Haklısınız, “güzelleme” tabiata, sevgiliye vb. yazılır; idama güzelleme mi olurmuş! Ancak konu idam, konuşan da Devlet Bahçeli ise her şey mümkündür. Malum, kendisi bir dönem Erdoğan’a yönelik hicivleriyle meşhurdu, şimdilerde ise Erdoğan’a naat yazmakla meşgul. Denk geldikçe, idam ile ilgili güzellemelere de eserlerinde yer vermekte usta sanatçı! İdam ile ilgili en güzel, en lirik ifadelere onun nutuklarında rasgelmekteyiz! Ha keza, hazretin “İdam cezasının hukuk mevzuatımıza tekrar alınması, iğrenç ve ilkel suçların işlenmesini caydırabilecektir.”[1] sözlerini detecahül-ü arif sanatına dair nadide bir misal olarak not etmelidir. Oysa elbette o da bilmektedir bir iğrenç ve ilkel suç varsa o da idam cezasının bizzat kendisidir, kaldı ki iğrenç ve ilkel suçların işlenmesini caydırsın.
Anadolu Ajansı[2], Devlet Bahçeli’nin “Orman yakanlarla mücadele etmek amacıyla idam cezası tartışmalarını çok yararlı gördüğümü, şayet bu cezanın tekraren hukuk mevzuatımıza girmesiyle ilgili bir kanun teklifi gelirse de destek olacağımızı ifade ediyorum.” dediğini aktarmış. Haberde Bahçeli’nin ormanlara “…kast edenlerin de vatana kast ettiğini… Ormanları ateşe verenlerin ihanetle, rezaletle ve cinayetle bile izah edilemeyecek bir kötülüğün faili olduğunu… Büyük hünkarımız Fatih Sultan Mehmet Han[ın], bu söyledikleri[n]den mülhem, ‘ormanda dal kesenin başını keserim’ diyerek meselenin hayatiyetini ifade” ettiğini dile getirdiği aktarılıyor. Bahçeli’nin açıklamaları şöyle devam ediyor, “Ağaçlarımızı yakanların hayat ışığını söndürmek boynumuzun borcudur…Bu vatan ve millet düşmanına, sorarım sizlere, hangi cezayı verirsek yüreğimiz soğuyacaktır…Ormana düşmanlık iblise hizmetkarlıktır…” Bahçeli -her zaman olduğu gibi elini/dilini korkak alıştırmaz, orman yangınlarıyla gündeme taşıdığı idam cezasını ceza hukukunun her yerine serpiştirmekten mutlu olacağını da belirtir: “…kadın cinayetlerini, tecavüz ve terör suçlarını da kapsayacak bir genişlik ve esneklik içinde olmasını hassaten bekliyor ve ümit ediyorum. Bu çerçevede üzerimize ne düşüyorsa yerine getirmeye de hazır olduğumuzu açıklıyorum. ”
Orman yangınları ile husule gelen çevre duyarlılığını idam güzellemesi ile süslemek; sahi, faşizm neydi? Bahçeli, idam cezasını “Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri” ile sınırlandıran hükümetin içinde yer almaktan utanır gibi. Hatırlanacağı üzere, Hıdır Aslan Türkiye’de, ölüm cezası infaz edilen son mahkûm olmuştur. Türkiye, onun 25 Ekim 1984’teki infazından sonra bir daha idam cezası uygulamadı; 2000’li yılların başında da bu cezayı hukukundan silip attı.[3]
3 Ekim 2001 tarihinde kabul edilen 4709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un (Resmî Gazete Tarih:17.10.2001, Sayı: 245569 15. Maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38 inci maddesine “Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemez.” hükmü eklenmişti. O tarihte Ecevit’in liderliğinde Anavatan ve MHP ile kurulan Anasol-M Hükümeti görevdeydi ve Bahçeli de bu hükümette Başbakan Yardımcısı olarak görev yapmaktaydı. İdam cezasının hukuk sisteminden tamamen çıkarılması ise Erdoğan’ın ilk hükümeti (59. Hükümet) zamanında oldu. 7 Mayıs 2004 tarihli 5170 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun (Resmî Gazete, Tarih: 22.05.2004, Sayı: 25469) ile anayasadan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkarılmış, 14 Temmuz 2004 tarihli 5218 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun (Resmî Gazete, Tarih: 21.07.2004, Sayı: 25529) ile Türk Ceza Kanunu’ndan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkarılmış, böylece ölüm cezası hukuk sisteminden tamamen çıkarıldı.
