Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri harekât başlattığı ve buna bağlı olarak enerji siyasetinin dünyada yeni dengeler ortaya çıkardığı bir dönemde İran’ın önceki haftalarda Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’e yönelik gerçekleştirdiği füze saldırısı, önümüzdeki dönemin bölgesel ve küresel ölçekte siyasal dengelerinin anlaşılması açısından oldukça önemli ve dikkatle okunması gereken bir gelişmedir.
Erbil saldırısının, 10 Ekim 2021’de gerçekleşen Irak’taki cumhurbaşkanlığı seçimi, hükümetin kurulması ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bölgede İran’a alternatif bir gaz tedarikçisi olma yönündeki hamleleri gibi bir dizi gelişmeyle yakından ilgisi bulunmaktadır. İran’ın Türkiye’ye gaz akışını durdurduğu ve Batı ile yeni enerji politikalarına dair görüşmeler gerçekleştirdiği bir dönemde bu saldırıların yapılması bugünden sonra İran’ın bölgedeki pozisyonunu anlamak açısından oldukça dikkat çekici bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Bu gelişme bölgede enerji politikalarına bağlı yeni nüfuz siyaseti açısından önemli mesajlar barındırmaktadır.
İran’ın teknik arızaları gerekçe göstererek 20 Ocak itibariyle Türkiye’ye doğalgaz girişini durdurması da bu süreçte üzerinde durulması gereken bir husustur. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini yeniden düzenlemek istemesiyle ilgili olan bu durum, Erbil saldırılarının arka planını anlamak açısından ayrıca bir önem arz etmektedir.
Öncelikle İran’ın Erbil’e yönelik saldırısını bölgede ve dünyada oluşan yeni dengeler bağlamında çok boyutlu bir stratejinin önemli bir parçası olarak görmek gerekir. Saldırı, özellikle bölgesel bağlamda güç tahkim edici bir girişim iken, uluslararası dengelerin yeniden düzenlenmesi bağlamında da önemli bir yeni siyasi eksene işaret etmektedir. Bu eksenin şifreleri ise büyük oranda Irak’ta son 5 ayda ortaya çıkan siyasal gelişmelerle ilgilidir.
Hatırlayalım, Ekim ayında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İran’a yakınlığıyla bilinen Nuri el Maliki liderliğindeki Kanun Devleti Koalisyonu 33, Haşdi Şabi’nin siyasi uzantısı Hadi el-Amiri liderliğindeki Fetih Koalisyonu ise 17 sandalye kazanarak yarışın çok gerisinde kaldı. Bu seçimde İran’a mesafeli politikalarıyla bilinen Mukteda es-Sadr, Mesut Barzani ve Muhammed Halbusi, ortaya çıkan sonuçlar bağlamında yeni hükümetin kurulması için ittifak arayışlarına girdi ve Sadr bu üçlünün “ulusal çoğunluk hükümeti” kuracağını deklare etti.
Seçim sonuçlarının İran’ın Irak’taki nüfuzu bağlamında ortaya çıkardığı yeni durum, İran’ın Erbil saldırısında hem hedefin kendisi hem de İran’ın kaybettiği etki alanının yeniden tahkimi açısından önemli bir gelişme olarak okunabilir.
İran, Erbil ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki birçok noktaya daha önce defalarca füze saldırısı düzenlemesine rağmen, 13 Mart’ta Erbil’deki yerleşim yerlerine 12 balistik füzeyle yapılan saldırı daha öncekilerden oldukça farklıydı. Geçtiğimiz yıllarda İran ekseriyetle kendisine karşı silahlı mücadele yürüten Kürdistan Demokrat Partisi’nin karargâhına, Erbil Havalimanı ve koalisyon güçlerine bağlı üslere füze saldırısı düzenlemekteydi. Bu sefer ise Erbil’deki yerleşim yerleri hedef alındı. ABD’nin diplomatik ve askeri misyonları ile koalisyon güçlerine ait üsler bu kez hedefte değildi. İran devlet yetkililerinin açıklamasına göre, hedefin aslında Erbil’de kurulan MOSSAD üssü olduğu belirtilmesine karşın, gerçekte böyle bir üssün olmadığı dolayısıyla da böyle bir hedefin olmadığı bilinmektedir.
Hedef alınan noktanın özgünlüğünden hareketle saldırıya baktığımızda hedefin özenle seçildiği anlaşılmaktadır. Füzelerin isabet ettiği yer Bağdat hükümeti ile ihtilaflı olan KAR Grubuna ait bir petrol ve doğal gaz işletmesidir. Dolayısıyla hedef ne sadece İsrail’dir ne de sanıldığı gibi sadece ABD’yi huzursuz etmektir. Füze saldırıları özelikle ticaret ve enerji politikaları dâhil bölgesel aktivitelerin İran’ın onayı olmadan yapılamayacağına yönelik oldukça sert ve net bir vurgudur. Hatırlanacağı üzere söz konusu bu müessese Türkiye üzerinden Süleymaniye doğalgazını ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki petrol rezervlerini dünyaya pazarlamasıyla nam salmıştır. Özellikle ABD sermayesi ve başta Exxon Mobil gibi kuruluşlar maddi destekler sağlayarak hedef alınan bu şirketi uluslararası bir aktör haline getirmek istemektedirler.
