Selahattin’i, Demirtaş yapan mücadeleyi göremeyen Ahmet, kendisinin Şık olamayışındaki eksikliği de göremiyor. Baktığı penceredeki ‘like’ların sarhoşluğuna kapılınca, bu sonuç kaçınılmaz. Ve ne yazık ki aynı yanılgıya kapılan da bunun sorumlusu da sadece kendisi değil. Seçimlerin sonuçları alındığında daha da netleşecek bu sorumluğu büyüteç altına almayı boynumuzun borcu olarak bir kenara koyalım şimdilik…
Cemaat savcılarının kumpasıyla tutuklandığı duruşmayı iyi hatırlıyorum. O zamanlar adliyenin Kadıköy’de Bahariye caddesinde “hizmet veren” bir şubesi vardı. O’nu cezaevine götürecek kafesli aracın ön tamponuna sırtımızı dayayarak hareketini engellemeye çalışırken “Ahmet Çıkacak Gene Yazacak!” diye haykıran bir avuç insandık. Yakın arkadaşları dışında hemen hepsi HDP Kadıköy ilçenin gönüllüleriydi. Vekil adayı olduğunda da aynı gönüllülerle kendisinin sadece bir gün uğradığı iskelede kurulan stantta günlerce bildiri dağıtıp halaylarla horonlarla çalışmıştık.
O’nun yaşından çok daha uzun bir süredir direnen, bedel ödeyen, evlatlarını toprağa veren, ziyarete gittiğinde mezarlarının bile tahrip edildiğine tanık olan, bu şansı bile bulamayıp yıllardır kaybedilmiş çocuklarının kemiklerini arayan, analarını defnettiği yerden çıkarıp taşımak zorunda kalan bir halkın mücadelesi tweet’lere sığmıyor elbet. Binlerce yoldaşı yıllardır tutsak edilmiş, seçimlere günler kala bile “Cumhuriyet tarihinin en büyük seçim müdahalesi” olarak isimlendirilen operasyonlarla hukukçuları, sanatçıları, gazetecileri ev baskınlarıyla göz altına alınıp tutuklanan bu mücadelenin güçlü de bir hafızası var. Kaybedeceğini anladıkça hırçınlaşan ve seçimleri “darbe” olarak ifade eden Soylu’nun bu operasyonlarına karşı tek ses çıkarmayanların demokrasi turnusolü da burada saklı dursun…
“Konuyu, olayı, olaydaki kişileri ve bağlamını açıklamaya çalışmadan, fikrimi, kastımı ve duygumu yansıtmayan bu sözler nedeniyle” diye başlayan “özür” mesajında bile kendini konumlandırdığı yukarılardaki yer çok tanıdık değil mi? Bu nedenle “olaydaki kişilere” göre yapılan konuşmalar farklılık gösteriyor. Ahmet Bey neredeyse, “bu sözleri Van’da etmedik herhalde” diyecek! İşte bir türlü uyuşmayan doku burada saklı. Bedel getireceğini bilse de bulunulan ortama göre şerbet çalmak değil, gerçekleri haykırmaktır devrimcilerin geleneği…
Niyetim, Ahmet Şık’ın “Selahattin’i çıkar, ortada HDP kalmaz” sözlerine bu kadar yer vermek değil, bu seçimin bende yarattığı “bundan sonra kimin teröristi olacağız” duygusuydu aslında.
Devletin “terörist” dediği kişi veya örgütlerin “terörist” olduğunu baştan kabul edenler, 14 Mayıs’a kadar, Kılıçdaroğlu’na verilecek HDP oylarını rahatsız etmemekte zorlanıp sık sık sirkatlerini açığa vuruveriyorlar. Böyle olunca da yıllardır toplumu barışa ve huzura erişmekten alıkoyan bu en temel sorunun çözümüne değil, devamına dair sözler çıkıyor ağızlardan. Hak ettiğini arayanları, Kürt sorununa demokratik yollardan çözüm ve barış isteyenleri “terörist” ilan edenin, Erdoğan veya bir başkası olması neyi değiştirecek sorusu da çınlayıp duruyor kulaklarımızda.
Mansur Yavaş, HÜDA PAR’a da “terörist” dediği için hakkında açılan davaya “omuzumdaki şeref madalyası” demiş. Bize Hizbullah’la aynı sıfatı veren Yavaş’a “karşının teröristi” olduğumuzu ekleyerek hatırlatalım: Şeref madalyası omuza takılmaz, HDP’lilerin göğüslerine iyi bakın.
Siz de Ahmet Bey!
Bahadır Altan kimdir?
Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. Hava Kuvvetleri, Anadolu Üniversitesi SHYO, THY ve Pegasus’ta pilotluk ve öğretmenlik yaptı. 12 Eylül döneminde üsteğmen rütbesindeyken iki kez gözetim altına alındı. THY’den sendikal çalışmaları nedeniyle işten atıldı, Gökkuşağı Hareketi adıyla sendikal bürokrasiye karşı alternatif bir model kurarak mücadele etti. Çözüm Süreci ve sonrasında barış mücadelesinde aktif rol aldı. İki dönem Barış Bloğu’nun eş sözcülüğünü yürüttü. ADAM-Der üyesi. Airkule’de havacılıkla ilgili yazılar yazdı, halen Gazete Karınca’da yazıları yayınlanıyor.