Savaşı kendi topraklarında yaşayan, Irak, Suriye, Afganistan, Ukrayna gibi ülkeler hariç yakın tarihinde, bizim kadar çok katliam yaşanmış ülke var mıdır?
Şırnak’ta, Batman’da 90’lı yıllarda işlenen Hizbullah cinayetlerini hatırlayalım. Sokak ortasında başına sıkılan kurşunla, kaçırılıp işkenceyle, ev baskınlarıyla yüzlerce faili belli ama “meçhul” cinayet işlendi. Birçok itirafçının ifadelerine yansıdığı gibi devlet, kaçırıp bizzat kaybettikleri yanında, Kürt “düşmanlarına” karşı Hizbullahçıları tetikçi olarak kullanıyordu. Genellikle silahlar kurbanların sırtından, arkalarından kalleşçe ateşleniyor, failler elini kolunu sallaya sallaya uzaklaşıyor ve hiçbiri yakalanmıyordu. Hizbullah, Müslüman Feminist yazar Konca Kuriş’i de bu dönemde kaçırıp vahşice işkenceyle katletmişti. Eski MİT uzmanı Mahir Kaynak bile bu duruma televizyon ekranlarından “Bir devlet, kendi sınırları içinde düşmanının bile öldürmesine izin verdiğinde egemenlik hakkını yitirmiş olur!” diyerek isyan etmişti! Yakalanan ve çoğu domuz bağıyla öldürülmüş 188 cinayetin faili Hizbullah katilleri, AKP döneminde yürürlüğe konan CMK 102. madde ile serbest bırakıldı!
AKP-MHP iktidarında ise SİHA roketlerince vurulan herkesin terörist ilan edildiği bir dönem başladı. İHA’ların aslında “İnsanlı” Hava Araçları olduğu, yerde skop başında tetiği çeken bir insanın varlığı yok sayılarak işlenen cinayetler yine soruşturulmuyordu. Zırhlı araçlarla ezilen, havan topuyla vurulan çocukların sayıları artıyor ancak yargılanan tek güvenlik görevlisi olmuyordu. HDP’nin 5 haziran 2015 Diyarbakır mitinginin yapılacağı alana konulan bomba, nasıl oluyorsa çıplak bir genci sırtından vuracak kadar “hassas” polislerce fark edilmiyor ve 5 insanımız katlediliyordu!
Hizbullah’ın yerini IŞİD ve ondan türeyen İslamcı çeteler almıştı. Ve artık cinayetler kendini patlatarak cennete gideceğine inanan canlı bombalarca, toplu katliamlar şeklinde işleniyordu. Suruç’ta polisin çok sıkı takip ettiği düş yolcusu gençlerin arasına kadar üzerindeki patlayıcıyla yaklaşabilen, yolda motosikleti durdurulmasına rağmen adeta eskortla ilçeye sokulan militan, 33 gencimizin canını almıştı. Başkent Ankara’nın göbeğinde ise daha vahimi yaşanarak barış mitingine gelen 103 insanımız katledildi.
Bu cümlelerin, geçmiş zaman kipleriyle kurulması bu dönemin bittiği anlamına gelmiyor elbet, tersine iktidarın seçime giderken yenilerine hazırlandığını gösteren emareler var. Ankara Gar katliamının canlı bombası Y. Emre Alagöz’ün ailesiyle vedalaştığı dahil olmak üzere 62 ayrı istihbarat raporuna sahip olan devletin hiçbir şey yapmadığı artık biliniyor. Ankara’ya kadar adeta önü açılarak ulaştırılan IŞİD militanının kendini patlatmasının ardından Polisin, tazyikli su ve gaz bombalarıyla yaralılara “müdahale” ettiğini dün gibi hatırlıyoruz! Unutanlar varsa 7 yıl sonra bugün, kardeşlerini, annelerini, babalarını, evlatlarını anmaya gidenlere polisin, katliamı üstlendiğini itiraf edercesine saldırmasına bakmaları yeterlidir. Devlet bu duruşuyla ve tek kamu yetkili ve yetkisizinin bile, görevini ihmalden yargılanmadığı duruşmalarla IŞİD militanının eylemine sahip çıktığını yeterince ilan etmiyor mu?
Siyasal cinayetler sadece yurt içiyle de sınırlı değil. Irak’ta KDP yönetimindeki Kürdistan Federe bölgesinde geçen hafta işlenen Jineoloji Gazetesi Editörü, yazar Nagihan Akarsel cinayetinde de bütün spotlar Türkiye’yi gösteriyor. Aynı saatlerde Hakan Fidan’ın “Türkmen Cephesi” üyeleriyle servis ettiği fotoğraf cinayete imza atmak olarak yorumlanıyor. Türkmen Cephesi adlı örgütün ise Türkmenlerden çok IŞİD artığı çetelerle ilişkili olduğu ve SADAT tarafından eğitildikleri sır değil. Devletlerin istihbarat başkanlarının, bakanlar gibi devlet başkanlarıyla dolaşıp kamuoyuyla fotoğraf paylaştığı da dünyada alışılmış şeyler değil kuşkusuz. Amerikan veya Rus istihbarat örgütlerinin başkanlarının fotoğraflarını göremezsiniz örneğin.
Kuzey Irak’ın, Barzani yönetimiyle işbirliği içindeki MİT’in cirit attığı bir bölge olduğu, daha önce benzeri eylemleri ve hatta kimi üst düzey elemanlarının bölgede esir edildiği de bilinince, doğal olarak Türkiye Devleti, savunmasız bir kadın gazetecinin katlinden sorumlu tutuluyor.
Tetiği çekenler, copu sallayanlar, kendini patlatanlar değişse de arkasındaki güçler aynı. İşte İran ve Irak’ta katledilen iki Kürt Kadını, Amini ve Akarsel, ölümleriyle bize aynı karanlığı işaret ediyor; kocaman yürekleriyle direnen kız kardeşleri ise izlenecek yolu…
Bahadır Altan kimdir?
Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. Hava Kuvvetleri, Anadolu Üniversitesi SHYO, THY ve Pegasus’ta pilotluk ve öğretmenlik yaptı. 12 Eylül döneminde üsteğmen rütbesindeyken iki kez gözetim altına alındı. THY’den sendikal çalışmaları nedeniyle işten atıldı, Gökkuşağı Hareketi adıyla sendikal bürokrasiye karşı alternatif bir model kurarak mücadele etti. Çözüm Süreci ve sonrasında barış mücadelesinde aktif rol aldı. İki dönem Barış Bloğu’nun eş sözcülüğünü yürüttü. ADAM-Der üyesi. Airkule’de havacılıkla ilgili yazılar yazdı, halen Gazete Karınca’da yazıları yayımlanmakta.