İlkelerin birliğinden birliğin ilkelerine: Siyasette arayışlar, ittifaklar-HDP

İlkelerin birliğinden birliğin ilkelerine: Siyasette arayışlar, ittifaklar-HDP

Azad Barış*

 

Türkiye’de hem idari hem toplumsal hem de iktisadi alanda büyük oranda tahrip edilen siyasal nizam, toplum ve kurumlardaki ilkeler ve politik etik kurallarının kurucu bir momentte yeniden düzenlenmesini zorunlu kılmaktadır. Toplumsal alanı etkilemesi ve o alanda kurucu bir rolü gereği belki de bu etik düzenleme ve ilkeler etrafında yeni bir nizamın inşasına ihtiyacın en çok olduğu alan siyaset kurumudur.

Üçüncü binyılda, 21. Yüzyılın şafağında ve Türkiye’nin İkinci Yüzyılında politik alandaki etik ve yönetimsellik konusunda teori ile pratiği birleştirebilecek, aynı zamanda ülkede siyasi etiğin altyapısının inşasında model oluşturacak hukuki ve toplumsal bir çerçeveye her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. İlkeler etrafında bir araya gelmek yahut siyasal birliklerin ilkelerini oluşturmak her ne kadar “seçim” meselesini aşan bir nosyon olsa da, seçimleri böyle bir ilkesel siyasetin inşasında fonksiyonalize etmek de pekala mümkün. Zira, siyasal alanın ve politik öznelerin etik olmayan davranışlardan sakınmaları ya da genel manada siyasi yozlaşmanın ve salt pragmatizm merkezli siyasal konumlanmaların üstesinden gelinebilmesinin en etkili araçlarından biri ise şüphesiz ilkeler ve siyasal etiktir.

AKP-MHP iktidarının panzehri: Post-AKP-Erdoğan dönemi hazırlıkları ve ilkeler

İster zamanında olsun isterse öne çekilmiş veya baskın bir şekilde olsun, önümüzdeki seçim ve o bağlamda kurulacak olan doğrudan ya da dolaylı ittifak blokları tekil karakterlere bürünerek siyasalı şekillendirmeye devam etmektedir. Türkiye’de seçim sisteminin yeni rejimle birlikte iktidarın siyasi muhasebesine uygun olarak değiştirilmesi, yeni siyasal dengeler ve konumlanmalar ortaya çıkarmaktadır. Siyasi aktörler halihazırda bu dengelere bağlı olarak mutlak politik kıstaslar koymaktan kaçınarak dengeli, pragmatist bir politik muhasebeyle post-AKP-Erdoğan dönemine hazırlanmaktadır.

Mevcut dengeler ışığında ittifakların karakteristik özelliklerine baktığımızda her ne kadar mevcut gerilim hatları üzerinden inşa edilen bir onto-politik kurgu hâkim kılınmaya çalışılsa da her blokun kendi siyasi yelpazesi çerçevesinde kaçınılmaz olarak kapsayıcı ve çoğulcu bir ilkeler birliği etrafında bir araya gelmekten başka bir şansı yoktur. AKP-MHP iktidarının sebep olduğu çürüme ve ortaya çıkardığı siyasal yozlaşmaya karşı ilkeler etrafında birleşmek, en gerçekçi yol olarak siyasalın önünde durmaktadır. Çatışmacı, savaş yanlısı ve polarizasyon merkezli bir politik kurgu üzerinden siyasi bekasını ve istikbalini kuran AKP ve Erdoğan’ın yaşadığı daralma, muhalefet için belli ilkeler etrafında bir araya gelmeyi daha zaruri hale getirmiştir.

