktı. ABD ve Rusya’ya Eylül ayı içinde yapılan ziyaretler içerde yaşanan çözülmenin ve buna bir çare bulmamanın bir sonucu olarak açığa çıktı. Erdoğan hala elinde yetki varken yaklaşan kara kışta kendisini koruyacak, destekleyecek ve en nihayetinde kurtaracak bir hami arıyor. Bunun için siyaset ve diplomasi sanatı, adabı ve ahlakıyla uyuşmayan her yola başvuruyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu öncesi ABD Başkanı Biden salgını gerekçe göstererek devlet başkanlarının New York’a gelmemesini tercih ettiğini açıkladı. Birçok ülke bu çağrıya binaen ABD’ye gitmedi. Ancak Erdoğan, Biden ile bir görüşme ayarlanabileceği umuduyla tam tekmil New York’a uçtu. Tüm çabalarına rağmen Biden ile görüşmeden geri dönmek zorunda kaldı. Dönüşte de, ABD ve Biden’a veryansın eden açıklamalarda bulundu.

Hem basına hem de Erdoğan’ın açıklamalarına yansıyan bilgilere bakıldığında baş başa bir görüşme için her kapı çalınmış. Diplomatik misyonlar ve iş dünyası harekete geçirilmiş ve hatta farklı ülkelerin lobileri grupları devreye konulmuş. Netice almayınca Erdoğan rencide olmuş halde daha New York’ta iken Rusya kartını masaya sürdü. Putin ile baş başa görüşeceğini açıklayarak Biden’a, “sen istemezsen Putin’e giderim” mesajını verdi. Böylece yaşanan hezimetin üstü örtülmeye çalışıldı. Tekel medyası da ABD’de yaşanan hüzünlü seferden ziyade Soçi seferinin tarihi anlam ve önemini köpürtmeye çalıştı. Ne var ki Soçi’den de Erdoğan muradına ermedi. Kimi konularda anlaşmalara varılsa da Erdoğan’ın asıl istediği konuda Putin’den garanti alamadı.

Peki Erdoğan’ın Biden ve Putin’den istediği asıl talep nedir?

Uzatmadan sorunun cevabını verelim. Koruma isteniyor. Kara kış öncesi vereceği tavizler karşılığında kendisini destekleyecek ve koruyacak bir hami istiyor. İktidarını korumak için güvence talep ediyor. Yarın, öbür gün iktidarını korumaya çalışırken uygulayacağı yöntemleri sorgulamaksızın arkasında duran, ekonomik, askeri ve siyasi destek veren bir ortak. Nasıl bir hamilik istediği merak edilebilir. Bunun için çok uzağa gitmeye gerek yok. Venezuela gibi sallantıda olan bir çok iktidara Rusya’ın desteğinin nasıl bir güvence ve hamilik olduğu sıralanabilir ancak en yakın örnek Beşar Esad’ın durumudur. Suriye harabeye dönmesine rağmen Rusya’ın hamiliği sayesinde iktidarını korudu.

Dolayısıyla ziyaretlerin ve ziyaret girişimlerinin ajandası öyle yansıtıldığı ve sanıldığı gibi kamusal değil, önemli oranda Erdoğan’ın kendisi ve iktidarıyla ilgiliydi. Kuşkusuz Libya, Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’nun çatışmalı bölgeleri, ekonomik ve askeri konular da ajandanın bir parçasıydı. Ancak bunlar karşı taraf için öncelikli ve esas konuyken Erdoğan açısından kişisel iktidarı için verilecek kozlardı. Erdoğan hala elinde süper yetkiler varken, iktidarının geleceğini garantilemek istiyor. Mevcut yetkileri ve konumu bunu yapmaya cevaz da veriyor. İstediği tavizi verebilir ve bunu denetleyecek herhangi bir kurum yok Türkiye’de. Tek başına görüşmede ısrarın nedeni de önemli oranda budur.

Erdoğan istediğini aldı mı?