Hal böyleyken, bölgenin en önemli siyasi aktörlerinden biri olan ve bölge adına Küresel Oyuncu olarak kendisini global alana sunan İran, ortaya çıkan yeni duruma hiçbir şekilde rıza göstermediğini bu saldırılarla açık bir şekilde göstermiştir.
Irak’taki cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları, İran’ın bölge siyaseti ve özellikle Irak’taki nüfuzu açısından oldukça kritik bir şekilde sonuçlanmıştır. Bu saldırı ile beraber, Irak’ın iç işlerine artık istediği gibi müdahale edemediğini idrak etmeye başlayan İran gücünü yeniden tahsis etmek adına zor kullanarak varlığını hissettirmiştir. Başka bir ifadeyle Irak’la son zamanlarda oldukça gergin ilişkiler ile yaşayan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bölgede kendi rızası ve onayı olmaksızın defacto bir durum yaratamayacağını beyan etmiştir.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı askeri harekât ve sonrasında uygulanan ekonomik yaptırımlarla beraber enerji tedariki bağlamında yeniden ön plana çıkan İran’ın, uluslararası arenada nükleer anlaşmaların sürdürdüğü bir dönemde kendi iç dinamiklerine yönelik taktiksel bir ayıklamaya da gitmek adına yapılan saldırıyı direkt olarak devrim muhafızlarına yüklemiş olması da başka bir tartışmaya zemin sunmaktadır. Rusya’nın küresel ekonomik sistemden izole edilmesiyle beraber enerji tedariki açısından stratejik önemi tekrar ön plana çıkan İran’ın böyle bir dönemde bu saldırıyı gerçekleştirmesi, Ortadoğu’daki belirleyici siyasi özne pozisyonu ile ilgili çok açık bir mesaj taşımaktadır.
Özellikle Rusya’nın Ukrayna’da gerçekleştirdiği askeri operasyon ve NATO ile yaşadığı askeri gerginlikten sonra Çin’in dolaylı ve kısmi olarak Rusya’dan yana tavır almasıyla beraber İran Ortadoğu‘da yeniden çok önemli bir aktör, güvenilir ve cazip bir partner haline dönüşmüştür. Hem jeopolitik hem de jeostratejik olarak önemli bir konuma sahip olan İran, aynı zamanda nükleer güç olma yolunda da dünyanın dikkatini üzerine çekmiş ve güçlü aktör profilini dünyaya tekrar kabul ettirmeyi arzulamaktadır.
Bütün bu somut ve olgusal verilerden hareketle, İran’ın Erbil’e yönelik gerçekleştirdiği saldırının bölgesel ve uluslararası etkilerine baktığımızda bu saldırıların İran’ı küresel sistemden tecrit edecek saldırılar olmaktan öte, onu bölgesel ve küresel bir aktöre dönüştürecek bir gelişme olarak okumak ve bugünden sonra da benzer muhtemel saldırıların gerçekleşebileceğini düşünmek mümkündür. Lakin yıllardır büyük bir ambargo ile karşı karşıya olan ve dünya sisteminden izole edilen İran’ın, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri harekâtından sonra tekrar ön plana çıkarak dünyadaki yeni nizama dâhil mi olacağı yoksa daha büyük bir tecritle mi karşılaşacağı bugünden sonra alacağı tutuma bağlı olarak şekillenecektir. Bu bağlamda öteden beri tartışmalı ve problemli olan Devrim Muhafızları ve bazı paramiliter yapılar biçiminde şekillenen ikili içyapıların yeniden yapılandırılması hususunun da gündeme gelme ihtimali yüksektir. Öte taraftan İran içindeki Batı yanlısı kliklerle Rus ve Çin yanlısı kliklerin bir çatışması olarak da anlaşılabilecek Erbil saldırıları, her şekilde bölgesel ve küresel gelişmelerin Kürtler üzerindeki muhtemel sonuçlarını anlamak açısından önümüzdeki dönemlere projeksiyon tutan önemli gelişmeler olarak anlaşılabilir.
Ukrayna’ya yönelik askeri operasyon dünyada yeni bir bloklaşma sürecini beraberinde getirmiştir. Hem Çin-Rusya/ABD-Batı çatışması hem de ona bağlı olarak İran’ın bölgedeki nüfuz politikaları ve bunun bir sonucu olarak İran’ın Erbil saldırısı üzerinden hem Kürtlere hem de ABD ve Batı dünyasına verdiği mesaj, dikkatleri tekrardan Kürt meselesine çekmiştir. Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomik hegemonya paylaşımının merkezinde yer alan Kürt meselesi, dünyada ortaya çıkan yeni dengeler bağlamında bölgenin kaderini belirleme potansiyeli yüksek bir husus olmaya devam etmektedir. Dünyadaki mevcut gelişmeler bölge ülkelerinin Kürtlerle ilgili geleneksel politikalarını yeniden gözden geçirmelerini zorunlu kılmaktadır. İran’ın bu dengeleri gözetip gözetmeyeceğini kestirmek oldukça güç, lakin bölgedeki nüfuzunun akıbetinin önemli oranda Kürt meselesine yaklaşımı üzerinde şekilleneceğini belirtmek mümkündür.