Küresel resesyon riskinin arttığına ilişkin uyarıları değerlendiren iktisatçı Hayri Kozanoğlu, böyle bir durgunluğun, tüm dünyada üretim düşüşü ve istihdam kaybı anlamına geleceğini söyledi. “Kapitalizmin yeni bir kriziyle karşılaşırsak şaşırmayacağız” diyen Kozanoğlu, Türkiye ekonomisinde ise durgunluğun şiddetlenebileceğini dile getirdi.
ABD’nin başkenti Washington’da yapılan “IMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantıları”nda dünya ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunan IMF’nin patronu Kristalina Georgieva, küresel resesyon riskinin arttığı uyarısında bulundu.
Dünyayı bir durgunluk tehlikesinin beklediği kaygısı sadece IMF tarafından değil Dünya Bankası, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) gibi uluslararası kuruluşlar tarafından da dillendiriliyor.
Söz konusu tehlikeyi, “Fırtına yaklaşıyor” başlıklı yazısıyla BirGün gazetesindeki köşesine taşıyan İktisatçı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile küresel resesyon riskinin ne anlama geldiğini konuştuk.
Gazete Karınca’ya değerlendirmelerde bulunan Kozanoğlu, dünya ekonomisindeki yavaşlamanın 2026’ya kadar yaklaşık 4 trilyon dolarlık kayba neden olmasını beklendiğine dair öngörü için “4 trilyon dolar Almanya ekonomisinin büyüklüğüne denk çok büyük bir kayıp” dedi ve ekledi:
Böyle bir durgunluk, küresel kapitalizmin entegre yapısı düşünülürse tüm dünyada üretim düşüşü, istihdam kaybı demek. Bunun yansıması farklı ülkeler için ve ülkeler içindeki çeşitli kesimler için aynı şiddette olmayacak. Metropol kapitalist ülkelerde yoksul emekçi kesimler, kadınlar, göçmenler daha fazla etkilenir; doğrudan yaşam standartlarının düşmesi, satın alma güçlerinin zayıflamasıyla yüz yüze gelir.
‘Devrimci dalgaya yol açmasından ürküyorlar’
Küresel Güney’deki gelişmekte olan ülkelerde ise daha yaygın bir yoksullaşma yaşanacağına işaret eden Kozanoğlu, The Economist dergisinin dünya ekonomisinin ‘yeni bir rejime geçişin eşiğinde’ olduğuna dair yorumuna ilişkin şunları söyledi:
The Economist dergisi, Financial Times ile birlikte küresel burjuvazinin stratejileri açısından en önemli yayın organlarından. İkinci Dünya Savaşı sonrası uygulanan hem yüksek büyüme ve istihdam, hem de emekçi sınıflar açısından da yaşam standartlarının yükselmesi anlamına gelen Keynesçilik ve 80’lerle birlikte gündeme gelen ‘özelleştirme, kuralsızlaştırma ve finansallaşmayla’ simgelenen neoliberal rejim gibi büyük bir yeniden yapılanmanın eşiğinde olduğumuzu söylemesi önemli.
Çünkü küresel anlamda bir gelir ve servet dağılımı bozukluğu alıp başını gitmiş, yoksulluk hatta açlık yaygınlaşmış durumda. Düşük büyüme, küresel iklim değişikliği, yaşlanma gibi sorunlar karşısında önemli bir kulvar değişikliği gerektiğinin farkındalar.
Fakat bunun, bağımsız merkez bankası gibi neoliberalizmin kurumlarını dağıtması, gelir ve serveti emekçiler lehinde bölüştürmesi, güç ve mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirecek bir devrimci dalgaya yol açmasından da ürküyorlar. O nedenle refleks gösteriyorlar.
‘Kapitalizmin yeni bir kriziyle karşılaşabiliriz’
Dünyada ABD Merkez Bankası’nın (FED) başını çektiği bir faiz artış dalgasının yolda olduğunu söyleyen iktisatçı Hayri Kozanoğlu, ABD dolarının hâlâ dünyanın en güçlü parası olduğunun altını çizerek, “Tüm döviz işlemlerinin yüzde 85’inin alış veya satış bir ayağı dolar. Diğer ülkeler bu trende ayak uydurmazlar ise paraları şiddetle değer kaybedebilir. Bugün Türkiye’nin yaşadığı gibi akut bir enflasyonla karşılaşabilirler” dedi.
Kozanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
O nedenle ekonomisinde daha ciddi büyüme sorunu bulunan Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği (AB) gibi merkezler de hızlı faiz artışına gidiyorlar. Özellikle Türkiye’nin önde gelen dış ticaret partneri avro bölgesi Rusya-Ukrayna savaşının tetiklediği enerji krizinin ve güney ülkeleri İtalya, İspanya, Yunanistan, Portekiz ile Almanya’nın başını çektiği birliğin daha müreffeh ülkelerinin ihtiyaçlarının farklılaşması nedeniyle de sorun yaşıyorlar.
ABD hem enerji ihracatçısı haline gelmenin hem de işsizliğin düşük olmasının etkisiyle daha rahat davranıyor. Bu politikanın başlıca amacı emek kesiminin sendikaların ücret talebinin önünü kesmek. Ancak enflasyonun başlıca nedeninin kapitalizmin üretim krizi, tedarik zincirlerindeki aksamalar, jeopolitik mücadelenin kızışması nedeniyle üretimi iç piyasaya veya komşu-dost ülkelere kaydırma stratejisinin maliyetleri artırması vb. olduğu düşünülürse muhtemelen faiz artışları olumlu sonuç vermeyecek. Büyük olasılıkla durgunluk içinde enflasyon anlamına gelen stagflasyona kapı aralayacak. Kapitalizmin yeni bir kriziyle karşılaşırsak şaşırmayacağız.
‘Kemer sıkma önlemleri gündeme gelebilir’
Gelişmiş ülkelerin küresel durgunluktan olumsuz etkileneceğini dile getiren Kozanoğlu, “Faizlerin yükselmesi sonucu sadece işsizlik ve yoksulluk artmaz faize duyarlı konut sektörü de büyük darbe yer. ‘Ben niye ev sahibi olamıyorum, önceki kuşakların yakaladığı yaşam koşullarının gerisinde kalıyorum’ şeklindeki karamsar ruh halini körükler” yorumunda bulundu.
Bunun sağ popülist akımlara desteği artırabileceği ve göçmenlere olan tepkileri alevlendirebileceği uyarısında bulunan Kozanoğlu, olası etkileri şöyle sıraladı:
Borsalarda ve tahvil piyasalarındaki düşüşler hızlanabilir, ‘servet etkisi’ denen insanların finansal varlıkları arttıkça daha güvenli hissedip harcamalarına hız vermesi, aksi gerçekleştiğinde ise tüketimini kısması olgusu harekete geçebilir. Zayıflayan talep büyüme ve istihdamı daha da olumsuz etkileyebilir.
Gelişmekte olan ülkelerde ise bunların yanında yüksek dış borçları ve borçlanma ihtiyaçları nedeniyle büyük sorun yaşanabileceğini vurgulayan Hayri Kozanoğlu, “Yeni bir dünya borç krizi yaşanabilir. Borç yapılandırmaları sonucu kemer sıkma önlemleri gündeme gelebilir, sosyal programlar kısılabilir, kamu hizmetleri aksayabilir. 80’lerin, 90’ların benzeri bir kriz nüksedebilir” diye belirtti.
‘Türkiye ekonomisinde durgunluk şiddetlenebilir’
Dünya ekonomisinde ‘finansal türbülans yaşandığına’ işaret eden Prof. Dr. Kozanoğlu, bu durumun Türkiye ekonomisine yansımalarına ilişkin ise şu değerlendirmede bulundu:
Türkiye zaten ciddi bir kur değersizleşmesi ve enflasyonla yüz yüzeydi. Risk primi 800 puana dayanmış durumdaydı. Dolar-avro faizlerinin yükselmesi doğrudan borçlanma maliyetlerini artırıyor. Küresel risk algısının hızlandığı ortamda ‘güvenli liman’ arayışını hızlandırıyor, bizim gibi ülkelerden kaçışı çağırıyor.
Türkiye inatla faizleri düşürerek bu çalkantının daha da şiddetlenmesine yol açıyor. Bir de enflasyon karşısında insanların satın alma gücünün gerilemesi, mevcut birikimlerinin erimesi, kredi kartı bireysel borç limitlerinin sınırına dayanması sonucu ilk belirtileri görülen durgunluk şiddetlenebilir. Seçim ekonomisinin harcamaları artırmasıyla, durgunlukla enflasyonun birlikte yaşandığı stagflasyonun hiper enflasyon ve krize dönüştüğü bir döneme girilmesi tehlikesi gündeme gelebilir.