Resmi veya gayri resmi tarih yazımından azade olarak Êzidîlerin asli unsur olduğu Kürt evinin içinde ötekileştirilmesi, tarihsel, toplumsal, kültürel ve inançsal konumlarının halen tam olarak sınıflandırılmamış olması her şeyden önce Kürt dünyası için hazin bir durumdur. Kuşkusuz tüm Kürtler için böyle bir iddiada bulunulamaz ama kendilerini Kürt tarihselliği içinde önemli bir unsur olarak gören KDP gibi kimi siyasi yapıların 73. Êzidî fermanından bugüne bariz bir Êzidî düşmanlığı yaptığı da inkâr edilemez.
Dünya üzerindeki birçok Êzidî gibi kendini tinsel manada otokton bir Şengalli olarak hisseden biri olarak, Kürt evinin içindeki Êzidî karşıtlığını, geçmişten günümüze üretilen ötekileştirme pratiklerinin halen işletiliyor olmasını aklım ve vicdanım kabullenemiyor. Kadim coğrafyamızın hakikatinin anlatıldığı gibi halkların kardeşlik bahçesi olmadığını bilsek de Kürt historiografyası içinde kebir bir yere sahip olan Êzidîlere karşı sergilenen tutumlar tam manasıyla bir trajedidir.
Tarihin bir izdüşümü olan ve son birkaç yıl içinde Şengal ve Êzidîler özgünlüğünde yaşanan gelişmeler, bütün “ev içi aktörler” için önemli dersler içermekteyken, yaşanan son olaylara baktığımızda KDP başta olmak üzere bazı aktörlerin söz konusu bu derslerden hiç nasiplenmediklerini görüyoruz. Evet, Êzidîlerin bu kara talihlerinin sorumluluğunu dışarıda aramak kolay olduğu için bu yöntem ziyadesiyle tercih ediliyor olabilir, ama dönüp kendi evimizin içine bakmak da geleceği görmenin ve ona uygun olarak yeni bir denklem kurmanın zamanı çoktan geçmiştir. Buradan hareketle Şengal’in özerk yapısını, Êzidîlerin kendilerini savunma kudretlerini arttırmak ve güçlendirmek her Kürdün etik, ahlaki, tarihsel ve toplumsal sorumluğudur.
Lakin Êzidîlerin bilinen bin yıllık yazılı tarihlerinin kesintisiz bir ferman, zulüm ve sürgün öyküsü olması Kürdistan’ın tamamından bağımsız değildir ve bu durumu içselleştirmeden Şengal’i Kürt evinin bir parçası ve Êzidîleri ev halkı olarak görmemiz mümkün değildir. Oysaki Êzidîliğin inanç sistemi en azından bin yıllık bir sürede kesintisiz bir şekilde hem etno-dinsel, hem sosyo-ekonomik, hem sosyo-kültürel hem de dilsel olarak istisnai özelliklere sahiptir. Tarih öncesi kadim Kürt halkının birçok özelliğini bugüne kadar taşıyan, aktaran ve yaşatan Êzidîler, kadim coğrafyanın arkaik bilgisini birçok medeniyetin mekân ve kelam kardeşliğiyle harmanlayarak dünyada eşi benzeri nadiren görülen bir inanç felsefesini ana topraklarında mayalayıp yaşattılar. Bu tarih aynı zamanda Kürdistan halklarının makûs tarihinin de bir uzantısı ve parçasıdır; zira Êzidîler hem kadim Kürdistan’ın yerli inancı hem de etnik olarak Kürt oldukları için hedef haline gelmektedirler. Ancak Êzidîler inanç ve kültürleri nedeniyle MS. 637 yılından Arapların doğrudan hedefi haline geldiler. Bu tarihten itibaren, coğrafya adım adım Êzidîsizleştirme ve Êzidîler de Sünni-Müslümanlaştırma projesinin merkezinde yer aldılar. Süreğen yok etme teşebbüsünün hala bu denli iştahla sürdürülüyor oluşu da gelecek günlerin Êzidîler için maalesef karanlık görünmesinin bir başka sebebidir.
Mezopotamya’nın kadim dinler kültüne dayanan ve prehistorik bir kelam inancı ve felsefesi olan Êzidîlik bugün sadece Selefilerin, İhvancıların veya fundamentalistlerin gözünde değil aynı zamanda Kürt evinin içinde bulunan KDP gibi yapıların nazarında da “kötünün takipçileri” olarak görüldüklerinden ana yurtları ve kutsi mabetleri saldırıya uğramaktadır. Yani ötekileşme dışarıda olduğu kadar içeride de bütün veçheleriyle ayyuka çıkmaktadır.