Mevcut durumda politik gündemi şekillendiren esas dinamiklere baktığımızda önümüzdeki olası seçimlerin ana politik kurgusunun toplumsal barış, çoğulculuk ve kapsayıcılık gibi saikler üzerinden kurulması kaçınılmaz olarak görünmektedir. Bunun dışında Erdoğan-AKP’nin daralmasına da sebep olan çatışma ve savaş siyasetini yeniden üreten ve güncelleyen bir politik muhasebeyle hareket etme durumunda ülkedeki mevcut fay hatlarının kırılması ve önü alınmaz bir şiddet sarmalına girilmesinin mevcut çatışmaları derinleştirmek dışında bir işlevi olmayacaktır. Böylesi korkutucu bir tablodan kaçınmanın temel yolunun barış inşa edici siyasi bir aksın inşasından geçtiğini hem mevcut siyasi iktidar hem de muhalefetin bütünlüklü bir şekilde kavramak gibi tarihi bir sorumluluğu vardır.

Erdoğan ve AKP’yi daraltarak MHP’lileştiren politik muhasebe, muhalefet için büyük dersler barındırdığı gibi, seçimler öncesinde Türkiye’de siyasi ve toplumsal hayat için önemli ve gerekli olan değerler merkezini ve ilkeler bütününü de göstermektedir.

Küresel siyasetin fay hatları ve çoğulcu, kapsayıcı ve ilkesel bir siyasetin zarureti

Ülkenin içinde bulunduğu çoklu krizlerin yönetilememesive uluslararası siyasi denklemin bölgeye olan yeni yansımaları hem içeride hem de dışarıda çatışma ve savaş değil, uzlaşmacı, çoğulcu ve barış merkezli bir yeni politik kurguyu zaruri kılmaktadır. Bu zaruret siyasi bir öngörüden öte, olgusal bir realite olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim ABD seçimlerinden sonra yeni bir yapısal dönüşüme tabi tutulan Batı’nın iç ilişkileri küresel düzeyde de yeni bir siyasal dizaynın önemli emarelerini göstermektedir. Batı’nın bir iç entegrasyon olarak tanımlayabileceğimiz bu yeni yapısal dönüşümü ABD’nin Çin ve Rusya odaklı küresel bir siyasi strateji üzerinden şekillenirken, Batı Avrupa, NATO bloku üzerinden Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın geri kalanında daha aktif rol alan bir aktöre dönüşecektir.

Söz konusu bu yeni strateji kurguya göre dengeli bir politik denklem kurmakta fayda vardır. Küresel düzeyde gelişim göstermeye başlayan ve Afganistan’la beraber yeni bir ivme kazanan bu yeni nizam bölgede baş gösteren değişim ve dönüşüm aygıtlarını hızlandıracak ve Türkiye başta olmak üzere birçok ülkenin hegemonya dengelerini her haliyle etkileyeceği muhakkaktır. Hiç şüphesiz bu etkiler neden ve sonuçları bağlamında çok boyutlu olduğu için bunu tek bir tez ve antitez üzerinden tanımlamak yeterli bir yaklaşım olmayacaktır. Ama ana hatlarıyla gelenekçi ve yenilikçiler arasında bir tenakuz hattı olarak inşa edilecek ve Batı’nın oluşturduğu değerler merkezinin işlevselliğine göre yeni bir biçim kazanacağı kuvvetle muhtemeldir. O nedenle söz konusu değerlerin işlevselliği çıkarların üstünlüğü şemasına göre denge düzlemleri korunacak ve nihayetinde bölgesel aktörlerle bu bağlamda ilişkiler yeniden tanzim ve tahkim edilecektir.

