Onur Hamzaoğlu
Memleket meselelerine ilgi duyup, izlemeye başlayalı 40-45 yıl kadar oldu. O zamandan beri, kendini ve yakın çevresini bu kadar zeki, yurttaşları da bu kadar “ahmak” gören bir başka hükümete tanık olmamıştık. Devekuşu gibiler; kafaları kumun içinde. Ancak, kafalarından nerdeyse yirmi, otuz kat büyük gövdeleri kumun dışında. Yaptıklarını kimse görmüyor, anlayamıyor zannediyorlar.
ANAP döneminde, “devlet üretmez yönetir” ve “büyük hantaldır, verimsizdir” deyip, özelleştirme adı altında devletin mülkiyetindeki toplumun ortak varlıklarını satışa çıkarmışlardı. Sümerbank, Etibank çok büyük mal varlıklarıyla değerinden çok çok küçük bedellerle satıldı, yağmalandı. “Devleti küçültme” çabaları adı altında kaynaklar patronlara aktarılırken, patronlar daha da büyüdüler. Örneğin, Koç grubu Yapı Kredi Bankası’nı satın aldı. Kendisinin mülkiyetindeki Koçbank ile birleştirdi. Operasyonun görünen yüzünde Yapı Kredi Bankası’nın adı kaldı, simgesi olan leylek silindi. Koçbank’ın da adı silindi, simgesi olan boynuz kaldı. Ama bankaların sermayesi de şubeleri de birleştirildi. Koçbank yıllardır çok büyük kârlarla hem büyümeye hem de patronlarına kazandırmaya devam ediyor.
Anımsanacağı gibi, DSP, MHP, ANAP koalisyon hükümetinin Bahçeli’nin kararıyla erken genel seçime gitmesinin ardından, 3 Kasım 2002’de genel seçimler yapıldı. Kuruluşundan 18 ay sonra katıldığı ilk genel seçimlerde toplam seçmenin oylarının %26’sını, seçimdeki geçerli oyların %34’ünü alarak milletvekilliklerinin % 66’sına sahip olan AKP, koalisyon hükümetleri dönemine noktayı koymuş oldu. Eş zamanlı olarak da önceki hükümetlerden çok daha cesur ve hızlı bir biçimde küresel kapitalizme uyum politikalarını hayata geçirdi. Devletin TEKEL, TÜPRAŞ gibi tabiri caizse “altın yumurtlayan” çok büyük varlıklarını hükümet olduktan çok kısa bir süre sonra özelleştirme adı altında sattı.
Elde avuçta bir şey kalmayınca, bu sefer halktan dolaylı ve doğrudan vergilerle topladıklarını halka hizmet olarak geri vermek yerine patronlara aktarabilmenin yolunu öğrendi. Geçiş sayısı, yolcu sayısı, hasta sayısı vb. garantili ve döviz ödemeli faaliyet alanları yarattı. Önce “yap-işlet-devret”, sonra “kamu özel ortaklığı” daha sonra da “kamu özel işbirliği” adını verdikleri uygulamalarla, yandaş müteahhitlere, şirketlere oto yollar, köprüler, havaalanları, tüneller, şehir hastaneleri inşa ettirdiler. Bir yandan kent rantı yarattılar ve buna el koyup paylaştılar. Diğer yandan inşaat sektörünü büyütüp, şişirdiler. Esas olarak da garantisini verdikleri sayıda araç geçmeyen otoyollar, köprüler, tüneller için, yolcusu olmayan havaalanları ve hasta gelmeyen, yatmayan hastaneler için hazinenin kasasından her yıl milyonlarca dolar ödemeler yaptılar. İşsizlik almış başını giderken, kayıtlı işçilerin en az %70’i asgari ücretle yoksulluk sınırının altında yaşarken, toplumun büyük bölümü pazar bitişlerinde çürük sebze ve meyveye muhtaç hale getirilmiş ve askıda ekmek sırasına mahkum edilmişken.