İdam cezasının önce sınırlandırıldığı ardından önce anayasadan sonra da hukuk sisteminden çıkarıldığı tarihlerden bugüne köprünün altından çok sular aktı. Bugün -yine- militarizmin ve popülizmin revaçta olduğu, idam güzellemelerinin müşteri topladığı günlerdeyiz. Bahçeli de her fırsatta idamı savunduğunu dile getirmekten geri kalmadı; kamuoyunu sarsan her cinayetten, orman yangınları gibi insanların içini sızlatan her olaydan, her olaydan, her olaydan… bir idam güzellemesi çıkarmayı becerdi, bihakkın becermekte de. Erdoğan’ın idam belagati-hiç tartışma yok ki- Bahçeli kadar lirik ve ağdalı değil. Ancak o da idamı hukuk sistemine sokmakta kararlı görünüyor: Sadece aklıma gelenleri, hatırladıklarımı yazayım. 2015 yılında Özgecan Aslan cinayetinden[4] ve 15 Temmuz İslâmcı Darbe Girişimi’nden sonra idam tartışmaları yeniden köpürtülmüştü. CNN International’da[5] Rebecca Anderson’ın programına konuk olan Erdoğan idam cezası için “Meclis getirsin onaylarım!” sözlerini sarf ediyordu; kitleler “idam, idam!” diye bağırtılıyorlardı. MHP o dönemde de -elbette- dünden razıydı idam cezasına; CHP ise Gülen’e idam cezası verilmesinin onun iadesini engelleyecek bir girişim olduğunu belirtmekle birlikte idam cezasına karşı olduğunu net ifadelerle dile getirmiyordu.[6] İdam cezası hakkında 2017’de de Erdoğan, “Gerekirse idam için de bir referandum yaparız!”[7] diyerek restini çekmişti.
Yakın dönem Türkiye’sinde idam tartışmaları denir de, Devlet Bahçeli’nin Ocak 2008’deki Erzurum Mitingi’nde Tayyip Erdoğan’a cevaben “Oğluna gemi alacak kadar paran var, asacak kadar ip mi bulamıyorsun!” dedikten ve yanındaki görevliye “Ver şu ipi!” diye çıkıştıktan sonra, elini aldığı idam ipini atarak “Haydi as!” diye bağırması unutulabilir mi? Sanki Erdoğan’ın oğluna gemi almasıyla idam cezasının ne alakası varsa! “Bahçeli işte!” Bahçeli o mitinginde biz koalisyon ortağıydık o yüzden idam cezasının sınırlandırılmasına evet demek zorunda kaldık demeye getiriyordu.[8]
Asıl amaç: siyasî idamlar
Bahçeli’nin iştiyakla savunduğu, Erdoğan’ın da çanak tuttuğu, Türkiye sağının kahir ekserisinin de gıkını çıkarmadan kabul edeceği şey siyasî idamlardır. Hoş, bunun adı elbette “siyasî” idam cezası olmayacak, müstakbel siyasî idamlara meşruiyet sağlayacak hukuksal dayanaklar “terör” kavramı içine nakşedilecektir. Tüm sürecin toplumsal infiale sebep olan bir cinayet, bir tecavüz, bir yangın vb. peşinden tetikleneceğini, buradan devşirilecek popüler destekle, idama karşı çıkanların seslerinin kısılmaya çalışılacağını da rahatlıkla düşünebiliriz.
Dürüstçe söyleyeyim ki, Devlet Bahçeli’nin kadın cinayetleri ya da orman yangınları ile ilgilendiğini zinhar düşünmüyor, tüm bunları siyasî idamlar için getirilecekleri yasal düzenlemeleri meşrulaştıracak, ona popüler destek sağlayacak vakalar olaylar değerlendirmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Söylemek istediklerimi şu şekilde özetleyeyim: Bugünün Türkiye’sinde orman yangınlarına sebep olanları darağacına çıkarmayı istemek bir politik tavır, bir siyasî düşünce, argüman vb. değil olsa olsa bir çılgınlık, bir çıldırmışlık hâli olabilir. Ben Devlet Bahçeli’nin de MHP’nin de ya da genel olarak Türk sağının tamamının da orman yangınlarını önlemenin bir caydırıcı yolu olarak idam cezasını yasalara sokmayı düşündüklerini, bu kadar çılgın ve çıldırmış olduklarını düşünmüyorum. Aksine, orman yangını vesaireyi bahane ederek getirecekleri idam cezasını peyderpey genişleterek toplumsal muhalefeti susturma, bastırma hinoğlu hinliğinde oldukları fikrindeyim.