Söz konusu bu küresel dizayn şemasının öngördükleri olası rol ve misyonların yanı sıra bölgesel güçlerin kendi etkin güçlerine göre aktörlük durumları da giderek netlik kazanacaktır. Bir yanıyla mevcut güçlerin tahkimi anlamına gelen bu yeni denklem aynı zamanda güç getirebilecekleri alanlar üzerinde de yeni siyasi alan hakimiyetleri kurma anlamına gelmektedir. Buradan hareketle Türkiye ve Mısır başta olmak üzere Orta Doğu’nun kimi ülkelerinin iç dinamikleri de buna göre revize edilerek yeni bir yapılanmaya gidileceğini belirtmek mümkündür. Bu ve buna benzer çoklu sebeplerden ötürü önümüzdeki seçimler ve seçimlere bağlı siyasal kurgunun yazının başında da belirttiğimiz çerçevede gelişim göstereceği görülmektedir. Başka bir ifadeyle, uzun bir süredir çatışmacı ve kutuplaştırıcı bir dil ve milli beka üzerinden ülkeyi yönetmeye çalışan iktidar bloku başta olmak üzere ulusal tandanslı muhalefetin de toplumsal barış ve çoğulculuk gibi ilkelerin birliğinde buluşması küresel ölçekteki yeni siyasal dengenin bir sonucu olarak ihtimal dahilindedir.

Yeni siyasal etiğin inşası ve HDP’nin programatik ve ilkesel siyasetinin önemi

2012 yılında kurulan Halkların Demokratik Partisi, aradan geçen 9 yılda Türkiye siyasi hayatında, bileşen ve ittifak girişimleri ile demokratik birlik çalışmaları bağlamında önemli deneyimler kazanmış bir siyasi yapıdır. Bünyesindeki hem “bileşen” hem de “ittifak” gruplarıyla, 9 yılda birleşik mücadelenin önemli deneyimlerinden birini ortaya çıkarması itibariyle Türkiye siyasi hayatında müstesna bir örnek olarak durmaktadır. Parçalı, örgütsüz ve dağınık grupları, siyasi partileri ve bireyleri tek çatı altında toplayan HDP, bu yönüyle bugünden sonraki Türkiye siyasi hayatında gerçekleşecek muhtemel ittifakları ve birlik çalışmaları ile ilgili odak konumunu sürdürmektedir. Üstelik HDP’nin ittifak ve bileşen deneyimi salt matematiksel ve kontenjan meselesinden ibaret olmayıp, ortak mücadele etrafında örülmüş ilkesel siyasetin önemli teşebbüslerinden biridir. Kuruluşundan bugüne kadar hem toplumsal barış, hem çok-kültürlülük hem de adalet ve demokrasi gibi ilkelerin konu sahipliğini yapmış çok bileşenli bir yapı olarak her geçen gün Türkiye siyasetin merkezini etkileyen bir aktöre dönüşmüştür. Baskı, ötekileştirme ve örgütlenme özgürlüğünün ihlali başta olmak üzere çok kapsamlı ve sistematik bir tecride maruz bırakılan HDP, inşa ettiği üçüncü yol siyaseti ve Türkiyelileşme hedefiyle Türkiye halklarını, inanç gruplarını, kadınları, gençleri ve farklı sınıfları bünyesine katarak bu iddiasını pratize etmeye ve Türkiye için bir model olmaya devam etmektedir. Kurduğu barışçıl ve konstruktif dil, hem siyasal iktidarın hem de muhalefetin inşa ettiği polarize dili terbiye ederek dönüşüme zorlamaktadır. O nedenle önümüzdeki süreçte hem iktidarın hem de muhalefetin kutuplaştırıcı siyaset yapma imkanını oldukça sınırlamıştır.

HDP hem üzerine bina olduğu siyasi gelenek, hem de büyüme ve genişleme stratejisi bağlamında mevcut ve olası yeni ittifaklara angaje olmuş bir siyaseti inşa etmek yerine, bizatihi siyasetin kurucu öznesi olarak üçüncü bir alternatif blok kurma işlevini güçlü ve iddialı bir şekilde sürdürmektedir. HDP’nin alternatif bir üçüncü yol siyasetini inşa etmesi herhangi bir tarafa iltifat geliştirerek değil muhtemel seçimlerde bu özne olma rolüne uygun olarak gelişeceği kuvvetle muhtemeldir. Genel seçimlerde bu kurucu öznellik rolüne ve alternatif karakterine uygun bir siyasal diskuru benimseyen HDP, Cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında da yine Kürt meselesinin barışçıl çözümü, toplumsal barış, savaş ve şiddetin sonlandırılarak diyalog yollarının açık tutulması ve demokratik bir Cumhuriyet inşası üzerinden bir konu sahipliğiyle sürdürmektedir.

