Bahadır Altan
Mevsim normalinde bir kar yağışı, alelacele yapılan 3. havalimanını adeta çökertti. Boğaza 3. köprüyü yapınca, birinci Boğaz Köprüsü’nü kapatmak kadar vahim bir kararla, yeri ve pist istikametleri seçilmiş, Atatürk Havalimanıyla (AHL) birlikte kullanımı adeta olanaksız kılınmıştı. Bu da yetmedi, Saray, kendine özel havaalanı yaptığı AHL’nın yeniden sivil trafiğe açılma ihtimalini, ana pistler üzerine, aynı gecekondu usulüyle “hastane” inşa ederek tümüyle yok etti. Ama doğa öcünü aldı. Kar ortalığı kaplayıp Karadeniz’den gelen olumsuz hava koşullarına açık 3.HL kapanınca, iktidarın kodamanları, Atatürk Havalimanı kısa pistine muhtaç oldular…
Milyonlarca ağaç ve su havzalarını yok ederek, resmi rakamlarla 60’ın üzerinde işçinin canı pahasına inşa edilen bu kötülüğün doğal sonuçlarını yaşadık geçen hafta. Hangar çatıları çöktü binlerce yolcu mahsur kaldı. Havalimanı işleticisi, 5’li çetenin yaramaz çocuğu şirket IGA, yolculara yarım porsiyon yemeği 150-200, bir şişe suyu 25 liradan satarak hizmette kusur etmedi! Şimdi bu rezilliğin ve aczin “köpüğünü” dikkatleri İmamoğlu’na çekerek ve THY yönetim Kurulu başkanı İlker Aycı’yı istifa ettirerek aldıklarını sanıyorlar! Fena halde yanılıyorlar…
Sivil havacılığımızın plansız programsız, çok hızlı ve hormonlu büyüdüğü, alt yapının buna ayak uyduramayıp tökezlediği yıllarına tam da içerden tanıklık ettiğim için “AKP iktidara gelince havacılıkta…” sözüyle başlayan çok cümle kuracağız bu yazılarda. Çünkü gördüğüm ve bizzat yaşadığım kıyımları, hukuksuzlukları, kuralsızlıkları, sahtekarlıkları, cinayet gibi uçak kazalarını, ölümleri anlatmayıp susmanın yükü konuşmaktan ağır. Karınca da bu yükü taşıyor sağ olsun…
THY Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı İlker Aycı diğer AKP bürokratları gibi bir “kuldu.!” Gel dediler geldi, ne söylenirse yerine getirdi, arada bir kendine ve eşine kırmızı halılar döşeterek yaşayıp payını kaptı ve git dediklerinde de gitti. Kendinden öncekiler de böyleydi. AKP’nin İBB Metro müdürlüğünden devşirdiği ilk bürokrat Abdurrahman Gündoğdu, ekibiyle beraber yönetim kuruluna verilecek komisyonun cazibesinin getirdiği hızla uçak alımına girişip “bunları uçuracak pilot ve kabin memurlarının gerektiğini sonradan anladık!” dediğinde, namaz kılıp hacca giden bir Baş Pilotları vardı ama personel yetersizliğinden seferler yapılamayacak haldeydi.
Daha sonra gelen Candan Karlıtekin 2007 de bizlerin uçuş emniyetini tehlikeye sokan, yorgunluğu azaltacak taleplerine karşı çıkıp toplu sözleşme çıkmaza girince grev oylaması istemişti. Sayın Karlıtekin, işçileri ikna edeceğine “yukarıyı” da inandırırken karşısındaki işçilerin yılların “havacısı”, kendisinin ise sektörle hiç ilgisi olamadığı halde zembille yukardan indirilen bir finansçı (paracı) olduğunu unutuyordu.
