Türkiye’de “kişi özgürlükleri”, kamu güvenliği ileri sürülerek kolaylıkla kısıtlanıp tamamen ortadan kaldırılıyor. AKP iktidarının 20 yıldır üzerinde durduğu ve oluşturduğu kamusal alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı ve engellendiği bir alan haline geldi.
Toplumda, huzursuzluk ve güvensizliğin giderilmesi acil bir ihtiyaç haline gelirken sürekli bir gerginlik ve güvensizlik ortamı yaratarak toplumları güvensiz bir duruma sürükleyen iktidar, özgürlükleri askıya alıyor, hak ve özgürlükleri engelleyerek bu tür kazanımları bir pazarlık unsuru haline dönüştürüyor.
Türkiye’de kamu düzeninin aldığı rol “kamu güvenliği” adı altında keyfiyete varacak uygulamalara yol açıyor. Kamu özgürlükleri adeta kamu güvenliğine feda ediliyor. Kamu güvenliği Türk Anayasa Mahkemesinin bir kararında da belirtildiği üzere “uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayışlarına göre genişleyebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de keyfiliğe dek varabilecek çeşitli ve aşamalı uygulamalara yol açacak genel kavramlar” arasında yer alıyor.
Orta Çağ’da cadı avına çıkanlar da ortamı “kötü ruhlardan” temizledikleri kanaatini taşıyordu. Özellikle halkları düşmanlaştırarak ayıran, insanlar arasında kin ve nefreti arttıran ve bunları güvenliğe dayandıran siyasetçilere ve buna kararlarıyla destek veren mahkemelere tarihte hep rastlanılmıştır.
“Kamu güvenliği” politik amaç için kullanılıyor
Kamu güvenliği, bireylerin günlük yaşamlarını sürdürdükleri alan ve zaman dilimleri içerisindeki emniyeti sağlayan ve kamu düzeninin korunmasını ve kollanmasını hedefleyen yaşam güvenliği şeklinde tanımlanmaktadır.
Güvenlikleştirilen veya güvenlik sorunu haline dönüştürülen toplumsal sorunlarla ilgili alınan önlemler birçok özgürlüğü askıya alıyor. İktidar, politik başarısızlığını örtmek ve oluşturduğu düzeni sürdürmek için bir yandan sanatsal, kültürel, toplumsal ve siyasal etkinlikler düzenleyenlere karşı “kamu güvenliği” bahanesiyle yasaklamalar getiriyor.
Böylelikle normal siyasi süreçlerin sağlıklı sürdürülememesi ile demokratik gelişmelerin yaşanmasının önüne set çekilmekte ve rutin demokrasi kurallarının işlemesi çeşitli gerekçelerle sürekli olarak ertelenmektedir. İktidar “kamu güvenliği, kamu düzeni, genel asayiş, tehdit, milli güvenlik” tanımlamalarını iç politik amaçları için kullanarak demokratik alanı daraltıp kısıtlamalar ve kontroller için yeni hak ve yetkiler elde etmek istiyor. Türkiye gibi ülkelerde, “kamu güvenliği” kavramı, özellikle “terör faaliyetleri ve terör örgütlerine” karşı verilen “mücadelede” “iç güvenlik” kavramıyla eşanlamlı kullanılıyor. Kamusal alanda neyin güvenli neyin tehdit olacağını ancak mevcut hükümet belirliyor.
Demokratik rejimlerde kamu düzeni, özgürlükler açısından asli bir güvenceyi ifade ederken, Türkiye’de “kişi özgürlükleri”, kamu güvenliği ileri sürülerek kolaylıkla kısıtlanıp tamamen ortadan kaldırılıyor. AKP iktidarının 20 yıldır üzerinde durduğu ve oluşturduğu kamusal alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı ve engellendiği alan haline geldi. İktidar bütün gücüyle kamu düzenini özgürlükleri güvence altına almanın değil, onları bastırmak yoluyla mevcut düzeni korumanın hukuksal alt yapısını oluşturdu.
Keyfi bir uygulama olarak “kamu güvenliği”
Son dönemde iktidarın yereldeki temsilcisi olan valilikler Kürt illeri ve Türkiye’nin batısındaki kentlerde tüm kamusal alanlarda eylem ve etkinlikleri “milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliği” gerekçeleriyle yasaklıyor. Kürtçe kültür-sanat etkinlikleri ve Kürt sanatçıların programları iptal ediliyor, dünyaca ünlü isimlerin Kürtçeye çevrilen tiyatro oyunlarının oynanması engelleniyor. İktidar temsilcileri milliyetçi damarı kabartmak için muhalif birçok etkinlik ve programları kamuoyuna suçmuş gibi lanse ederek iptal ediyor, bununla da yeni suç tipleri üretiyor.
Valilikler söz konusu yasak kararlarının çoğunu, ‘huzur ortamı ile kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin, genel asayişin korunması ile şiddet olaylarının yaygınlaşmasının önlenmesi’ gibi basit soyut gerekçelerle 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa dayandırıyor.
Fransız oyun yazarı Moliere’nin 1664 yılında yazdığı ve birçok dilde oynanan ‘Tartuffe’ adlı komedi oyunu gibi Kürtçe’ye çevrilen onlarca sanat formlarını 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11’nci maddesinin (c) fıkrasına dayandırıp kendine göre yorumlayarak, izin vermeyen Valilikler, Kürt diline ve kültürüne karşı keyfi kararlar alıyor.
Türkiye’nin de taraf olduğu Lozan antlaşmasının 39. maddesinin 4. fıkrasında “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının gerek özel gerek ticari ilişkilerinde dil, basın ya da her çeşit yayın organlarıyla açık toplantılarında dilediği bir dili kullanmasına hiçbir kısıtlama konulamayacağı” kararlaştırılmıştır. Fakat bu maddede verilen hakların pratikte bir karşılığı yok.