HDP’nin temsil ettiği ve inşa etmeye çalıştığı siyasi aksın ilkeler etrafında şekillendirilmesi, Türkiye siyasetinin geleceği ve yörüngesi açısından oldukça önem taşımaktadır. Türkiye’deki iktidar yahut muhalefet olmak üzere, blokların mevcut siyasi stratejileri ve taktiksel hamlelerinden bağımsız olarak hemen hemen her siyasal özne cumhuriyetin kurucu kodlarına vurgu yaparak mevcut siyasal sıkışmayı aşmayı deneyen bir siyasal program geliştirmektedir. Kuruluş ve kurtuluş korelasyonu üzerinden kurulan bu yeni siyasa, muhalefet blokunu oluşturan bazı özneler için önemli açmazlar içerse de, bu durumun kaçınılmaz olarak mevzu bahis ilkeler etrafında bir araya gelmek dışında varacağı rasyonel bir yol yoktur. Dolayısıyla uzun bir süredir Türkiye siyasetinde etkisi sınırlandırılmaya çalışılan, envai çeşit baskı mekanizmalarıyla yüz yüze bırakılan Halkların Demokratik Partisi’nin temsil ettiği kapsayıcı ve çoğulcu onto-politik kurgunun, muhalefet blokunu oluşturan özneler tarafından da benimsenmesi dışında bir çıkış yolunun olmadığı görülmektedir. Ayrıca bloklar arası çatışmaların odağı olan HDP ve onun toplumsal yelpazesindeki kitlelerin önümüzdeki seçimlerde daha kritik ve önemli bir rol oynayacağı açık bir şekilde görülmektedir.

İlkelerin birliği biçiminde vücut bulacak olan bu kurgu ittifak blokları tarafından her ne kadar “birliklerin ittifakları” haline dönüştürülemeseler de bu durum haliyle bile hem toplumu hem de siyaset kurumunu yapısal bağlamda derinden etkileyecektir. Yani bir yanıyla stratejik bir siyasi aksı zorunlu kılan olası ittifakların, öte taraftan ucu açık taktiksel siyasi manevralara gebe siyasi konumlanmaların şekilleneceğini belirtmek mümkündür. Kurulduğu 15 Ekim 2012’den bugüne, siyasal etiği ve politik ilkeleri pragmatist ve kısa süreli politik çıkarların üstünde tutan, bu ilkelerin değiştirici ve dönüştürücü gücünün ferasetinde bir şekilde ve bütün politik baskılara rağmen bunu ısrarla savunan HDP’nin eğer Türkiye için beyaz bir sayfa açılacaksa burada en iddialı, en çeşitli, en kapsayıcı iddianın sahibi ve programatik olarak bunu pratize edecek en önemli güçlerden biri olduğunu kabul etmek gerekir. Üstelik hem iktidar hem de muhalefetin pragmatik bir siyaseti önceleyen ve yer yer birbirine dönüşebilen siyasal karakterlerine karşın HDP’nin temsil ettiği ilkeler bütünü ayrıca önem kazanmaktadır.