Çok akıllılar ya iktidar borazanı merkez medya yaratmak için önce hükümet olarak sektörü tarumar edip, sonra mal varlığından daha büyük miktarda bir krediyi kamu bankasında malum şirketin kasasına gönderip gazeteler ve televizyonlar satın aldırdılar. Yetmedi, Milli Piyango’yu da kendisine “hediye” ettiler. O zamandan beri kimseye neredeyse büyük ikramiye çıkmıyor. En son yılbaşı çekilişinde bile büyük ikramiyenin 3/4’ü şirkete kaldı. Kendilerini akıllı, halkı da bir o kadar “ahmak” zannediyorlar ki “yıl başı çekilişinde bir defalık vazgeçelim” demek bile yok. Kör gözüm kör parmağına fütursuzca devam ediyorlar talana.
Devletin barajlarında, santrallerinde üretilen elektriğin kullanıcılara dağıtım ve satış işini Sabancı başta olmak üzere, şirketlere yeni bir ticaret alanı olarak açtılar. Böylece, yurttaşı çok daha pahalı elektrik kullanmaya mahkum edip, hem devletin gelirini hem de yurttaşın cebindekini bu şirketlere aktarıyorlar. Kamunun varlıklarının toplum yararına kullanılmasından çok rahatsızlar. Geçtiğimiz aylarda, İstanbul, Kadıköy’deki yat limanı ve tesislerinin işletilmesi ihalesine belediyenin girmesini engelleyip Koç grubuna verdiler. Oysa, belediye yat limanını kent halkının da kullanımına açmak için hükümete başvuru yapmıştı. Ne talan ne de peşkeş bitmek biliyor. Patent sahibi yurtdışı şirketlere üretim izni için ödenmesi gereken patent ücretini ASELSAN vb. devletin kurumlarına ödetip, üretimini yandaş şirketlerine devrettikleri silahlar, hava ve kara askeri araçları da bir başka talan alanı.
Devam ediyorlar da talan edilebilecek bir şey de kalmadı. Muhalefetin açıklamalarından öğrenebildiğimiz kadarıyla, Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarını birilerine peşkeş çektiler. Şimdilerde Merkez Bankası kaynak olarak eksilere düştü. Yetmedi, izledikleri kapitalizmin neoliberal ekonomik politikalarının gereğini yapmayıp, gölgeleriyle kavga etmeye başladılar. “Faiz nedendir, enflasyon sonuç” deyip TL’nin tüm yabancı paralar karşısında şiddetli değer kaybına göz yumdular. Halkı daha da yoksullaştırdılar. Bir gecede yine yandaşlarına milyarlarca liralık vurgunun önünü açıp, başka adlarla mevduat faizini artırmanın yolunu aramaya çalıştılar. Sonuç, yoksullar çok daha yoksul, rantçılar çok daha zengin oldu. Yıllık enflasyon %80’i geçti.
Kendileri farkında mı bilemeyiz ancak, hükümet iktidarı kaybetti. Güvensizlik ve hükümet değişikliği beklentisi iktidar oldu. “Yeni” iktidar, ülkedeki finansman piyasasını ve bu alan üzerinden günlük hayatı belirliyor.
Eylül 2010’da yapılan anayasa referandumuyla birlikte, o zamanki ortağının da önemli katkılarıyla iktidar olan AKP, ortaklık bozulduğunda evlerde çıkan para sayma makinelerini, oğullarla yapılan telefon konuşmalarını inkar etmişti. Muhalefetin becerisine paralel olarak toplumdan örgütlü bir sesin, karşı çıkışın yükselmemesinin rehaveti ile ortağını terörist ilan edip, ortaya dökülen kepazeliklerini de kumpas olarak ilan etmişti. Ancak o günlerden sonra köprünün altından çok sular aktı. Ne Türkiye ne halk o günlerdeki halinde değil. Değişen iktidar, en kısa zamanda hem genel seçimi hem de hükümet değişikliğini zorunlu hale getirdi. Bu zorunluluk, beklenildiği gibi toplumun tüm kesimlerinin birlikte mücadelesiyle hayata geçebilecek.