Abdulmelik Ş. Bekir
Sistemin krizli hali her geçen gün dünyanın yeni bir alanını sonu olmayan savaş alanı haline getiriyor. Ukrayna’da yaşamı yutan savaş kısa sürede istatistik düzeyine inerek normalleşti. Ateş düştüğü yeri yaktı. Rusya ve Ukrayna arasında bir iki gün içinde dördüncü tur görüşmeler olacak. Sonuç ne olursa olsun Ukrayna artık vekalet ya da doğrudan savaşların yürütüleceği bir bölge olacak. Tıpkı sistem krizinin aynı akıbeti yaşattığı dünyanın diğer ülke ve bölgeleri gibi. Her ne kadar normalleşse de başlayan savaşlar yeni biçimlerde devam ediyor.
Bu alanlardan biri de kuşkusuz Irak’tır. Uygarlık sistemini başlangıcından beri yakasını savaşlardan bir türlü kurtaramayan ve dahi iki yakasını da bir araya getirmeyen Irak’ta sular durulmuyor. İki gece önce Kürdistan Federal Bölgesi’nin birçok kentine füzeler yağdı. Siviller zarar gördü, maddi hasar meydana geldi. Saldırıyı İran’nın Ortadoğu ülkeleri üzerinde hegemonya kurma ordusu denilen Devrim Muhafızları üstlendi. Her ne kadar saldırıyı, “Siyonizm’den intikam alma” olarak lanse etse de altında farklı nedenler de yatıyor.
Tarihsel nedenler baki kalmakla birlikte, İran’ın ani füze saldırısını tetikleyen atmosfer ve güncel gelişmelere bakalım. Rusya’nın Ukrayna işgali sistemin oluşturduğu fay hatlarına yansımaları oluyor. Zaten olmaması eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Savaş derinleştikçe ve taraflar sıkıştıkça birbirlerine karşı hamleleri artacaktır. Bu da savaşı daha geniş alanlara yayarak ve daha fazla ülkeyi dahil ederek olacaktır. Aynı zamanda kaotik süreci ve oluşan dengelerden nemalanmak isteyen fırsatçı ülkelerin de geçmiş kimi hesapları kapatma girişimleri olabilir.
Fırsattan faydalanmak isteyen ülkelerden biri de İran’dır. Devlet geleneği bu konuda epey mahir. Biden yönetiminin iş başına gelmesiyle kesintiye uğrayan nükleer enerji müzakereleri yeniden başladı. Batı ve Rusya gerginliği derinleşirken İran el yükselterek ambargo başta olmak üzere kimi konularda faydalanmak istiyor. Saldırıyla, aynı zamanda müttefiklik hukuku olan Rusya’ya da göz kırpmış oluyor. Elbette işin içinde başka faktörler de var. Bunlardan biri de ABD’nin geleneksel müttefikleri arasında son aylarda gelişen ilişkilerdir. İran’ın bir gözünün de burada olduğunu tahmin etmek zor değil.
AKP-MHP iktidarı görünürde ekonomik ancak özünde siyasi olan krizini aşmak için son altı yıldır sürdürdükleri, dillendirdikleri emperyal hayallerinden ricat etti. Düşman olarak ilan ettiği Körfez ülkeleri başta olmak üzere yüzünü Batı bloğu ve İsrail’e döndü. Biraz ABD’nin teşviki, bir az AKP-MHP iktidarının çözümsüz halinden kaynaklı diplomatik temaslar ve ilişkiler yoğunlaştı. Erdoğan, Körfez ülkeleri ve İsrail’e zeytin dalı uzattı, karşılıklı ziyaretlerde bulunuldu. Son olarak geçen hafta İsrail Cumhurbaşkanı Issac Herzog Ankara’yı ziyaret etti. İsrail-İran gerilimi gözetildiğinde bunun Tahran’ın gözünden kaçması olası değil.
Aynı tarihlerde Federal Kürdistan Bölge Başkanı Neçirvan Barzani kurmaylarıyla Ankara’yı ziyaret etti. Erdoğan başkanlığında bir araya geldiler. Burada verilen fotoğrafın diplomatik dili birçok mesaj içeriyordu. Fotoğrafın birinci mesajı Barzani ve kurmaylarının başka bir iradenin heyeti değil, Erdoğan’ın kabinesinin üyeleri ve bir parçası olduğu gerçeğiydi. Kürt halkında büyük rahatsızlık yaratan fotoğraf anlaşılan başka ülkelerinde gözünden kaçmamış. Türkiye, Körfez ülkeleri, İsrail ve KDP yönetiminin kesişen temaslarından İran’ın kendisine yönelik mesajları almamış olması mümkün değil.
Bir türlü hükümet kuramayan ve kurduğunda da dikiş tutturamayan Irak, seçimlerin üzerinden altı aya yakın süre geçmesine rağmen yeni hükümeti kuramadı. KDP ve Sadr Hareketi’nin lokomotifliğinde, Türkiye’nin teşviki ve ABD’nin oluruyla yapılan en son deneme dışlandığı için İran tarafından sabote edildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi de benzer zeminde gelişti ve aynı akıbetle karşılaştı. Tabiri caizse Irak’ı kendi malı gibi gören İran, KDP, Sadr Hareketi’nin Türkiye ve ABD ile ilişkilerinden rahatsız. Atılan her adıma karşı hamle yapıyor.