Oysa hiçbirimizin unutmaması gereken bir gerçek vardır ki idam cini şişeden çıktığı zaman kimi tokatlayacağı belli olmayacaktır: “Siyasî hasmınız için çattığınız darağacında bir gün siyasî hısmınız da sallanabilir. ”Bir boşboğaz, bir medya maymunu -Akit TV muhabiri Mehmet Özmen- kalkıp “Türk kamuoyunun idam edilmesini istediği kişiler var… Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen’in yanında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu” diyebilir. Barış Terkoğlu[9] onun maharetlerinin bununla sınırlı olmadığını da yazıyor. “İstanbul Barosu Olağanüstü Genel Kurulu’nda kürsüyü işgal eden, avukatlar indirmeye çalışınca yalandan kalp krizi geçiren o. Cumhur İttifakı’nın olmadığı günlerde, MHP Genel Merkezi’ne gidip kışkırttığı ülkücüler tarafından dışarı atılıp baygınlık geçirme numarasıyla ambulans bekleyen de o. Gezi Parkı’nda bir eylemcinin düşürdüğü ajandayı “birileri” nedense ona servis ediyor. O ise kendisini “Sol gazetesi muhabiri” olarak tanıtıp rehberdeki isimleri teker teker arayıp başka bir provokasyon yapıyor.”
Mevzu siyasî idamların yanlışlığı olduğunda, örneklerin Deniz Gezmiş’ten ya da Adnan Menderes’ten verilmesi popülerdir. Ben bambaşka iki idam vakası üzerinden siyasî idamın “içiboş”luğuna, onun bir “suça ceza” olmaktan çok bir “kolektif intikam” bir “kanuna uygun cinayet” bir “toplumsal cinnet” oluşuna örnek vermek istiyorum. Her iki örneğimizde de işlenen cinayetler vardır ve her iki örnekte de idam edilenler hiç tartışmaya bile gerek yok ki “suçlu”durlar ve söylemeye gerek yok ki “ceza”landırılmalıydılar. Lakin size sormak istediğim şu: bir insanı öldürmek suçsa devlet neden bir insanı öldüreni öldürür, idam eder? Devlet denilen “kamu kurumu”na bu yetkiyi neden verelim, neden bu kamu kurumu hepimizin adına bir insanı öldürsün. Eğer devlet benim vergilerimle var oluyor, benim vergilerimi kullanmaktan başka bir işe yaramıyorsa -ki bu, bir modern devlet tanımı olarak kullanılabilir- “ben” devlete bu yetkiyi vermiyorum. Ne kadar çok “ben” sesimizi çıkarırsak, ne kadar çok “ben” idam isteyen güruha dur dersek, ne kadar çok “ben” kamuoyunu tedirgin eden her olayda idamı bize servis etmeyi alışkanlık haline getiren faşizme her zaman olduğu gibi “nopasaran!” diye haykırırsak o kadar güçlü oluruz. Konuyu dağıtmadan örneklerime geçeyim.
Mustafa Özenç ve İsmet Şahin’in idamları hakkında
Mustafa Özenç, 1959 Samsun doğumlu. Liseye kadar da Samsun’da okumuş. Adana Mühendislik Yüksekokulu öğrencisi, 1976-77 öğretim yılında bu okula kaydolur. Bu okul, Akdeniz Mühendislik Özel Yüksekokulu ile Çukurova Mühendislik Özel Yüksekokulu’nun birleştirilerek 1971’de bir devlet okulu haline getirilmesi ile oluşturulan bir okul. Okula kaydolduktan sonra, Adana Erkek Öğrenci Yurdu’nda ikamet etmeye başlar. Dev-Yol sempatizanıdır. Adana’da Direniş Komiteleri’nin örgütlenme aşamasında mahalle çalışmalarında bulunur; bu sırada tutuklanır. Arkadaşlarıyla birlikte, 26 Haziran 1980’de tünel kazarak cezaevinden kaçar.
Tarsus Karabuçak ormanlarına sığınırlar; burada kurdukları kampta saklanmaktadırlar. 7 Ocak 1981 günü tekrar yakalanırlar. Mustafa Özenç bu esnada yaralanarak Tarsus Devlet Hastanesi’ne kaldırılır. Adana Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan bir ekip, Mustafa Özenç’i almak için yola koyulur. Mustafa Özenç bu sırada tuvalete gitmek istediğini söyler. Kelepçeleri çözülür. Yakalandığında üzerinde bulunamayan bir silah vardır. Kelepçesi çözülür çözülmez silahını çeker ve önce saklandıkları yeri ihbar eden bekçi Hayri Simşek‘e ateş eder. Ardından müdahale etmek isteyen Astsubay H. Hüseyin Özcan‘ı öldürür. Bu sırada silah seslerini duyan Astsubay Nihat Özbay içeri girecekken o da Mustafa Özenç’in hedefi olur. Çıkış kapısına yaklaştığında ise jandarma eri Şaban Öztürk‘ü de vurduktan sonra kaçar. Mustafa Özenç 2 Mart 1981 günü İstiklal Mahallesi’nde düzenlenen bir operasyonla yakalanır.
