Bir ülke düşünün ki her gün en az 5 kadın, erkek şiddeti sonucu katlediliyor. Bu katiller, birkaç yıl cezaevinde kaldıktan sonra çıkıyor. Tahliye edilen erkek faillerden kimi de kadın cinayeti nedeniyle ceza almayacağını bilmiş olacak ki bir kadını daha katlediyor. Ülkede yetkililer her gün kadına yönelik şiddetle mücadele ettiklerini dile getirerek iftihar ederken, şiddeti önlemeyi güvence altına alan uluslararası sözleşmeleri yürürlükten kaldırıyor.
2023 yılının ilk günlerinde ülkede güzel şeylerin olduğuna dair yazmak isterdim; ancak her gününe umutsuzluk ve zamlarla uyandığımız bir ülkede Pollyannacılık oynamak pek uygun düşmez. Karamsar olmamakla birlikte gerçekliğin ağırlığını hissetmek ve bu duruma göre konumlanmak sanırım herkesin sırtlayacağı bir mevzu. Kadın cinayetleri gerçekliği de bundan ayrı düşünülemez.
O zaman biraz daha rahatsız edelim; Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2022 yılında en az 334 kadın erkek şiddeti sonucu katledildi, 245 kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Hele ki ülkede zamlar peşi sıra gelince, insanlar ekmek kavgası yürütürken, toplumsal olarak belirsizlik cenderesinde savrulurken kadın katliamlarının, kadına yönelik erkek-devlet şiddetinin bu denli artması olağan hale getirilmeye çalışılıyor. Keza, Kadın Dayanışma Vakfı’nın (KADAV) 2021 raporunda şu ifadeler dikkat çekiyor: “Mevcut ekonomik kriz, kadına yönelik şiddet ve kadın yoksulluğu ile mücadeleyi olumsuz etkilemiştir. Yüksek enflasyon, kira, fatura, temel gıda ve hijyen ürünlerine yapılan zamlar, işsiz olma ve işsiz kalma kaygısı gibi faktörler boşanmayı düşünen kadınları kaygıya ve evli olduğu erkeklere bağımlı kalmaya itmiştir.”
Fatma Altınmakas, Pınar Gültekin, Emine Bulut, Ceren Özdemir ve erkek şiddeti sonucu katledilen daha nice kadın… Kadın cinayetleri her gün katlanarak artarken şiddeti önlemeye dair çözüm önerileri sunan kadın örgütleri hedef gösteriliyorsa ya da şiddeti önlemede esas belirleyici olan İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırılıyorsa o ülke yönetimindeki iktidarın, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda sorunu yoktur.
Kadın cinayetinden cezaevine giren ancak Covid-19 tedbirleri kapsamında şartlı tahliye ile çıkan Necati A. adlı erkeğin serbest kalmasının hemen ardından başka bir kadını öldürmesi, iktidarın şiddete dair çözüm üretmek yerine şiddete zemin hazırlamasına bir örnektir. (Necati A. daha önce de bir kadını daha katletmiş) Kadın örgütleri “Kadın cinayetleri politiktir” dediği zaman tam da bu gerçekliğe işaret ediyor. Slogan olmasından öte bir gerçekliği dile getiren bu söylem, ne anlama geliyor bakalım.
Öncelikle kadın cinayeti ne demektir, bunun adını iyi koymak lazım. “Kadınlar, bu ülkede cinsiyetlerinden dolayı katlediliyor” dediğimiz zaman erkek egemenlikçi bakış açısının bir sonucu olan “ama erkek ölüm oranları kadınlardan daha fazla” diyenlerin sesine cevap verelim. Bir kere erkekler, cinsiyetinden dolayı öldürülmüyor, ancak kadınlar sırf kadın oldukları için yani cinsiyetinden dolayı katlediliyor. Bu ne demek? Kadının ikinci cins olarak kabul edildiği bir sistemde, cinsiyetler arasında tahakküm ve sömürü ilişkileri üzerine kurulmasına yol açan cinsiyetçiliğin sonucu demek.
Kadınlar, patriyarkanın kendilerine dayattığı rolleri kabul etmedikleri için; kocasına yemek ‘beğendiremediği’ için, evli olduğu erkekten boşanmak istediği için, babasının lafından çıktığı için, başka bir ilişkisi olduğu için, sevgilisinden ayrılmak istediği için, bedeniyle ilgili kendi karar verdiği için… Yani kısaca kendi yaşamlarıyla ilgili karar almak istediği için katlediliyor. Kadınlar bir yandan en yakınları tarafından öldürülürken, diğer yandan şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiği haberleri basına yansıyor. Şüphe de genelde balkondan atladığı, suda boğulduğu gibi gerekçeler üzerine kurgulanıyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu olarak yaşanan kadın katliamlarına dair iktidar; yargısı, medyası, tüm erkek mekanizma ve kurumlarıyla işbirliği içerisine girerek kadın cinayetlerine karşı önlem almak yerine bu durumu daha fazla körüklüyor. Nasıl mı yapıyor? Yargısıyla failleri cezasız bırakarak ya da indirimlerle ödüllendirerek; medya üzerinden kadınlara nasıl konuşması, nasıl giyinmesi, kocasına nasıl davranması gerektiği telkinleri vererek; kurumları aracılığıyla kadınlara “eksik kadın” olmaması için evlenmesi, çocuk yapması, gerektiğinde kamusal alandan uzaklaşarak “yuvasına sahip çıkması”nın önemli olduğu mesajını ileterek yapıyor.
Kadın cinayetleri bu yüzden politiktir. Dolayısıyla Aileve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın dediğinin aksine siyasetin, yönetenlerin, yasa yapıcıların, halk tarafından seçilenlerin kadın örgütleri ve kurumlarının görüş ve önerilerini dikkate alarak çözeceği bir sorundur. Sorun çözülmezse çözülmek istenmiyorsa, handikapta bırakılıyorsa, bu sorun sürekli kendini üreterek çözmek istemeyenlerin işine yarar bir hal alır anlamına gelir. İktidarın da istediği kadın katliamlarına karşı önleyici tedbirler almak yerine aksine bunu yeniden üreten, bir kadını cinsiyetinden kaynaklı öldürülmeyi münferitmiş gibi gösteren politikalarıdır.
Kadın cinayetleri adli vakalar değildir. Kadınlar sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında şiddete maruz bırakılıyor. Çeşitlenen şiddet türü kadın cinsinden nefret söylemine kadar uzanıyor. Cinsiyetçi ideolojinin dile yansıması şeklinde kurumsallaştığı bu politikanın adı kadın düşmanlığıdır. Katledilen kadınların sesi olmak için sokaklara çıkan kadınlar baskıyla darp edilip gözaltına alınıyorsa, yönetenlerin politikalarını eleştirip çözüm önerileri sunduğu için cezaevine konuluyorsa bunun adı kadın düşmanlığıdır.
Kadın düşmanlığını kendine ilke edinen bir iktidarın karşısında kadın dayanışmasının büyütülmesine daha çok ihtiyaç var.
Zuhal Atlan kimdir?
1988 yılında Diyarbakır’da doğdu. 2011 yılında İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Üniversite son sınıfta gazeteci olmaya karar verdi. Çeşitli medya yayın organlarında çalıştı. KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nda muhabir ve haber şefi olarak çalıştı. Mezopotamya Ajansı’nda kadın alanında editörlük yaptı. Kadınların yaşam hakkı ihlali ve mücadelesine ilişkin yazılarına devam ediyor.