Diplomatik temasların yoğunlaştığı bir dönemde artık bir rutin haline gelen İsrail’in Suriye içlerine düzenlediği hava saldırısında Devrim Muhafızları’nın iki komutanının öldürüldüğü anlaşıldı. Şimdi haklı olarak, “Tüm bunların kabağı niye Kürtlerin başına patladı?” sorusu sorulabilir. Cevabı basit. İran birçok faktörü gözeterek, mesajını en iyi verecek şekilde en zayıf halkayı seçti. Bir taşla birçok kuş vurmaya çalıştı. Bir yandan Rusya-Batı gerginliğinde nükleer müzakerelerde avantaj elde etmek Kürtlere saldırarak ABD’ye karşı el yükseltirken, Rusya’ya göz kırptı.
Öte yandan Körfez, İsrail ve Türkiye’nin ortaklaşmasının kendisini hedef alacak olası hamlelerine mim koydu. Barzani’ye de kendisine karşı politikalara dahil olması durumunda olası sonuçlarını hatırlattı. Kürt halkına saldırarak kendi mesajlarını vermiş oldu. Rusya-Batı gerginliği sürerken ABD’nin tepki vermesi düşük ihtimal. Zaten ABD varlığının da direk hedeflendiği söylenemez. Molla rejiminin ince hesap yaptığı aşikâr. Kürtleri vururken de, “Siyonist rejimden intikam aldık” diyerek diğer Müslüman halkların İsrail antipatisi üzerinden saldırganlığını meşrulaştırmak istemektedir.
Kürtlerin bu denklemden çıkarması gereken dersler var. Ki denklem yeni değil. Yüz yıldır böyle sürüyor. Aynı zamanda haklı olarak çuvaldızı topraklarını savaş alanına çevirenlere çuvaldızı batırırken, iğneyi de kendilerine batırması gerekir. Özellikle KDP’nin değeri kendinden menkul olan ilkesiz siyasetinin farkında olmalıdır. Kürt halkının çıkarlarını gözetmeyen, getirisi müphem ancak götürüsü bariz olan ilişkilerini daha fazla sorgulamalı ve bununla da kalmayarak ulusal çıkarlar doğrultusunda değiştirmenin mücadelesini vermelidir.
Elbette KYB’nin dünyanın herhangi bir ülkesiyle halkının çıkarını gözeterek ilişki kurması eşyanın tabiatı gereğidir. Komşu olan devletlerle de ilişkileri olur. Ancak bu ilişkilerin ilkeleri olur. Kürt halkının çıkarlarının hilafına olmamalıdır. Maalesef KDP’nin dışarıyla ilişkileri uzun süredir Kürt halkına ciddi zarar veriyor. Özellikle Bağımsızlık Referandumundan sonra yaşadığı iradi kırılmayı bir türlü atlatamıyor. Panik halinde adeta bir hami arıyor. Doğru siyasi okuma yapamadığından adeta denize düşen yılana sarılır misali iradesini kıran güçlere sarılıyor. Öz gücüne dayanarak ayakta kalabileceğini aklının ucundan bile geçiremiyor.
Verdiği aciz görüntü ve ilkesiz siyaset diğer devletlere Federal Kürdistan Bölgesi’ni ilhak etme zemini veriyor. İlkesiz siyasetinden dolayı ne halktan gerekli desteği alabiliyor ne de saldırgan güçlere karşı bir tepki koyabiliyor. Federal Kürdistan Bölgesi’ni ardına kadar Türkiye’nin kara operasyonuna açan bir KDP haliyle Molla rejiminin benzer saldırılarına ses çıkaramıyor. Türkiye’nin Mahmur ve Şengal saldırılarını görmezden gelen ve hatta bu saldırılara gerekçe bulma derdindeki bir hükümet, İran’ın Hewleri bombalamasına karşı cılız bir iki söz söylemenin ötesine geçemiyor.
Otuz yıllı ardından bırakan bir geçmişe sahip olmasına rağmen idari, askeri ve mali başta olmak üzere yaşamın herhangi bir alanında işleyen bir mekanizma kurmuş değil. Tamamıyla dışa bağımlı haldedir. Yıllardır, “Kapıları kapatırız açlıktan ölürsünüz” tehditleri gün be gün hayata geçirilirken en ufak bir üretim adımı atılmış değil. Buna yetki ve zenginliği elinde bulunduran elitler Kürt halkını uçuruma sürükleyen rüşvet, yolsuzluk ve kayırma çarkından vazgeçmiyor. Bunları elde tutmak için kim bir ıslık çalıyorsa peşlerine düşüyor. Bu siyasetsizlik hali de mazlum Kürt halkının başına bomba ve füze olarak iniyor.
Türkiye’nin saldırılarına, “Falanca olmazsa saldırılar olmaz” bahanesi yaratan zevat elbette Molla rejiminin saldırılarına karşı bir adım atamıyor. Dahası ses dahi çıkaramıyor. Zira çıkarsa ilkesiz siyasetiyle birlikte lafı da ağzına tıkayacaklar. İlkesiz siyaset çaresiz kalınca da sürekli kaçtığı ulusal birlik çağrısı yapıyor. KDP başta olmak üzere gerek Kürt siyaseti gerekse Kürt halkının süren 3. Paylaşım Savaşı’nı iyi değerlendirmesi gerekir. Zayıf halka olmak istenmiyorsa gereklerini yapmalıdır. Kürt halkının çıkarlarının hilafına gerek içerde gerek dışarda atılan her adıma karşı tepki göstermek, siyasete müdahil olmak hem kendi arasında hem de komşu halklarla ortaklık kurmak.