Hrant Dink, ölümünden iki yıl önce 2005’te yaptığı bir konuşmada, “Evet biz Ermenilerin bu topraklarda gözü var, çünkü kökümüz burada, ama merak etmeyin; bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gelip dibine girmek için” demişti.
19 Ocak 2007’de silahlı suikasta uğrayarak hayatını kaybetti. Hrant Dink, hayatı boyunca barışçıl yollarla Ermeni toplumunun sorunlarını anlatmaya çalıştı ve bunun için demokratik zeminde mücadele etti. Ölümü ve sonrasındaki yargı süreci bunun siyasi bir cinayet olduğunun bir göstergesiydi ve bu gerçek hala değişmiş değil.
Ölümünün 16. yılında Yazar Pakrat Estukyan ve Agos Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan, Hrant Dink suikastını ve Agos’un öyküsünü Gazete Karınca’ya anlattı.
Cumhuriyet tarihinde bir ilk
Henüz Agos yayınlanmaya başlamadan evvel Hrant’la tanıştıklarını anlatan Pakrat Estukyan, gazetenin hazırlık aşamasında Hrant’ın birçok kişiyle beraber ona da danıştığını söylüyor. Dink daha sonra bir kadro kurarak gazeteyi Nisan 1996’da çıkarmaya başlıyor. Estukyan, Türkçe dilli bir Ermeni gazetesi çıkarmanın özgün ve heyecan verici bir fikir olduğunu şöyle anlatıyor:
Agos’un yayınlanması önemli bir heyecan yarattı Türkiye Ermeni toplumunda. Çünkü Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa bir Türkçe Ermeni gazetesi yayınlanmış oluyordu Agos ile birlikte.
Muhafazakâr cenaha rağmen
O dönemde Ermenice çıkan birçok gazete olmasına karşın Agos’un bu kadar dikkat çekmesinin en önemli sebeplerinden biri, diliydi. Belki de 90 yıl sonra ilk defa meselenin muhatabına onun diliyle sesleniyordu. Türkiye’deki Ermenilerin siyasi ve toplumsal sorunlarını Ermenilere değil Türklere anlatıyordu.
Bazı Ermeni çevrelerin Agos’u, kendi iç problemlerinin Türkler tarafından bilineceği kaygısıyla eleştirdiğini hatırlatan Estukyan şöyle devam ediyor:
Tabi temelsiz bir kaygıydı bu çünkü Türkler derken kastettikleri şey devlet katmanları ise onlar zaten günlük Ermenice gazetelerin içeriğini takip ediyorlardı. Fakat şöyle bir gerçeklik vardı günlük siyasi hayat içerisinde: Ermeni kelimesi, çok uluorta ve kötücül bir söylemle kullanılıyordu. Buna karşı Ermenilerin tepkileri hiç duyulmuyordu. Agos yayına geçince işte o söylemlere karşı Ermenilerin cevabı niteliğinde bir sürü yayın yaptı. Bu durum da Agos’u doğal olarak muhalif bir yayın organı konumuna getirdi. Oysa Agos’tan önceki Ermeni basını rengini belli etmeyen, nötr bir politik tutum takınan bir yayın politikasına sahiptiler.
‘Sabiha Gökçen Ermeni miydi?’
Hrant Dink’e ve dolayısıyla Agos’a yönelik linç kampanyası, 2004’te Sabiha Gökçen’in Ermeni bir yetim olabileceği üzerine Hrant Dink’in imzasıyla yayınlanan haber ile başladı. Bu haberin Agos tarihinin dönüm noktalarından olduğunu ifade eden Yetvart Danzikyan, o süreci şöyle değerlendiriyor:
Önce Genelkurmay sert bir bildiri yayınladı. Daha sonra Agos’un önünde gösteriler yapıldı, Kızıl Elma Koalisyonu gibi. Daha sonra Hrant’ın eski yazılarına mercek tutuldu. Ve malum çevre oradan bir suç oluşturmaya çalıştı. ‘Malum gazete ile ilgili malum dava’ açılmış oldu. O dava aslında Hrant’ın hedef gösterilme sürecinin başlangıcıdır.