Adana Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askerî Mahkemesi’nin 13.3.1981 tarih ve 1981/769 Esas, 11981/267 Karar sayılı hükmü ile idam cezasına çarptırılır. Mahkeme kararı, Askerî Yargıtay Üçüncü Dairesinin 23. 6.1981 tarih ve 1981/20 (2 Esas, 1981/235 Karar sayılı) ilamı ile onaylanarak kesinleşir.
Mustafa Özenç’in idam cezasına ilişkin karara ilişkin Adalet Komisyonu Raporu, Milli Güvenlik Konseyi’ne 27 Temmuz 1981 günü gelir ve aynı gün Başbakan Bülent Ulusu imzalı bir Başbakanlık Tezkeresi (TC Başbakanlık Özlük ve Yazı İşleri Genel Müdürlüğü Sayı: 301-1009) ile Milli Güvenlik Konseyine sunulur.
Milli Güvenlik Konseyi’nin 18 Ağustos 1981 tarihindeki 67. Birleşimde görüşülen tezkere aynı gün, hiçbir şekilde tartışılmadan, üzerinde konuşulmaya bile gerek duyulmadan kanunlaşır.
Mustafa Özenç Hakkındaki Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesine Dair Kanun
MADDE 1. — Askerî Yargıtay Üçüncü Dairesinin 23.6.1981 tarih ve 1981 /202 Esas, 198İ/235 Karar sayılı ilamı ile kesinleşen, Adana Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askerî Mahkemesinin, 13.3.1981 tarih ve 1981/769 Esas, 1981/267 Karar sayılı hükmü ile Türk Ceza Kanununun 450/9-5 madde ve fıkraları uyarınca ölüm cezasına mahkûm edilmiş bulunan, Samsun ili, Kavak İlçesi, Çivril Köyü nüfusuna kayıtlı iken, halen sicilli nüfusta Samsun İli, Merkez İlçesi, Zeytinlik Mahallesi, Hane 1432, Cilt 36, Sahife 52’de kayıtlı Şevket oğlu, Fatma’dan olma 15.1.1959 doğumlu Mustafa Özenç hakkındaki ‘ölüm cezası yerine getirilir.
İsmet Şahin de, idam hükmü Mustafa Şahin ile aynı gün karara bağlanan sağ görüşlü bir tutukludur. Bir not olarak ekleyelim. Dönemin darbecileri, tüm ideolojilere karşı aynı mesafede olduklarını gösterebilmek adına sağ ve sol tutukları aynı gün idam etme yolunu seçmişlerdi. Mustafa Özenç ve İsmet Şahin’in idam cezalarının aynı günlere getirilmesi de bu politikanın bir parçasıdır.
İsmet Şahin, Trabzonlu, evli ve 7 çocuk sahibi. İstanbul da yaşamaktadır. 1977 yılında ağabeyinin evini soyduğu zannıyla Celâl Yazıcı isimli şahsı öldürür ve firar eder. 3.8.1979 tarihinde yolda giderken, arkasından gelen şahsın kendisini vuracağı düşüncesiyle geriye döner ve hiç ilgisi olmayan bu şahsı da tabancasıyla öldürerek (yine) kaçar. İhbar üzerine, 6.12.1979 günü, yakalanır; bu esnada askere ateş etmeye başlar ve Piyade Er Mustafa Çelimli’yi öldürerek Piyade Er Zeki Uğurlu‘yu da yaralar. İsmet Şahin bu olaydan sonra da kaçmayı başarır. 29.2.1980 günü tekrar yakalanır. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Nolu Askerî Mahkemesinin 27.10.1980 tarih ve 1980/437 Esas, 1980/200 Karar sayılı hükmü ile Türk Ceza Kanununun 450/9ncu maddesine dayanılarak ölüm cezasına mahkûm edilir. Cezası, Askerî Yargıtay Birinci Dairesinin 29.4.1981 tarih ve 1981/93 Esas, 1981/1İ26 Karar sayılı ilamı ile onaylanarak karar kesinleşir.
İsmet Şahin’e dair Adalet Komisyonu Raporu (Adalet Komisyonu Esas No: 3/l6b 11 Ağustos 1981 Karar No: 29 11)****** Ağustos 1981 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi’ne sunulur. Başbakanlık Tezkeresi de (TC Başbakanlık 7 Ağustos 1981 Özlük ve Yazı İşleri Genel Müdürlüğü Sayı:301-10300) 7 Ağustos tarihinde Milli Güvenlik Konseyi’ne takdim edilmiştir.
