Uzun çalışma saatleri, kayıt dışı çalışmanın ve işsizliğin yüksekliği ve ücret düşüklüğü ile Türkiye, şu an işçi sınıfı için cehennemden başka bir yer değil. Bölüşüm içinde emeğin payının giderek azalmasına karşı sermayenin payının artışı sınıf sömürüsünü, yoksulluğu ve işsizliği artırırken tam zamanlı, kayıtlı, insani bir işte çalışmak, özellikle kadınlar için neredeyse bir ayrıcalık haline gelmiş durumda.
DİSK’in raporuna göre çalışma çağındaki 32,6 milyon kadının sadece 5,9 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı istihdamda. Halihazırda istihdamda olan her 100 kadından ise sadece 18’i kayıtlı ve tam zamanlı çalışıyor. Kayıt dışı çalışma en güvencesiz çalışma biçimi olduğundan her an ve herhangi bir kriz durumunda işinizi kaybedebiliyorsunuz. Nitekim pandemi döneminde kadın istihdamında gerçekleşen en az üç puanlık düşüşün esas nedeni kayıt dışı çalışan kadınların işlerini kaybetmeleri oldu. Özellikle ev işçileri bunu en şiddetli biçimde yaşadılar. Bu bağlamda kadınlar için kayıt dışı çalışmada oransal olarak bir gerileme gerçekleşti. Yine kadınların en az yüzde 40’ı ücret kaybı yaşadı.[1] Öte yandan işsizlik genel olarak artarken (TÜİK her ne kadar gerilediğini söylese de), 15-24 yaş arası genç kadınlarda geniş tanımlı işsizlik yüzde 42’yi geçmiş durumda. Aynı yaş grubu erkeklerde bu oran 26,5.[2]
Diğer mesele ise devletin dilinde ve raporlarında “bölgesel farklılıklar” ya da “azgelişmişlik” diye geçen, bölgeler arasında ortaya çıkan uçurum. TÜİK’in İstatistiklerle Kadın 2021 raporuna[3] göre en yüksek istihdam oranları yüzde 50 ile Tekirdağ, Edirne, Kırklareli şehirlerini kapsayan Trakya (TR21) bölgesi olurken, Mardin, Batman, Şırnak, Siirt illerini kapsayan TRC3 bölgesinde, yani Kürdistan’da genel istihdam oranı sadece yüzde 26 ile diğer bölgelere kıyasla en düşük seviyede. Marmara ve Karadeniz bölgelerinde kadın istihdamı yüzde 30’larda seyrederken ve Türkiye’de genel kadın istihdamı oranı yüzde 26 iken Kürdistan’da kadın istihdamı oranı sadece yüzde 12 civarında. Erkek istihdamı ise yüzde 40 (Bu oran Trakya bölgesinde yüzde 68). Üstelik TÜİK’in verilerinin gerçeği tam olarak yansıtmadığını düşündüğümüzde ve pandeminin etkisini göz önünde bulundurduğumuzda bu oranın daha düşük olduğunu tahmin etmek zor değil. Dolayısıyla emek meselesini, özellikle kadın istihdamını konuşurken nadiren bahsedilen bu duruma işaret etmek ayrıca önemli.
Kadınların ücretli emek gücüne katılması meselesini tartışırken bunu ev içi ücretsiz emek ile birlikte düşünmemiz gerektiğini, feministler olarak biliyoruz. TÜİK’in toplumsal cinsiyet raporlarında da ücretli çalışmaya katılamama nedenleri arasında “ev işleriyle meşgul” kategorisi vardır ve burada erkekler yoktur. Ev içi işler ve çocuk, yaşlı ve engelli bakımı başta olmak üzere tüm bakım yükü hâlâ büyük ölçüde kadınların sırtında olduğu için de kadın emeği katmanlı ve çok boyutlu bir mesele. Öte yandan bugün kadın istihdamının düşüklüğünün sadece kreş gibi hizmetlerin sağlanmasıyla çözülebileceği senaryosundan bir ölçüde uzaklaştığımızı söylemek mümkün. Her ne kadar güvenilir bulmasak da TÜİK’in 2021 tarihli Toplumsal Cinsiyet istatistiklerinde[4] işgücüne dahil olmama nedenleri arasında bulunan “ev işleriyle meşgul” kategorisinde önceki yıllara oranla görece bir düşüş varken, “iş bulma ümidi olmayanlar” kategorisinde kadınlar arasında 2019’dan sonra kayda değer bir artış var, bu oran 2021’de 2015’e kıyasla en az üç kat artmış. Dolayısıyla iş arayan ve bir süre sonra iş bulamadığı için ümidi kırık işsizlere dönüşen kadınların sayısı artıyor.
Kreş dahil olmak üzere sosyal politikaları, ücretli bir işte çalışsın çalışmasın kadınları ev işlerinden, bakım yükünden, patriyarkadan özgürleştirecek bir mesele olarak düşünmeliyiz.