Bir Agos Üç Dönem
O haberden sonra 2007’deki suikasta kadar Hrant Dink’e açılan davalar, mahkeme süreci, bir nefret politikasının ürünüydü; 100 yıllık soykırım geleneği Hrant Dink’in hedef gösterilmesiyle devam etti.
Danzikyan, Agos’un tarihini bu siyasi cinayetle beraber düşünmek gerektiğini söylüyor:
Üçe ayırabiliriz Agos’un hayatını. Kuruluşundan 2004’e kadarki Agos, 2004-2007 arası hedef alınma süreci ve 2007’den sonraki Agos gibi. Böyle bir hikayemiz var.
Faturanın kendisine çıkacağını biliyor
Suikasta kamu görevlilerinin de karıştığını ve bu yüzden cinayetin asıl sorumlularının açığa çıkarılmadığını ifade eden Danzikyan sözlerine şöyle devam ediyor:
Onların yargılanması ancak 2016 yılında mümkün oldu. Cinayetten aşağı yukarı dokuz yıl sonra ki bunda da aslında hükümet ve Gülen Cemaati arasındaki savaşın başlaması etkili oldu. Ancak 2016 yılında kamu görevlilerinin yargılandığı Hrant Dink cinayeti başlayabildi ve herhalde herkes farkındadır bu kadar fazla bürokratın ve polis şefinin yargılandığı ilk siyasi cinayet davası bu.
Danzikyan, bu kadar geç başlayan bir yargılama sürecinin devletin siyasi cinayet geleneğiyle örtüştüğünü ifade ediyor:
Yani sonuna kadar gittiğinde karşınıza çıkacak şey devletin ta kendisidir. Biraz bu etkili oluyor. Bu siyasi cinayetlerde ne yazık ki böyle bir gelenek var. Yani sürecin tamamını devlet hiçbir zaman sorgulamıyor, araştırmıyor, adresin kendisine çıkacağını biliyor.
‘‘Soykırımın soykırım olduğunu biliyoruz’’
Pakrat Estukyan’ın ifadesiyle Hrant Dink, ‘‘yaşamı boyunca kendini kimliğiyle tanımlayan bir gazeteciydi ve diyalog yollarının kapanmaması için kimi tavizler vermeye hazırdı.’’
Hrant’ın barışçıl bir dile çok önem verdiğini belirten Estukyan, “Soykırım ifadesini de birileri duyunca rahatsız oluyor diye neredeyse taviz vererek başka şekilde ifade etmeye çalıştı” diyor ve ekliyor:
Bunu böyle ifade etsek de soykırımın soykırım olduğunu biliyoruz. Bunun bir gerekçesinden bahsedemeyiz ama buna rağmen Türk resmi aklına göre Ermenilerin soykırıma uğramasının meşru sebebi ya Ermenilerin ihanetidir ya da en hafif deyimiyle de ihanet şüphesidir.
Umudu ve adaleti aramak
Cumhuriyet tarihinde buna benzer birçok siyasi cinayetten bahsedebiliriz: Dava süreci henüz başlamamış veya sonuçlanmamış pek çok suikast… Yetvart Danzikyan mücadelenin ve dayanışmanın gücünü bir kez daha hatırlatıyor:
Biz adalet talep etmeye devam ediyoruz. Tahir Elçi cinayeti de Hrant Dink cinayeti gibidir. Orada da sis perdesi hala aralanmış değil. 10 Ekim Ankara Gar katliamı, Suruç katliamı… Bu geleneğin kırılması için herkesin elinden geleni yapması gerekiyor. Bu bir adalet ve umut yolculuğu. Hep beraber yürümekte fayda var. Sadece umudumuzu koruyabiliriz.