İsmet Şahin’in idam cezasına ilişkin “kanun” da tıpkı Mustafa Özenç’in ki gibi hiç tartışılmadan, üzerinde hiç müzakere edilmeden kabul edilir.
İsmet Şahin Hakkındaki Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesine Dair Kanun
MADDE 1. — Askerî Yargıtay Birinci Dairesinin 29.4.1981 tarih ve 1981/93 Esas, 1981/126 Karar sayılı ilamıyla kesinleşen, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Numaralı Askerî Mahkemesinin, 27.10.1980 tarih ve 1980/437 Esas, 1980/200 Karar sayılı hükmü ile Türk Ceza Kanununun 450/9uncu maddesi uyarınca ölüm cezasına mahkûm edilmiş bulunan, sicilli nüfusta Trabzon İli, Sürmene İlçesi, Kahraman Köyü, Hane 83/83, Cilt 048/03, Sayfa 24’de kayıtlı Mehmet oğlu, Ayşe’den olma 20.4.1951 doğumlu İsmet Şahin hakkındaki ölüm cezası yerine getirilir.
Mustafa Özenç’in infazı Adana’da, İsmet Şahin’inki de İstanbul’da 20 Ağustos 1981 günü yerine getirilir.
***
Yukarıda da yazdığım gibi, siyasî “hasmınız” için çattığınız darağacında bir gün siyasî “hısmınız” da sallanabilir. Lakin, idam güzellemelerine -ve elbette toplumun bazı kesimlerinin de bu güzellemeleri yapanlara sesini çıkartmamasına- bakıldığında, Türkiye’de idam cezasının (tekrar) kabul edilmesinin bir “teknik mesele” haline geldiğini söyleyebiliriz. Öyle görünüyor ki, TBMM’ye gelen tasarı/teklif, birkaç cılız itirazın gölgesinde kabul edilecek. “Birkaç cılız itiraz…” çünkü mevcut siyasal iklimde idama karşı olanların tedirginlikleri, idama karşı olmalarının idam cezasını gündeme taşıyan orman yangını, darbe girişimi, çocuk tacizi ya da kadına yönelik şiddete taraftar olmaları veyahut da darbe girişiminin arkasındaki siyasal İslâmcı (Gülenci) hareketi savundukları anlamına geleceği ile ilgilidir. Oysa altını binlerce kere çize, çize belirtmekte fayda var ki, idam cezasına karşı olmak, ne cezaya konu fiili, ne de fiili gerçekleştirenleri savunmayı gerektirir. Karşı çıkmamız gereken tek ama tek konu: “Devlet taammüden insan öldürmeye yetkili midir, değil midir?” konusudur.
İdam cezasına karşı olmak, terörü savunmak, Gülencileri savunmak, çocuklara tecavüzü savunmak, kadına yönelik şiddeti savunmak, orman yangınlarını önemsememek…. değildir.
İdama karşı olmakla, idama konu olan suçu savunmaya doğru kurulacak bir mantık, bir ön kabul; olsa olsa “siyasal linç” mantığıdır. İdam devlet, “taammüden” yani bilinçli, önceden tasarlayarak adam öldüremeyeceği, böyle bir hakkı (devlet bile olsa) kimseye tanıyamayacağımız, tanımamamız gerektiği için yanlıştır.
27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri sonrası verilen idam kararları, “hâlâ” tartışıldığına, bu idamlar “hâlâ” siyasal vicdanımızı sızlattığına göre, idam cezasını hukuka tekrar sokma düşüncesini tartışmaya bile açmamalıyız. Yok, yok, bu konuyu hiç düşünmemek en iyisi. Darbeler ve idamlar bir daha asla tartışmayacağımız bir şekilde gündemimizden çıkmalı; aramızdaki tek tartışma demokratik siyasal rekabet ve mücadele içerisindeki tartışmalarımız olmalı.
İdam-perver Türk sağı, idam cezasını kamuoyu hassasiyetlerinin ardına gizleyerek meşrulaştırır: “Bir çocuğa tecavüz edeni…”, “Bir kadını öldüreni…”, “Ormanları yakanı…”, “Devleti bölen, teröristi…” neden beseleyelim? “Sizin çocuğunuza…?” “Sizin anneniz, kız kardeşinize…?” Kendi çocuğuna tecavüz edildiğini, kendi kız kardeşinin sokak ortasında öldürüldüğünü…. tahayyül etmeye zorlanan ortalama yurttaşın elinden “idama karşı olma” kartı kolayca çekilip alınıverir.