Êzidîlerin toplumsal hafızasında ve inanç felsefelerinde evrenin ilk karası olan bu melekler mekânı Kürtçe konuşan ilahların mülküdür, Kürtlüğün ana toprağıdır ama bugün Kürtlerin eliyle BAAS’çılara peşkeş çekilmeye çalışılmaktadır. Kürtçe konuşan ve anlayan tanrıların evi olan bu toprak Kürt evinin iç ihaneti ile kanamaktadır. O ihanet köprüsünün altında ne yazık ki bugün de Êzidî kanı ev içi utancıyla durmadan akmaktadır. Mesrur Barzani’nin 13 Mayıs 2022 tarihinde mecliste yaptığı konuşmada Irak merkezi hükümetini Şengal’i ilhak etmeye çağırması ev içi kanamanın ne seviyeye ulaştığını göstermektedir. Bu çağrıyla Kürt dünyasının “ortak kaderlerine” yeni bir utanç halkası eklenmiştir. Lâkin hatırlanacağı üzere 1996 yılında baba Barzani de Saddam Hüseyin’i Erbil’in işgaline davet etmişti. Bu, dün olduğu gibi bugün de hazin bir ihanet halkasıdır.
Ortak tarihten ortak talih çemberine dönüşen bu halka 3 Ağustos 2014 tarihinde Şengal’de yeni bir “Êzidî Çemberi” meydana getirdi ve bugünün Şengal ihtilafıyla beraber bariz bir Kürt çemberine dönüştü. Şimdilerde gerçekleşen birçok şeyin bu çemberin bir uzantısı olduğu bir hakikattir. Bu çemberin çeperinde kalmanın ne anlama geldiğini tarih bize sarih bir şekilde göstermiştir. Bu noktadan sonra çemberin genişleyerek bütün Kürdistan’a yayılacağını görmek gerekirken bazı Kürt siyasi aktörler halen hiçbir ders çıkarabilmiş değiller. Yapılan ve yapılacak olan saldırılara kapı açmak dinlere, inançlara, halklara ihanet olduğu kadar Kürt siyasi birliğine de bir ihanettir ve bu hususta Êzidîler hemfikirdir.
Tarihin kanlı çarkına karşı omuz omuza verip kendilerini savunmak, İslam Devleti gibi barbar bir gürûhu yenmek ve insanlık ailesinin onurlu bir üyesi olmak için mücadele eden Êzidîleri hedef göstermek, hangi neden ve saiklerle olursa olsun bütün Kürdistan halklarına karşı bariz bir kötülüktür. Kötülüğün o kanlı mimarlarının yanında dün olduğu gibi bugün de duran kim olursa olsun artık hiçbir şekilde o evde barınmamalıdır. 8 yıl önce Şengal’de 73. Fermanı uygulayanlarla bugün o kutsal topraklara saldıranların kimin rızasıyla bu işleri yaptıklarını en iyi bizler biliriz. Fermana karşı özsavunmayı ve direnişi desteklemek yerine, bu direnişi kırmaya çalışmak yeni fermanların önünü açmaktan başka bir şey değildir. Son fermanla, Êzidîler tarihlerinde ilk kez dış dünya ile başka bir deyişle Kürt eviyle yapıcı bir ilişki kurmuş ve bu yeni ilişki, kendileri üzerine düşünmek için yeni bir alan açmıştır, bunu desteklemek herkesin öncelikli görevi olmalıdır.
Bundan böyle olası kırım ve saldırıları önlemek için Êzidî meselesini Kürt siyasi birliği içinde çözmek elzem ve acil bir durum olarak karşımızda durmaktadır. Bu ve buna benzer temel Kürdi sorunlar çözülmeden, tarihte “Êzidî Çemberi” olarak bilinen o ateş çemberinin yavaş yavaş büyüyeceğini görmek gerekir. Belki de Foucault’nun formüle ettiği biçimiyle “parrhesia’dır” bahsettiğimiz, hakikatin yekûnunu kapsayan saf hakikat.
Daha fazlasını söylemek mümkün ama kelamın hatırı ve hayanın kadim perdeleri düşüyor hakikat penceresinin üzerine. Kapanan sadece açının bir kesitidir tarihin körlüğünde, ama hakikattin sarih hali büyüyor tekinsizleşen Kürt evinin içinde. Kürt evinin içindeki Êzidî hakikatinin aynasına bakınca ortaya çıkan manzara budur. Farkındayım, hakikati haykıranın dışsal varlığı “hitap ettiği kimselerden daha güçsüz konumda” ama parrhesia “muktedire doğruları söyleme” sanatı ve cesaretidir.