Bu nedenle, kadınların ücretli çalışmadaki payının giderek azalması gerçeğini tartışırken emek piyasasının yapısına dair bazı noktaları gözden kaçırmamak gerekiyor. Birincisi, iş bulabilmeniz için öncelikle piyasada iş olması gerekiyor. “Büyüme”yi inşaata ve ranta dayalı sermaye birikimi üzerinden gerçekleştirip tümüyle sermayeyi palazlandıran ve düzgün iş yaratma kapasitesi giderek daralan bir ekonomik yapı içinde yaşıyoruz. İkincisi, Türkiye’de emek piyasasının cinsiyete göre bölünmüş yapısının varlığını güçlü bir şekilde koruduğunu unutmamak gerekiyor. KADAV için kadınların sendikalaşması konulu araştırmayı[5] yaparken gördüğümüz en önemli sorunlardan birisi belli işkollarına kadınların neredeyse kabul edilmemesiydi. Örneğin enerji işkolunda ya da metalde iş başvurusu yapan kadınlara doğrudan “biz kadın almıyoruz” ya da “sadece sekreterlik için başvurabilirsiniz” cevabı verilmesi, bir metal fabrikasında erkek işçilerin imza toplayıp zaten az sayıda olan tüm kadın işçileri fabrikadan attırmaları, hatta kimi zaman kadınların yoğun çalıştığı sağlık gibi alanlarda bile belli işlere alınmamaları, işkolundaki bölünmenin yanı sıra işyerinde de kadın işi-erkek işi ayrımının oluşması zaten daha az istihdam edilmek ve daha düşük ücret almak demek. Kadınlar ayrıca ücretlerin bu kadar düşük, kreş gibi hizmetlerin bu kadar pahalı olduğu bir sistemde işlerini bırakıp evlere çekilmek zorunda kalabiliyorlar.
Kadın istihdamının kreşle ve genel olarak bakım yüküyle ilişkisini kurduğumuzda ise mevcut emek gücü piyasasının cinsiyetçi ve sömürü dolu yapısının değişmesi gerektiğini vurgulamamız gerekiyor.
Kamu kreşlerini “kamuya zarar” gerekçesiyle birer birer kapatıp özellikle yoksul çocukları tarikatların ve cemaatlerin kreşlerine mahkûm eden, sadece belli gelir düzeyine sahip insanların karşılayabileceği pahalılıkta özel kreşler işleten siyasal iktidar-sermaye ittifakı karşısında ücretsiz, nitelikli ve anadilinde kreş talebini kuşkusuz sürdürmeliyiz. Daha önemlisi, kreş dahil olmak üzere sosyal politikaları, ücretli bir işte çalışsın çalışmasın kadınları ev işlerinden, bakım yükünden, patriyarkadan özgürleştirecek bir mesele olarak düşünmeliyiz. Kadın istihdamının kreşle ve genel olarak bakım yüküyle ilişkisini kurduğumuzda ise mevcut emek gücü piyasasının cinsiyetçi ve sömürü dolu yapısının değişmesi gerektiğini vurgulamamız gerekiyor. Bölüşüm eşitsizliğine, kadınların birçok işkolundan dışlanmasına, kadınlara belli bir yaştan sonra iş verilmemesine, ücret eşitsizliğine, işyerlerinde sistematik hale gelen tacize ve şiddete karşı daha geniş kapsamlı bir politikaya ve mücadeleye ihtiyacımız var.
[1] DİSK-AR, Covid-19 Döneminde Kadın İşgücünün Durumu, 2021.
[2] DİSK-AR, İşsizlik ve İstihdamın Görünümü, 16 Ağustos 2022, https://disk.org.tr/2022/08/disk-ar-calisabilir-645-milyonun-sadece-214-milyonu-kayitli-tam-zamanli-istihdamda/
[3] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Kadin-2021-45635#:~:text=T%C3%9C%C4%B0K%20Kurumsal&text=Adrese%20Dayal%C4%B1%20N%C3%BCfus%20Kay%C4%B1t%20Sistemi,1’ini%20ise%20erkekler%20olu%C5%9Fturdu.
[4] https://www.tuik.gov.tr/media/announcements/toplumsal_cinsiyet_istatistikleri_2021.pdf
[5] Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Kadınların Sendikalaşma Deneyimleri, Sendikaların Kadın Politikaları, İstanbul: KADAV. https://kadav.org.tr/wp-content/uploads/2022/11/2022-rosa-rapor.pdf
Semiha Arı kimdir?
Feminist aktivist ve bağımsız araştırmacı. Doktorasını 2018 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamladı. 2021 yılında Güney Afrika’da Wits Üniversitesi Eşitsizlik Çalışmaları Güney Merkezi’nde (Southern Centre for Inequality Studies) misafir araştırmacı olarak çalıştı. Feminist mücadele içinde yer almaya, kadın emeği ve kadın örgütlenmesi konularında çalışmaya devam ediyor.