Akşamdan bu yana tüm kanallarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ‘hakaret’ suçundan verilen siyasi yasak ve 2 yıl 7 ay 15 günlük mahkumiyet kararı konuşuluyor.
Mahkumiyet kararının gerekçesi olan sözcük ise “Ahmak”… Ortaya çıkan durumun bu sözcükle ilişkisi ayrıca düşünülmeyi hakkediyor.
Mahkeme kararından bu yana en çok konuşulan konu ise karar ve adalet sistemi ilişkisi olmaktan ziyade seçimler!
Kuşkusuz seçim sath-ı mailinde yapılan her şey bu konjonktürde seçime dairdir. Bu bilgi haklı olarak pek çok insanı mahkeme kararı ve seçim ilişkisini birlikte düşünmeye itiyor. Bu vesile ile pek çok olasılık, tez de dile gelmiş oluyor. Bu olasılık ve tezlerden ilki ile başlayalım;
1- Karar ile; bir türlü aday belirleme iradesi gösterememiş olan Altılı Masa’nın adayı mahkeme eliyle devlet içinde bir kanat tarafından belirlenmiş oldu. Devlet içi bir yapının Cumhurbaşkanı adayı mahkeme eliyle teyit edildiği üzere İmamoğlu’dur.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığını istemeyen bu devlet içi yapının Altılı Masa’daki en önemli temsilcisi olan İYİ Parti lideri Meral Akşener, daha önce değişik vesilelerle Kılıçdaroğlu’nun adaylığını istemediğini ima etmişti. En son “İkinci Yüzyıla Çağrı” etkinliği öncesinde televizyona çıkıp; “Ekrem İmamoğlu veya Mansur yavaş aday gösterilirse biz ‘hayır’ demeyeceğiz” açıklaması ile etkinlikte Kılıçdaroğlu’nun olası adaylık beyanının önünü aldığı çokça konuşuldu. Dün karar ardından İmamoğlu-Akşener ikilisinin üzüntüden uzak hatta kısmen tebriki andıran kucaklaşma görüntüsü bahsedilen tezin bir diğer kanıtı olarak dolaşıyor.
Aslında Akşener çok zamandır hem Altılı Masa’yı, hem CHP’de kimi süreçleri domine eden bir profil çiziyor. Öte yandan İmamoğlu yer yer “partimizin adayı Kılıçdaroğlu’dur” dese bile aday olma isteğini her seferinden göstermekten kaçınmadı. Bu tez kararı, yek pare olmayan devlet içi güçler arasında bir hamle olarak okumayı kolaylaştırıyor. Üstelik Türkiye toplumunda “mağdur, popüler ve sağa seslenebilen” adayların iktidar yolculukları genellikle karşılık bulduğu için süreç bu deneyimle uyumlu yürütülüyor gibi.
2- Mahkeme kararı ile Erdoğan en güçlü bulduğu rakiplerden birinden, İmamoğlu’ndan kurtuldu. Dolayısı ile mahkeme kararında Erdoğan’ın etkisi var. Türkiye’de hukukun güce göre şekillenebildiği, siyasallaştığı tartışması çok eski bir tartışma. Ancak hiçbir dönem AKP-MHP iktidarı dönemindeki kadar da siyasallaşmadığı, elden ayaktan düşmediği ise bir başka kanaat. Erdoğan kendisi ile benzer özellikler taşıyan, popülist ve pragmatist yanları bulunan, benzer çevrelere hitap edebilen bir adayı karşısında görmek istemez. Bu kararla tam da böyle güçlü bir adayı bertaraf etmek istedi. Üstelik İstanbul’u kaybetme acısı da var. Faturayı bu bakımdan da İmamoğlu’na kesmek istemiş olabilir. Bu vesile ile bir taşla iki kuş vurmuş olur: Birincisi olası güçlü bir rakipten kurtulur. İkincisi, İstanbul’u kayyum yolu ile yeniden yönetme olanağı bulur. Yani karar AKP iktidarının vesayetçiliği ile ilişkilidir.
