Bir önceki yazıyı, içerisinde yaşadığımız verili kapitalist sistem ve bizde yarattığı tahribat üzerine bir arkadaşımın, kendini bilmek ve hakikat arayışı konusundaki şu sözleriyle bitirmiştim:
“İçerisinde bulunduğumuz böylesi bir sistemde öyle hakikat, arınma, iktidar, hiyerarşi deyince Hallâc-ı Mansur, Bruno, Şeyh Bedreddin olmayacağız hiçbirimiz.
Kendimizi öyle görmeyelim.
Biraz insan olalım.
Biraz mütevazı yaşayalım.
Biraz çevremizdeki insanlara, doğaya ve canlılara saygı duyalım.
Elimizdekileri küçük de olsa paylaşalım.
Kendi üzerimizde iktidar istemiyorsak, başkaları üzerinde de kurmayalım.
Bunu yaparsak bu kirlenme içerisinde kendimizi biraz da olsa bilip, belki hakikati bulmak için küçük de olsa bir adım atmış oluruz…”
Arkadaş sohbetinde gayet sade bir şekilde aktarılan bu sözler, tarumar edilmiş insan doğası üzerinden baktığımızda bunları uygulayan bireyler açısından ciddi sonuçlar ortaya çıkarır.
Mülkiyetçi, hiyerarşik, ezici çoğunluğun ben ben dediği, para dediği, mülk dediği, daha fazla iktidar dediği böylesi bir dünyada, birey olarak yukarıda arkadaşımın sıraladığı gayet yerinde önerileri yaşama uygulamak zor ancak çok önemli ve bir o kadar da gerekli noktada duruyor.
Peki bunları yaptığımızda kendimizi bilip, hakikate ulaşabilir miyiz?
Veya bireysel olarak kendimizi verili düzenin kurallarından uzak tutup, “bir lokma bir hırka” felsefesiyle yaşadığımızda meseleyi çözmüş, insanlığa mutluluğu ve huzuru getirmiş mi oluruz?
Kendini bilmek ve hakikate ulaşmak bireysel olarak gerçekleştirildiğinde mevcut toplumsal düzen değişebilir mi?
Bu sorular karşısında üniversite yıllarında kendisini ‘bireysel anarşist’ olarak tarif eden, örgütlü mücadelenin iktidar ve hiyerarşi yarattığını belirterek, bundan uzak duran bir başka arkadaşımın sözlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
İyi dost olduğumuz bu arkadaşıma; devrimcilerle, sosyalistlerle birçok eylem ve etkinliğe katılmasına rağmen neden hiçbir siyasi yapı içerisinde örgütlenmediğini sormuştum.
Çok sevdiğim arkadaşım şu yanıtı vermişti:
“Benim yaptığım şu;
Bireysel olarak sokağı kirletmemeye çalışıyorum.
Çöplerimi çöp kutusu yoksa cebime koyuyorum ve çöp kutusunu bulduğumda oraya atıyorum.
Siz ise kirletilen sokağı temizlemeye çalışıyorsunuz.
Bunu yaparken de haliyle sizin de kirlenme ihtimaliniz çok yüksek.
Örgütlü mücadele çöpçü olmak ve sokağı birlikte temizlemek anlamına geliyor.
Ama benim gücüm sokağı temizlemeye yetmez ancak sokağı kirletmemeyi rahat bir şekilde becerebilirim…”
Sokağı temizlemeye çalışırken kirlenmek veya sokağı kirletenlere benzemek ihtimal dahilinde ve reddedilecek bir durum değil.
İktidarı ortadan kaldırayım derken, muktedir olmak, hiyerarşiyi ortadan kaldırayım derken çok katmanlı bir yapı oluşturmak tarihten bugüne defalarca yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.
Kendini bilmek ve hakikat arayışından sonuç almak tam da bu iki arkadaşımın anlattıklarının bir bütünlük içerisinde ele alınması ve örgütlü bir mücadele yaşamı ile anlam bulabilir.
Mütevazı, iktidardan ve hiyerarşiden uzak, paylaşarak hem sokağı kirletmeyip hem sokağı birlikte temizleyerek, kirlenme olacağı gibi arınmanın da olabileceğini bilerek örgütlü bir şekilde hareket edebilirse insan kendini bilebilir ve hakikat yolunda yürüyebilir.
Bundan 600 yıl önce halklarla birlikte beylere ve padişahlara karşı hakikati savunan; örgütlü olmanın ve paylaşmanın gücüne inanan ve bu uğurda canını veren Şeyh Bedreddin’in dediği gibi:
“Hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı tutanlar bizi anlamazlar.
Ölmezden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs ve şehvetlerinden sakınmaktır. Onu yapabilen insan, şüphesiz ki; hakiki varlık ile birleşir. Ve sonsuz hayat ile diri olur. Ancak insanlar dünyanın bin bir türlü çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit yakıcı hırslarından ayrılmadıkları için buna gönül vermezler.
Tarih, gelecek için kavga verip, yitmiş bile olsa, insanlık için vuruşanları hiç unutmaz.
Ey gerçek peşinde koşan yolcu! Sen de ümitsizliğe düşme, tehlikeleri aştıktan sonra, ışığa kavuşabilirsin…”