Düşünün bir kere -öyle ya!- “Bir çocuğa tecavüz eden sapığı idam etmekten daha “arzu edilen”! ne olabilir ki?” Özellikle, kendisini maktulün ya da onun ailesinin yerine koyarak düşünen önemli bir çoğunluk için “kısasa kısas” kadar makul bir çözüm yok gibi.
Yukarıda da yazdığım gibi, eğer onlar gibi düşünmüyorsanız idam-perver Türk sağının standart soruları hazırdır: “Eğer senin/çocuğunun başına gelseydi?” Tartışmaya gerek var mı? Böyle bir durumda, çoğumuz o sapığı elimize geçirirsek hiç düşünmez öldürürdük; hem de hiç acele etmeden; yavaş yavaş. Çocuğu öldürülen/tecavüz edilen bir annenin, babanın bu şekilde düşünmesini anlayışla karşılamak gerekiyor.
Sapla samanı ayırmanın tam vaktidir. Çocuğunun katilini/tecavüzcüsünü ipte görmek isteyen bir anne/babayla ya da onlarla empati kurarak suçlunun asılmasını isteyen kitlelerle, hukuku savunan bir devlet arasındaki fark da bu nüans üzerinde binâ olur. Ulus-devlet, hukuk üzerine inşa edilmiştir. “Hukuk”, “adalet”, devletin üç temel fonksiyonunu (yasama, yürütme, yargı) kuran “aslî” öğedir. “Yasama” devletin yasaları (hukuku) üreten, koyan; “yürütme” birincinin ürettiklerine, uygun (hukuku) icra eden; “yargı” da bu konuda (hukukta) taraflar arasında çıkan uyuşmazlıkları çözen; birincinin üretip ikincinin icra ettiği hukuka uygun son, nihai kararları veren, adaleti tecellî ettiren mercidir.
Bir annenin/babanın, katledilen/tecavüz edilen çocuğunun katilini ipte görmek istemesi kadar kabul edilebilir bir duygudur. “Devlet” ve onun “mütemmim cüzü” hukuk/adalet işte bu nokta da devreye girer. Hukukun gereğini yerine getirmeyi maktulün ailesine ya da onun arzusuna bırakmaz; cezayı onların duygusallığından soyut bir şekilde ele alır ve gereğini yapar. Devletin –kolluk kuvvetlerinin- suçunu kabul eden bir vahşiyi, onu “linç” etmek isteyen kalabalığın elinden alarak kendi mahkemesinde yargılamak üzere alıkoymasının sebebi de budur. Burada kolluk kuvvetleri “suçlu”yu korumak değil, suçlunun cezasının mahkemece verilerek “adaletin” tesis edilmesi amacındadır. “İdam”ın bir ceza olup olamayacağı da -benzer şekilde- duygusallıktan uzak bir zeminde kararlaştırılır; acılı ailelerin haklı infiâli üzerinden köpürtülen duygusallıkla değil.
Muhtaç olduğunuz bilgi Hukuka Giriş 101 dersi notlarında mevcuttur.
Hatırlar mısınız, 2015 yılındaki Özgecan Cinayeti ardından bir başka popülizm örneği ile daha yüz yüze gelmiştik. Mersin Barosu, nadide bir popülizm örneği sergileyerek suçluları “savunmayı” reddetmişti. Dönemin Mersin Barosu Başkanı Alpay Antmen, basına[10] yaptığı “açıklama!”da “Yarın sabah 15.00’e kadar gözaltı süresi bulunuyor. Kendisine avukat tahsis edilmesi gerekiyor. Avukat tahsis edilmesi kararına baro olarak direnmeyi düşünüyoruz ancak, saldırgan avukatsız olarak sorguya çıkarılamaz, bu ihtimal üzerine de düşünüyoruz.” demişti. Allah’tan kriz çözüldü; suçlulara avukat bulunabildi; hatta o avukatlardan birisi Evrensel[11] gazetesine açıklamalarda bulunarak “savunma hakkı”nın kutsallığından bahsetmişti.
“Popülizmin dibi burası mı acaba? Mersin Barosu önüne “Hukukta Yılsonu İndirimi!” yazılı bir tabela asmak suç olur muydu? Böyle bir tabela asmak suç mu bilmiyorum; ama “Suçluyu savunmam!” diyen bir baronun ve o baroya üye avukatların yargı sisteminin bir parçası olarak ortalıkta dolanmaları hepimize ezadır; özellikle de hukuk fakültelerinin Hukuka Giriş derisini yürüten hocalara bir ezadır.