Asgari müştereklerle maksimum siyasal kazanç

Asgari müştereklerden hareketle oluşacak “ilkelerin birliği” bloku mevcut koşulların karakteristik özelliklerinden dolayı bir “birliğin ilkelerine” dönüşmesi zor gibi görünse de bu durum, seçimlerin kazanılması ve geçici bir rejimin inşası için bir zorunluk halini almaktadır. 2019 yerel seçimlerin her ne kadar istenilen düzeyde olgunlaştırılamasa da bunun küçük bir denemesi olduğunu belirtmek mümkün. O nedenle Cumhuriyet tarihinin yüzüncü yılındaki 2023 seçimleri, mevcut siyasi kamplaşmalar bağlamında ülkenin kader seçimlerinden biri olacaktır. Her ne kadar siyasi iktidar seçim tarihi için 2023 yılını işaret etse de muhalefet her geçen gün artan dozda erken seçim talebini yineliyor. Bilindiği üzere HDP ile başlayan erken seçim çağrıları son dönemde CHP başta olmak üzere muhalefetin sıklaşan çağrılarıyla başat gündem haline geldi.

Cumhur İttifakı ise seçimlerin 2023 yılında olacağı hususunda ısrarcı olsa da uzun bir zamandır seçim kanunu üzerinden bir çalışma yaptığını ve çalışmanın sonuna doğru evirildiğini biliyoruz. Olası bir seçim hazırlığı niteliğini taşıyan bu çalışmalar gündemdeyken muhalefetin seçim gündemini taktik bir adım olarak değerlendirmesi hazırlıkların gizlilikle yapıldığının da bir göstergesidir. Oysa sadece seçimler bağlamında bile AKP’nin20 yıllık iktidar deneyimine baktığımızda, pragmatist siyasi karakteri ve risk alma potansiyeli en güçlü siyasi özne olması dolayısıyla, kendileri açısından şartlar oluştuğunda bu ısrarcı tutumun hızlıca değişebileceğini belirtmek mümkündür.

Yaşanan ekonomik, sosyal ve idari krizin gölgesinde Cumhur İttifakı, muhalefetin erken seçim çağrılarına cevaplar üretmek yerine Millet İttifakını aday belirlemeye zorlayan ve oradan bir ikilik yaratarak seçim öncesinde yıpratmaya, ekonomik kriz başta olmak üzere reel gündemlerin tartışılmamasına ve seçmen yorgunluğu yaratmaya çalışan bir stratejiye sahiptir. Siyasi iktidarın elindeki imkanlardan dolayı özellikle bu ve buna benzer konularda gündem belirleme, algı oluşturma ve enformasyonları kendi lehine inşa etme konusunda oldukça mahir olduğunu biliyoruz.

AKP, ittifaklar meselesi bağlamında uzun zamandan beridir seçim odaklı stratejisini HDP’nin düşmanlaştırılması ve Kürt meselesini güvenlikçi bir konsept çerçevesinde ele almasıyla işlemektedir. Bu bağlamda kullandığı temel argümanlar tamamıyla HDP’yi saf dışı bırakma, Kürt meselesi bağlamında temel hak ve hukukları ortadan kaldırma ve Türkiye’yi seçeneksiz bırakıp kendi başkanlık rejimini tahkim etmektir. O nedenle AKP’nin ittifaklar hususundaki stratejisinin en güncel örneği HDP’nin toplumsal meşruiyetini tartışmaya açması, HDP’ye bakanlık verilmesi başta olmak üzere HDP’ye içkin başlıkları suni bir şekilde gündemde tutması ve algısal olarak tartıştırmasıdır. Böylece hem Millet İttifakı’nı belli seçmen grupları açısından yıpratmak hem de Millet İttifakı’nın HDP’yi dışlaması ihtimalinde Kürtlerle Millet İttifakı arasına girmeyi hedeflenmektedir ama bu mekanizmanın artık işlemediğini son tahlilde kendisi de görmektedir. Lakin bugüne kadar “At Nalı Teorisi’nin (Hufeisentheorie) propaganda hilelerinin tamamını kendi çıkarları doğrultusunda kullanan AKP’nin yönetici kadrosu zamanla kendi hinterlandında bulunanların dışında herkesi hile paradoksunun en uç noktasına yerleştirerek ya terör ya vatan haini ve yeterince milli olmama veya diğer radikal söylemler üzerinden tüm karşıtları birer “suçlu haline” getirerek kendisini sağ-muhafazakâr-İslamcı siyasetin yegâne temsilcisi haline getirdi.