İktidar ekonominin kötü gidişatını gündem değiştirerek unutturmak istiyor
İnsan Hakları Derneğinin (İHD) Kürtçenin Kamusal Alanda Kullanılması Önündeki Yasal Engellere İlişkin Özel Raporu’nda 20 Mart 2018 itibariyle, terör örgütleriyle bağlantıları olduğu ve milli güvenliğe tehdit oluşturdukları iddiasıyla aralarında insan hakları derneklerinin de olduğu bin 419 dernek, 145 vakıf, 174 medya kuruluşu KHK’larla kapatıldı. Birçok insan işsiz kaldı. Kürt siyaseti kriminalize edilip tüm çalışmaları yasaklanarak baskı ve tutuklamalarla hedef gösteriliyor.
Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel beyannamesinin 2. Maddesinde “Herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin insan hak ve özgürlüklerinden yararlanacağı” belirtilmiş 21/2. maddesinde ise, “herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkının olduğu” belirtilmiştir. Beyannamede düzenlenen bu maddeler dikkate alındığında kullanılan Kürtçe dil farklılığı nedeniyle kamu hizmetlerine ulaşmada sıkıntı yaşayan kişilere kendi dillerinde hizmet götürmesi insan hakları ve hukukun evrensel ilkelerine uygundur ve gereklidir.
Hala da Kürt gazeteciler evlerine ve bürolarına baskınlar düzenlenerek ters kelepçeli şekilde gözaltına alınıyor, ekipmanlarına el konularak soyut suçlamalarla hedef haline getiriliyor. Kürtlerin yaşadığı coğrafyada devlet tarafından yapılan hak ihlalleri, kayyım yolsuzlukları, kötü muameleler, hukuka aykırı uygulama, davranış, gözaltı, işkence, savaş suçları ve kentlerdeki polis şiddetini ortaya çıkarıp raporlarla haberleştirdiklerinden dolayı gazetecilere ve özgür basın çalışanlarına yönelik gözaltı ve tutuklama furyaları devreye sokuluyor. Bu uygulamalar ile gazetecilerin gazetecilik faaliyetleri kriminalize ediliyor. Sosyal politika üretemeyen AKP-MHP iktidarına itirazlarını dile getirenlerin hak ve özgürlükleri muğlâk ve milli kavramlarla süslenip kısıtlanıyor. İktidar seçim malzemesi haline getirdiği savaş politikasını ve yürüttüğü sınır ötesi operasyonları ekonominin ve asgari yaşam standartlarının kötü gidişatını unutturmak, gündem değiştirerek baskı ve provokasyonlara açık bir siyasal iklim yaratıp, seçime bu şekilde gitmek istiyor.
“Kamu güvenliğine” takılan Kürtçe
İsmail Beşikçi Vakfı’nın hazırladığı Müzisyen ve Tiyatrocular Özelinde Kürt Sanatçılara Yönelik Hak İhlalleri İzleme Çalışması, sanatlarını Kürtçe icra eden müzisyen ve tiyatrocuların karşılaştıkları hak ihlallerinin yasal, siyasal ve kültürel boyutlarını analiz ediyor.
Rapor, Türkiye’de 1991 yılında Kürtçe üzerindeki yasağın kısmi olarak kaldırılmasının ardından Kürt sanatçılar ve tiyatrocuların sanatlarını icra etme olanağı bulduğunu belirtiyor. Fakat bu kısa sürüyor. Kürt sanatçıların, OHAL, Covid-19 ve sonrasında AKP’nin yereldeki ideolojik kurumları tarafından “kamu güvenliği” gibi ucu açık, soyut gerekçelerle konser, festival ve diğer etkinlikler yoluyla sanat icra etmeleri engelleniyor.
Rapordaki önemli noktalardan bir tanesi, Kürtçe müzik icra eden sanatçıların Kürtçe’nin yanı sıra Türkçe de kullanmalarının sebebi olarak sadece Kürtçe müzik yaptıklarında ya da oyun sahnelediklerinde mekân sahiplerinin, dinleyicilerin, festival/konser organizatörlerinin kendilerine baskı yaptığını dile getirmesi. Rapor, sanatçıların sanatlarını icra etmek için hâlihazırda son derece kısıtlı olan imkânların da (mekân vs. gibi) ellerinden gitmemesi ve geçimlerini sağlayabilmeleri için sanatlarını sadece Kürtçe olarak değil Türkçeyi de katarak icra ettiklerini vurguluyor.
Raporun sonunda, devletin sanatı ve sanatçıyı destekleme konusunda taahhüt ettiği yükümlülükleri yerine getirmemesi ve yasaların keyfi olarak uygulanmasından kaynaklı olarak sanatçıları hak ihlallerine maruz bıraktığı tespiti yapılıyor. Ayrıca raporda devletin, Kürtçe sanatı tanıyan ve gelişimini hedefleyen bir kültür politikasına sahip olmadığı, devlet dışı aktörlerin de devletin politikasına paralel bir tutumları olduğu da dile getiriliyor.
*Gazeteci
Fotoğraf: İrfan Tuncçelik
Kaynakça:
-Kamu Özgürlüklerinin Sınırlandırılmasında Kamu Güvenliği Gerekçesinin Hukukiliği – Mehmet Güneş
-Kürtçenin Kamusal Alanda Kullanılması Önündeki Yasal Engellere İlişkin Özel Rapor – İHD
-Müzisyen ve Tiyatrocular Özelinde Kürt Sanatçılara Yönelik Hak İhlalleri İzleme Çalışması – İBV