Avukatların “suçluyu savunmam” diyebildiği ülkede idamın bir “kolektif intikam” olduğunu açık yüreklilik ve yüksek sesle söyleyebilmek zor. Oysa değil bir avukat, herhangi bir üniversitenin hukuk fakültesinde okuyan herhangi bir birinci sınıf öğrencisi bile bilir ki “suçluyu” savunmak, “suçu” savunmak değildir. Adaletin her koşulda tecellisi ve alınan cezanın adaletin simgesi olabilmesi için “suçu” ne olursa olsun “suçlu” savunulmak zorundadır. Muhtaç olduğunuz bilgi Hukuka Giriş 101 dersi notlarında mevcuttur.
İdam güzellemeleri burada da bitmeyecek, tükenmeyecek gibi. Bir, bilemediniz iki seneye kalmaz yine idam güzellemeleri okumaya devam edeceğiz. Her seferinde aynı şeyi yazmak, bıkmadan usanmadan aynı ama aynı şeyi söylemek gerekiyor: Devletin adam öldürme hakkı olamaz. İdamı savunmamak, idamkonu olan suçu savunmak değildir. Ben birey olarak o suçu işleyen kişiyi öldürmek isteyebilirim. Devlet, eğer hukuk devletiyse, o kişiyi benim elimden almak ve hukukun önüne çıkararak “adil yargılama”sını yapmakla mükelleftir.
Birileri “büyük devlet” mi demişti? Büyük devlet ancak hukukla olur. Ne diyor Nazım, gerisi laf-ı güzaf.
Keyifli Pazarlar
[1] Evrensel (Haber), “MHP Genel Başkanı Bahçeli istismarı öne sürdü, idam istedi” Evrensel, 02.09.2020
[2] Ertuğrul Subaşı. “Bahçeli: Orman yakanlarla mücadele etmek amacıyla idam cezası tartışmalarını çok yararlı görüyorum” https://www.aa.com.tr/tr/politika/bahceli-orman-yakanlarla-mucadele-etmek-amaciyla-idam-cezasi-tartismalarini-cok-yararli-goruyorum/2624483, Anadolu Ajansı, 28.06.2022
[3] Hıdır Aslan’ın ölüm cezasına cevaz veren kanunun TBMM’de nasıl tartışıldığına, bu kararın komisyonlarda ve genel kurulda nasıl ele alındığına (doğrusu alınmadığına, tartışılmadığına) şöyle bir göz atmak bile idam kararlarının nasıl da şıpınişi alındıklarına, hukukun arkasından dolandıklarına, hukukî sürecin sonucunda bir idama karar verilmesinden çok, idam kararını meşrulaştıracak bir hukukî sürecin takip edilmesi yoluna gittiklerine dair güzel bir örnek olacaksa da sözü uzatmayayım. Anayasayı cebren ilgaya teşebbüs suçundan sanık, Selman oğlu, Sultan’dan olma, 1.4.1958 doğumlu, Tunceli İli, Hozat İlçesi, Taşıtlıköyü, cilt 031 – 01, sayfa 32, kütük sıra No. 16’da nüfusa kayıtlı Hıdır Aslan, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 29.7.1981 gün ve 1980/204 Esas ve 1981/231 Karar sayılı, Türk Ceza Kanununun 146/1 inci maddesine göre ölüm cezası ile mahkûmiyetine dair hükmü Askerî Yargıtay 2nci Dairesinin 6.10.1982 gün ve 1982/306 Esas, 1982/614 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Aslan’ın dosyası, Başbakanlığın 10 Şubat 1983 gün ve 19-301 04125 sayılı yazılarına ekli olarak Danışma Meclisi Başkanlığı’na sunulur Danışma Meclisi Adalet Komisyonu’nun konuyu sonuca bağlayan 8 Nisan 1983 tarihli ve 68 Karar numaralı raporu Danışma Meclisi Genel Kurulunda “görüşülemediğinden” dosya 19.12.1983 tarihinde Başkanlıkça Adalet Komisyonu’na havale edilir. Adalet Komisyonu Raporu’nda daha sonra Hıdır Aslan hakkındaki suç iddiaları sıralanır. Danışma Meclisi’nde, Danışma Meclisi Adalet Komisyonu’nda görüşülemeyerek TBMM Adalet Komisyonu’na sevk edilen dosya ile ilgili olarak komisyonun, ölüm cezasını onaylamaz; bu haliyle TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmek üzere havale eder. Raporun sonuç kısmı şöyledir: “Yukarıdaki açıklamalar karşısında hükümlü Hıdır Aslan hakkındaki ölüm cezasının yerine getirilmemesinde kamu adına herhangi bir yarar görülmediğinden Komisyonumuzca Anayasanın 87nci ve içtüzüğün 90ıncı maddeleri gereğince hazırlanan Hıdır Aslan hakkındaki ölüm cezasının yerine getirilmesine dair ekli kanun tasarısının Genel Kurula sunulmasına oy çokluğa ile karar verilmiştir.”