Bütün bu algı operasyonlarına rağmen Türkiye’deki merkez-sağ siyasetin temsili ya boş kaldı ya da başka politik önceliklere kurban edildi. Katı milliyetçi propaganda ve siyasi algı operasyonları amacıyla kullanan ve karşı tarafı siyasi kırıma uğratan bu metodun mevcut durumda toplumsal duvarlara çarparak geri teptiğini gözlemliyoruz. O nedenle birilerini “terörist”, “vatan haini” veya “demokrasi düşmanlığıyla” suçlamak yerine “kalkınma ve sosyal adalet anlamına gelen” bir siyasi aksa ihtiyaç duyulduğu her geçen gün daha da olgusal hale gelmektedir. Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı faşist ve ajitatör yapıların dışında tüm düzen partilerinin yeni bir merkeze doğru hareket edecekleri bir trend göze çarpmaktadır.

Spectrum House Araştırma Merkezi’nin yaptığı son saha araştırma verilerinin de gösterdiği üzere Türkiye’de siyasal hayatın bütününde temel bir değişim havasının olduğu ve seçmenin aşırılık/radikal söylemlere tepkili olduğu ve normalleşmeye ciddi oranda ihtiyaç duyduğu gözlemlenmektedir. HDP seçmeninin İstanbul başta olmak üzere ülkenin tamamında mevcut durumdan duyduğu rahatsız ve buna karşın ortaya koyduğu çözüm parametresi, Türkiye’de siyasetin kurulacağı yeni zemini yansıtması açısından önem taşımaktadır. At Nalı teorik düzlemini kendi menfaat ve çıkarları için kullanan kim olursa olsun bundan böyle ötekileştirici ve aşırı milliyetçi söylemlerle muzaffer olamayacağı görülmektedir. Buradan hareketle mevcut iktidar dahil olmak üzere bundan böyle toplumsal bütünleşmenin radikal aşırıcılıklara kurban edilemeyeceği hususunda adı konulmamış bir mutabakatın popülerlik kazanacağı kuvvetle muhtemeldir. Bunun bir değişim rüzgarına dönüşüp dönüşmeyeceği ise hiç şüphesiz dış ve iç koşuların özgünlüklerine göre gelişim gösterecektir. Dolayısıyla AKP bu algısal tartışmaların dehlizinde en önde yüzen yarışmacı olarak uzun bir zamandır erken seçim gündemini içeride işletmektedir.

Erken seçim olasılığı

Bilindiği üzere temsili rejimlerde erken seçimler demokratik sistem tıkandığında veya iktidarın yönetememe kabiliyetini kaybetme durumuna istinaden muhalefet talebi ile gerçekleşir. Türkiye siyasi tarihinde iktidarların toplumsal, ekonomik ve siyasal koşulları lehlerine çevirmek için seçimleri erkene alarak oy kaybını minimize etmeye çalıştıkları birçok örnek mevcuttur. 1946’da CHP, DP karsısında, 1987 yılında Özal’lı ANAP’ın muhalefet karsısındaki manevrası bu duruma örnek olarak verilebilir. Seçimi erkene almak için manevralardan diğeri ise seçim kanunlarında değişiklik yaparak lehte olacak düzenlemelerle seçimlere gitmektir. Nitekim Cumhur İttifakı da bugünlerde seçim kanunları üzerinde bir çalışma yapmaktadır. Siyasi tarihte -ters tepmiş̧ olsa da- 1950 seçimleri öncesi CHP’li Nihat Erim’in seçim kanunlarında değişiklikler yaparak seçimlere gitmesi buna örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla AKP’nin mevcut seçim kanunu çalışmaları, siyasette yeni söylem çabaları ve yeni denklemler stratejisi içeride erken bir seçimin niteliğini ve kapsamını göstermesi açısından önem taşımaktadır. Siyasi tarzları farklı olsa da Cumhur İttifakı, Millet İttifakı, HDP ile Deva ve Gelecek Partisi gibi yeni kurulan partiler de kendi siyasi karakterlerine uygun olarak “erken seçim siyaseti” yapmaktadır. HDP’nin kayyım atamaları sonrası yaptığı erken seçim çağrısı demokratik sistemin tıkanması, CHP ve İyi Parti’nin yaptığı erken seçim çağrısı ise iktidarın yönetim krizine yönelik vurgular olarak ön plana çıkmaktadır. Bu durum özellikle son günlerde tekrar gündeme gelen mafya, siyaset ve narkotik tartışmasıyla ivme kazanmış̧ durumdadır.