Şimdiye kadar ki girişimlerinden istediğini alamadı. Biden yönetimi seçildiği günden beri Erdoğan ile görüşmekten kaçınıyor. Bunun ülke olarak Türkiye yönelik bir tutum olmaktan ziyade Erdoğan’ın kişiliği, iktidarı ve siyaset yapma tarzıyla ilgili olduğu açık. İçeride pazarlanacak bir fotoğraf karesi içinde dahil görülmek istemediği anlaşılıyor. Önümüzdeki haftalarda G20 zirvesinde Erdoğan ile bir görüşme yapacak. Ancak bu Erdoğan’ın istediklerini alacağı anlamına gelmiyor. ABD’de Erdoğan’a yönelik oluşmuş tepki azalmak bir yana giderek artıyor. Putin ile olan durum bir az daha farklı olsa da Erdoğan’ın istediğini aldığını söylemek mümkün değildir. Ekonomi işbirliğinden tutalım, siyasi ve askeri konulara kadar Rusya kazanan Erdoğan ise sürekli bazı konuların ertelemesi karşılığında taviz veren pozisyondadır.

Neden istediğini alamıyor?

Normalde Erdoğan’ın şu an içinde bulunduğu siyasi pozisyonu muhatapları açısından oldukça elverişli. İçerde ve dışarda birçok krizle boğuşuyor. Her türlü tavizi müsait ve açık. Tüm yetkileri elinde bulundurduğu için tavizleri vermeye de muktedir. Üstelik kendi isteğiyle muhataplarının ayağına gidiyor, kendisi talepte bulunuyor. Uluslararası siyaset ve diplomasi yönünde kaçırılmaması gereken bir fırsat. Buna rağmen Erdoğan talep ettiği desteği ve hamiliği alamıyor. Nedeni ise çok basit. Erdoğan çok zayıf. İktidarı ciddi anlamda sallantıda. Gelecek vaat etmiyor. Hiç kimse de kaybeden ata oynamak niyetinde değil. Zira bu yolun sonunun kayıpla neticeleneceği aşikar. Belirsizliğe yatırım yapmak istemiyorlar.

Biden olsun Putin olsun artık Erdoğan’ın karşısına oturan tüm liderlerin bir gözü Erdoğan’da diğer gözü Erdoğan sonrasındadır. Yapacakları anlaşmaların muhasebesini yaparak karar veriyorlar ve Erdoğan’a yatırımı ölü yatırım olarak değerlendiriyorlar. Erdoğan’a hamilik yapmaya dayalı oldukça külfetli olabilecek uzun vadeli ilişki ve anlaşmalardan ziyade mevcut zayıf konumundan yararlanarak kısa vadeli tavizleri daha fazla tercih etme eğilimindedir. Somut kısa vadeli tavizleri geleceği belli olmayan büyük tavizlere ve anlaşmalara kurban etmiyorlar. Küçük ölçekli ülkelerin hamiliğini üstlenmek hegemon güçler açısından anlamlı sonuçları var, ancak Türkiye gibi orta ölçekli bir ülkede iktidar hamiliği yapmanın siyasi, askeri ve ekonomik gücü oldukça fazla olabilir. ABD Afganistan ve Irak’ta Rusya ise Suriye’de bunu yaşadı, yaşıyor.

Dolayısıyla iktidarı çözülme içinde olan bir iktidara maliyetli bir yatırım yapmaları realist görmüyorlar. Hamiliği kabul etmeleri bundandır. Erdoğan’ın kişisel iktidarına dayalı herhangi bir anlaşmanın geleceğinin olmadığı, gelen iktidar tarafından ilga edileceği seçeneğini göz önünde bulundurmamaları mümkün değildir. ABD de Rusya da artık Erdoğan dışı iktidar seçeneklerini göz önünde bulundurduğuna şüphe yoktur. Bu yönüyle gerek hegemon gerekse bölgesel güçler köşeye sıkışan Erdoğan’dan kısa vadeli koparabildikleri kadar taviz koparacaklardır. Nitekim şu an yaşanan da tamı tamına budur. İçerde kaybederken herkese kaybettirme stratejisi ya da benden sonrası tufan süreci de denilebilir.


* İstanbul Üniversitesi’nin İletişim Fakültesi’nde gazetecilik ve Fen Edebiyatı Fakültesi’nde ise Hititoloji okudu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1999’da başladığı gazetecilik çalışmalarında Azadiya Welat, Özgür Gündem ve Dicle Haber Ajansı’nda dış politika, kültür ve dil, siyaset üzerine yazı ve analizleri yayımlandı. 2016’dan bu yana Gazete Karınca’da düzenli yazıları yayımlanmaktadır.