Yazıyı uzatma pahasına bu süreci çok iyi özetleyen bir anımı aktarmama izin verin lütfen…
Grev oylamasına giderken sendika temsilcileri olarak bizler, greve “EVET” demeleri için işçilere süreci anlatırken, Candan Bey, yardımcısı şimdiki Genel Müdür Bilal Ekşi’yle beraber “HAYIR” demeleri için aba altından sopa gösterip tehditler de dahil her şeyi yapıyorlardı. Biz de toplantılarda sorular sorarak onları sıkıştırmaya, işçilere moral vermeye çalışıyorduk. Bu tartışmaların birinde hem de pilot ve kabin memurlarının toplandığı oldukça büyük bir salonda, “Biz İngiliz pilot ve kabin memurları kadar ücret istemiyoruz, ama onlar kadar uykuya ihtiyacımız var” diyerek dinlenme süresini artıran TİS teklifini neden reddettiklerini sormuştum. Hakkını yemeyeyim Candan Karlıtekin’in AKP’nin ilk yıllarında olduğu gibi görece liberal “demokrat” bir tavrı vardı, o yüzden şimdi DEVA Partisinde olduğuna şaşmıyorum. Sonraları THY’de ortam, bütün ülkedeki değişime paralel olarak adım adım askeri hiyerarşiyi aratan bir despotizme diktatörlüğe dönüştü.
Bir salon tartışmamızda Candan Bey sıkışınca “Siz de her şeyi pek biliyorsunuz Bahadır Kaptan!” dediğinde, kendisine gördüğü eğitimleri, “Candan Bey siz ne okudunuz?” diye sormuştum. Finans okuduğunu ve haklı olarak nitelikli okullarını sıralamıştı. Ben de, ben yüksek lisans, doktora vb yapmadım ama okuduğum lisenin bile adı Hava Lisesiydi, çalıştığım her kurum havacılıkla ilgiliydi. (Hava Harp Okulu, Hava Kuvvetleri, Sivil Havacılık Yüksek Okulunda öğretmenlik, Air France uçuş okulunda öğretmenlik eğitimi vb) “Havacılığı sizden daha iyi bilmemde bir beis yok ki, ben de paradan anlamam o da sizin işiniz!” yanıtını vermiştim. İşçilerin coşkulu alkışlarıyla ekşi ekşi salondan ayrılmışlardı…
Grev oylamasını biz kazandık. İşçiler “Greve Evet” diyerek örgütlülüğün arkasında durdular. Ancak Hava İş sendikası o zamanki Başkanı Atılay Ayçin, biz temsilcilerin itirazlarına rağmen alelacele “Bakan gelmiş beni bekliyor!” diyerek koşa koşa gidip TİS’i imzaladı. İşçilerin geneli memnun olsa da kazanımlar yarım kaldı, dahası son kararı onlara danışamadan, işçilerle birlikte alamamıştık. Mücadeleyi heder eden sol görünüp sağ vuran bu sendikal bürokrasiyi başka bir yazıya bırakalım.
THY yönetimi önce bu mücadelenin öncülerini işten attı. Sonra, Karlıtekin kendi söylediği gibi “Ceketini alıp” gitti. Ceketin cepleri dolu muydu boş muydu bilmem ama benim işten atılma kararım bu seçimlerdeki bir olayda verilmişti. Uçuş İşletme oyları sayılırken önemli sayıda EVET oyunun çalındığını fark ettik. Hem de şirketin hukuk danışmanı bir avukatı tarafından! Yine de biz öndeydik. Buna rağmen üşenmeyip bütün oyları yeniden sayıp farkı artırdık. O zaman sayımda görev alan bütün arkadaşların huzurunda işveren tarafının temsilcisi olarak aslında oy çalımından da sorumlu olan Uçuş İşletme Başkanına söylediğim bir söz benim işten atılma biletimi kesiyordu:
Süngüyle her şeyi yapabilirsiniz ama üstünde fazla oturamazsınız!
Aslında hepsi işçi olan İşveren temsilcilerinin bu sözü duyduklarında yüzündeki ifadeyi keşke anlatabilsem. Ama yeni yüzlerde bu ifadeleri görmeye çok zaman kalmadı çekip gidecekler gölgesiz…