Mantıklı görünse de, bu teze itiraz edenler; temyiz yolu açık olan bir kararla İmamoğlu’na mağduriyet bahşederek, mağduriyet silahını ona vererek asıl o zaman güçlendirmiş olmaz mı? Ayağına sıkmış olmaz mı? Böylesi bir mağduriyet hikayesi ile İmamoğlu tasfiye olsa bile CHP faydalanmaz mı? Sorularını soruyorlar -ki oldukça mantıklı sorular bunlar.
3- İçinde yukarıdaki soruları soranların da olduğu bir grubun ileri sürdüğü üçüncü tez ise, kararın Erdoğan’a güçlü bir rakip çıkarma çabasına, Erdoğan’a mahkeme eliyle kurulmuş bir komplo olma iddiasına dayanıyor! Bu çevrelere göre asıl hedef Erdoğan! Kararla Erdoğan ve iktidarın ilişkilendirilmesi bunun bariz göstergesi. Aslında yaşananlar muhalefetin seçimleri kazanmasını isteyenlerin çabalarının sonucu. Bu teze ilk itiraz edenlerin öncelikli söylemi ise şu; “Başkasının mağduriyetinden bile mağduriyet ürettiklerine göre kararda etkileri var”. “Yoksa da bile AKP iktidarı kararı kendi çıkarına yontma çabasında. Bu bile kararla ilişkilenme isteğini gösterir.”
4- Dördüncü tez, ilk tez ile ilişkili görülebilir. Bu teze göre; İmamoğlu’na mahkumiyet kararı verenler İmamoğlu’nu öne çıkarmış olsa da, kimi güçlerin etkisi ile bu karar onaylanır. Bu süreç de oldukça tartışılan ve yıpratılan Kılıçdaroğlu da aday olamayacağına göre Mansur Yavaş ile Meral Akşener’in önü açılmış olur! Muhalefet adayı mağduriyetin kaymağını yer.
5- Bu teze göre karar ile Kılıçdaroğlu’na tuzak kuruldu. Asıl Kılıçdaroğlu’nun tasfiyesine hizmet eder karar. Bu karardan sadece adaylığını değil, CHP’deki genel başkanlığını da etkileyecek düzeyde bir etki bekleniyor. Yoksa Kılıçdaroğlu duruşma gününde neden Berlin’de olup, bunca tartışılmanın konusu olsun ki?…
Kimi birbiri ile ilişkili, belli başlı bu tezler bile hukuksal kararların Türkiye koşullarında asla hukuki olarak algılanmadığını bize söylerken, hukuki olanlarda dahil her türlü karar, söylem ve tutumun seçimle ilişkili olacağını, öyle değerlendirileceğini bize söylüyor.
Durum bu iken ve tartışmalar böyle yürürken mahkeme kararı ve sonrasındaki tartışmaların Kürt seçmendeki etkisi ve algısına dair de birkaç cümle eklemeliyim. Kürtler için yabancı değil. Zira son dönemde en az 48 belediyesine bu tür mahkeme süreçleri dahi titizlikle uygulanmadan kayyum atandı. O yüzden hukuk ve hükümet eliyle yürütülen bir vesayet rejimine tabi oldukları fikri yaygın.
Bununla birlikte yaşadıklarına Türkiye ve muhalefet cenahındaki sessizlikten de kaynağını alan bir algı ile yaklaşanların oranı azımsanmayacak kadar çok. Kararı yerel iradenin gasp çabası olarak görseler de Türkiye’nin batısının “mağduriyette eşitlendiklerinde” ancak kendileri ile empati kurulabildiği fikri bu konuda eylemsel bir itiraz gücünü şimdilik frenliyor. Ve doğrusu bu tür bir mağduriyet hikayesi henüz Kürt seçmen de muhalefet lehine bir oy hareketliliğine vesile olmuş görünmüyor. Muhalefete destek ilişkisinin hala en büyük belirleyeni; Kürt sorununa çözüm yaklaşımları, taleplerine dönük sahiplenicilik ve herkesi gören, tanıyan bir demokratikleşme çabası, vaadi…