Danışma Meclisi’ndeki komisyonda görüşülemeyerek TBBM Adalet Komisyonuna gelen, bu komisyonun da ölüm cezasını gerektirecek bir suç bulamadığı dosya, TBMM genel kuruluna gelince “uzun uzun”! tartışılır. Rapor üzerine söz alan İçel Milletvekili Edip Özgenç konuşmasında, komisyon kararının benimsenmesini ve idam kararının verilmemesi gerektiğini söyler. Özgenç’ten sonra söz alan Samsun Milletvekili Hasan Altay da idam cezasının yanlışlığı üzerinde durur. Her iki hatip de oldukça kısa konuşurlar. Komisyon Raporu ile ilgili bu geniş! tartışmaların ardından Hıdır Aslan’ın ölüm cezası ile infazını düzenleyen Kanun Tasarısı’nın görüşülmesine geçilir. Kanun Tasarısı üzerinde söz alan Tokat Milletvekili Enver Özcan’da meclis kürsüsünden idamlara karşı olduğunu belirtir ve kısa konuşmasının ardından yerine geçer. Kahramanmaraş milletvekili Turan Bayezit ise konuşmasında, Askerî Yargıtay’da konunun oy çokluğu ile alındığına dikkat çekerek, Hıdır Aslan’ın idamı yönünde oy kullanmayan mahkeme üyelerinin gerekçelerinin önemsenmesi gerektiğini belirtir.
İki milletvekili konuşmalarını yaparken, birkaç cümle ile araya giren, oturdukları yerden tartışmaya müdahale eden birkaç milletvekilini ve oturum başkanının oturumu yönetirken sarf ettiği birkaç cümleyi de saymazsak, TBMM’de Hıdır Aslan’ın idamı ile ilgili tartışmalar ancak bu kadardır. Tartışma sonrası, 03.10.1984 tarihinde TBMM’de geçen konuşmalar ise tamı tamına şöyledir:
“BAŞKAN — Efendim, maddeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2. — Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN — Madde üzerinde söz isteyen? Yok. Maddeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 3üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3. — Bu Kanunu Adalet Bakanı yürütür.
BAŞKAN — Madde üzerinde söz isteyen? Yok. Maddeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. Tümünü oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.”
[4]Özgecan Aslan’ın katledilmesinden sonra kopartılan idam fırtınası ile ilgili olarak ayrıca Bkz.; Aram Ekin Duran, “Özgecan cinayeti ‘idam’ tartışması başlattı” https://www.dw.com/tr/%C3%B6zgecan-cinayeti-idam-tart%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1-ba%C5%9Flatt%C4%B1/a-18259231DW, 15.02.2015
[5]Hürriyet (Haber), “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Meclis idam cezasını getirirse onaylarım” https://www.hurriyet.com.tr/dunya/cumhurbaskani-erdogan-meclis-idam-cezasini-getirirse-onaylarim-40153204 Hürriyet 18.07.2016.
[6]BBC Türkçe (Haber) “Başbakan Yıldırım: İdam cezası için sınırlandırılmış düzenleme yapılabilir”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-37833401 BBC Türkçe, 01.11.2016.
[7]BIANet (Haber), “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Gerekirse İdam İçin de Bir Referandum Yaparız”, https://bianet.org/bianet/siyaset/185561-cumhurbaskani-erdogan-gerekirse-idam-icin-de-bir-referandum-yapariz BIANet 16.04.2017.
[8]Milliyet (Haber), “Bahçeli, Öcalan için mitingde urgan fırlattı” https://www.milliyet.com.tr/siyaset/bahceli-ocalan-icin-mitingde-urgan-firlatti-204313, Milliyet, 01.07.2007.
[9] Barış Terkoğlu,” Erdoğan’a fırlatılan idam ipi” Cumhuriyet, 25.03.2019
[10] CNN (Haber), “Özgecan’ın katilleri tutuklandı!” https://www.cnnturk.com/haber/turkiye/ozgecanin-katilleri-tutuklandi CNN, 15.02.2015.
[11] Evrensel (Haber), “Özgecan’ın katil zanlıları adliyeye sevk edilemiyor” https://www.evrensel.net/haber/104883/ozgecanin-katil-zanlilari-adliyeye-sevk-edilemiyor Evrensel, 15.02.2015