Muhalefet her ne kadar iktidar ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin sebep olduğu siyasi, ekonomik ve idari krizden çıkışın bir yolu olarak seçimi işaret etse de halihazırda henüz bu çıkışın yol ve yöntemini belirlemekten, alternatif bir siyasi program sunmaktan uzaktır. İktidar blokunun yeni bir hikâye kurmaktan uzak bu metal yorgunluğu muhalefete önemli oranda alan açmakta, Türkiye’de tıkanan sistemi tekrar işler kılmak için önemli bir eşik olarak durmaktadır. Bunun yolunun ise iktidarın polarizasyon siyasetini taklit etmek değil, tam tersi kapsayıcı ve çoğulcu bir siyasi aksı kurmakla mümkündür. Bu aksın halihazırda en önemli aktörlerinden biri olan HDP, ülkede muhalefetin iktidarı yahut Erdoğan’ın pragmatist ve çatışmacı siyasetini taklit ederek değil, onun karşısında çoğulcu ve kapsayıcı bir siyasetin inşasına dair programatik bütünlüğün adresi konumundadır. HDP hem siyasal ilkelerin kurucu ve dönüştürücü rolünü, hem de iktidar ve muhalefet tarafından denklem dışı bırakılması üzerinden yapılan bütün siyasal hesapları matematiksel olarak tersyüz eden pozisyonuyla siyasetin ufkunu açan bir özne olmasını güçlü bir şekilde sürdürmektedir.

Rejim tartışmalarına odaklanan seçim gündemi, ekonomik, sosyal ve hukuki reform programları üzerinden değil, aynı zamanda AKP gibi bir yapı ve Erdoğan gibi bir siyasi figür de üreten Parlamenter sisteme dönüş üzerinden şekillenmektedir. Dolayısıyla muhtemel bir seçim ya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bağlamında kurumsallaşma ya da Parlamenter sisteme dönüş üzerinden alternatif bir rejime kapı açacaktır. İktidarın dış politik adımlarının içeriyi konsolide etmek ve iç siyasete bir yatırım aracına dönüştürdüğü gerçeğinden hareketle, Irak ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yönelik saldırgan tutum, Suriye’deki açık uçlu hakikat, Libya’daki müzmin labirent, Akdeniz ve Ege’deki askeri faaliyetlerin sönüklüğü ve içerdeki çoklu kriz ve o krizleri yönetememe hali hasılken seçim odaklı stratejiler geliştiren siyasi iktidarın kendi lehine dönüşüm gösteren bir atmosferde bu adımı atmaktan geri durması pek mümkün gibi görünmüyor. Dolayısıyla Batı’nın Afganistan’daki psikolojik yenilgisi ve bu bağlamda Afganistan’da ortaya çıkan ekspres değişim gerçeğinin yanı sıra Batı ve Arap dünyasıyla yeniden başlatılan diplomasi trafiğinin hız kazanmış olması yeni siyasi ve ekonomik, “müjdeler” olarak toplumsal hayatımızda yerini alırken siyasi iktidarın bu yoğun bir propaganda aracına dönüştürerek seçim startı vermesi kuvvetle muhtemeldir.


*Dr. Spectrum House Araştırma Merkezi Genel Direktörü