Mehmet Nuri Özdemir
CHP lideri Kılıçdaroğlu da seçim sathı mailinde, Diyarbakır seçmenine ve sembolik olarak Diyarbakır’ı eksene alıp Kürt seçmene bir gönderme yaparak “Demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” dedi ve diyenlerin kervanına katılmış oldu.
Birçok düzen siyasetçisi aynı söz öbeği ile olmasa da benzer bağlamları içerecek şekilde organize edilen stratejik söylemlerle hem seçimlere bir ön hazırlık hem de sözüm ona Kürt meselesinin çözümüne gönderme yaptılar. Bunun tarihine girmeye gerek yok; çünkü biraz ilgili olan herkesin hafızasında bu tür bir söylem bohçası vardır.
Yakın zamanda seçimler var ve HDP kilit parti. Her iki blok da matematiksel olarak HDP’nin desteğini almadan seçimleri kazanamıyor. HDP’nin omurgasını ise Kürt seçmenin oyları oluşturuyor; dolayısıyla HDP ile ilişki kurmak yetmiyor; bir şekilde Kürt seçmene de sözü iletmek gerekiyor; haliyle önümüzdeki seçimlerde Kürt seçmenlerin yapacağı tercihler seçimlerde çok belirleyici olacak.
Haliyle bir taraftan İmralı göndermeleri diğer taraftan sürekli Diyarbakır’ı teğet geçen demokrasi söylemi yeniden siyasetin gündemine girdi.
Bir toplum ile veya etnik bir kimlik ile politik bir temas veya iletişim kurulmak istendiğinde genellikle o toplumun en hassas olduğu meseleleri içerecek şekilde sözler kullanılır. Bu doğru bir taktiktir; ama sadece taktik olarak kalırsa ve sırtını rasyonel bir stratejiye dayamazsa başarısız olur. En azından bunu Kürt Meselesi için rahatlıkla söyleyebiliriz.
Diyarbakır’ın en hassas olduğu mesele de elbette Kürt Meselesi ve bağlantılı olarak ülkedeki demokrasi sorunudur. Ama hangi demokrasi?
Bu kent zaten bir demokrasi kenti değil miydi? Diyarbakır’ı temsil eden siyasal hafıza zaten demokrasinin temel taşıyıcısı değil miydi?
Yıllardır bu kentte bildiğimiz klasik siyasal kurumların dışında birçok sivil toplum örgütü, kadın, emek, gençlik ve ekoloji hareketleri doğrudan siyasete dahil olmuyor muydu; kent konseyi ve yerel yönetimlerde bir çok yeni model ile birlikte Diyarbakır zaten örnek bir demokrasi kenti değil miydi; yıllardır bu kentin dinamikleri demokratik değerler için sayısız kez çağrılar, konferanslar, çalıştaylar, sempozyumlar yapmadı mı?
Bu kentte yaşayan yurttaşların hastası, kolu-kafası kırık olanı, yaşlısı, genci, mevsimlik işçisi her şeyi bir kenara bırakıp seçim günü sandığa koşmuyor muydu?
Demokrasiye, siyasete, barışa inanmıyor muydu?
Devlet ve devlet adına sorumluluk alan veya buna aday alan hiçbir yetkili bugüne kadar Kürtlerle normal bir ilişki kurmayı başaramadı. Genellikle Kürtlere ait olana kör kalan ve onun yerine dandik bile olsa kendine ait olanı yerleştirmekle meşgul hiyerarşik ve üstenci bir yaklaşım esas alındı. Kürtlerin bir yönünü veya bir üretimini övse kontrolden çıkacağını düşünür ve onun için yıllarca övmeyen ve görmeyen, güncel örneklerde olduğu gibi istediğini koparamayınca sövmeye başlayan, düşmanlaştıran; ve Kürtlerle uyumlu olmayan elbiseler dikmekle uğraştılar.
Bu aktörler tüm dünyada konuşulan örgütlü Kürt kadın gücünü asla konuşmazlar, yıllardır bütün siyasi baskılara rağmen onlarca belediye kazanmış ve yüzde onluk barajlara rağmen Meclise girmiş ve halkın iradesini tüm zorluklara rağmen taşıyarak ayakta kalmış, Kürt Meselesi gibi on binlerce insanın yaşamını yitirdiği bir meselede demokratik siyasette ısrar eden siyasi partilerin ismini ağzına almazlar; bir çok ülkede bile olmayan Kürt sivil toplumunun gücünü ve mücadelesini, her koşulda risk alarak siyasal kurumların dışında, sivil kurumların karar aşamalarına katkısını asla görmezler. 1999 öncesinde adeta köy hayatı yaşayan ve alt yapısı, su şebekesi ve yığınla sorunu olan kentlerin belediyelerini kazandıktan sonra bu kentleri yaşanılabilir hale getiren ve tek bir yolsuzluk örneğine rastlanmayan Kürt yerel yönetimlerini konuşmazlar. Daha da uzatabiliriz.
Peki merak ediyoruz. Hangi demokrasi Diyarbakır’dan geçecek? Kadın derneklerini, siyasi partileri, sivil toplum kurumlarının kapısına mühür vuran demokrasi mi; belediyelere kayyım atayan demokrasi mi? İnsan gövdelerini posta kutusuna büyük bir marifetle istifleyip ailesine gönderen demokrasi mi? Kürtleri art arda kelepçeleyerek dizen; hastane, mahkeme ve hapishanelere yollayan demokrasi mi? Hangi demokrasi?
Siyaset, niye bu kadar uzaklarda arıyor ve yükseklerden konuşuyor? En büyük demokrasi bir halkın iradesine ve kendine ait olana saygı duymaktır. Başka bir şeyin Diyarbakır’dan geçmesine gerek yok. Gözünüzü ve kulaklarınızı açıp bakın ve Diyarbakır’ı dinleyin. O zaman Amed’in bir aydınlanma kenti, bir sivil toplum ve bir kadın kenti, yerel yönetimler için iyi bir model, iyi bir tarih kenti, örnek bir edebiyat ve sanat şehri ve dolayısıyla aslında bir demokrasi şehri olduğunu ve bu tüm güzellikleri, etrafındaki illere ve kültürlere de yaydığını görmüş olursunuz.
Sonuç
Üç beş yılda bir, “demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” ama bu yol, Diyarbakır’daki demokrasiyle hısım değil hasım olmayı tercih ediyor; ve yine Diyarbakır demokrasisine saygı duyacağından şüphelendiğimiz bir rüzgar esiyor.
Demokrasi yine Diyarbakır sokaklarına kalmış görünüyor. Bir kez daha siyasal aktörler Sur’un kadim burçlarına takılan demokrasiyle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Diyarbakır’da ki demokrasi neyinize yetmiyor kurban?