Tarihsel arka plan
Kürt sorunu elbette ki bugünün sorunu değil. Tarihsel, kültürel, siyasal ve etnik arka planı olan bir sorundur. Kürtler eski zamanlardan beri bu coğrafyada yaşıyorlar. Daha Türkler bu coğrafyaya gelmeden batıda Bizans doğuda Sasanilerin arasındaki Mezopotamya ve kuzey ve kuzey doğusundaki bölgelerde yaşıyordular. Dönemin iki büyük gücü olan Sasaniler ile Bizans uzun süre çatıştığı için ikisi de zamanla güç kaybetti zayıfladı, aradan İslam yükseldi. Doğu zayıfladıkça Batı buraları işgal etti, Batı zayıfladığında ise Doğu oraya aktı. Selçuklular bundan yararlandı, İslam’ı, fetih ve işgalin meşrulaştırıcı ideolojisi olarak kullanarak yayıldılar. Selçuklunun ortadan kalkması ile Osmanlı ortaya çıktı.
Kürtler Selçuklulardan çok önce bu topraklarda vardı, Osmanlı da ise özerk hükümetler biçiminde yaşamlarını idame ettirdiler. Bazı araştırmalar bu konuda 28 bağımız emirlik ve devlet, 4 bin civarında büyük aile ve aşiretten bahseder. Bu hem Kürtlüğü yaşatan bir unsur olmuş, hem de kimsenin diğerinin yönetimini ve liderliğini kabul etmemesi nedeniyle Kürtlerin kalıcı olarak devletleşmesinin önünü tıkamıştır.
Selçuklular zamanında bölgede Kürtlerin devletleri vardı. Anadolu’nun kapılarını Malazgirt’te Kürtler Selçuklulara açtı. Bu birbirinin varlığını kabul eden beraberlik devam etti. Kürtler, Osmanlı ile Çaldıran Savaşı sonrası yaptıkları Amasya Anlaşması ile bağımsız beylikler şeklinde yaşamlarına devam ettiler. İp, Tanzimat’ın merkezi politikaları sonucu Kürt beylerine verilen ayrıcalıkların ortadan kalmaması ile koptu. Baban ve Bedirhan İsyanları ile kopan bu ip bir daha da dikiş tutmadı. Abdülhamid sadakat politikası ve Hamidiye alayları ile bunu onarmak ve Kürtleri kendine bağlamak istedi, kısmen başardı da. Hamidiyelerle hem Kürtleri kullandı hem de uluslaşma çağında devletleşmelerini önledi. Bu politika sonrasında da devam etti.
İttihat Terakki’nin Türkçü ve Turancı politikaları farklılıkları teke indirgemenin peşinden koştu. Bu anlayış birliktelik iklimini zehirledi hala zehirlemeye devam ediyor. Osmanlı’nın dağılması sonrası da Türkiye Cumhuriyeti kurulunca Kürtler beklenti içine girdi ama kısa zaman sonra bu beklenti boş çıkınca direndiler. Fakat cumhuriyet döneminde daha ileri kazanımlar elde etmelerini beklerken, yapılan baskılar ve bastırmalar sonucu Selçuklu ve Osmanlı zamanındaki özerkliklerinin gerisine düştüler, ellerindekini de kaybettiler. Devlet ne Kürtlerin ayrılmasına müsaade etti ne de eşit yurttaşlık ilkesini kabul etti. Eritme, ret ve inkâra dayalı politikalar sürüp gitti. Hep üvey evlat muamelesi gördüler; daha da ötesine geçilerek yok sayıldılar.
İktidarlar çözümü, bir devlet politikası olarak İttihat Terakkiden devraldıkları “Kürtleri Türkleştirmek” politikası olarak gördü. Bazen ideolojik araçlarla eritme bazen de kanlı bastırmalarla sorunu çözme yoluna gitti ama çözemedi. Sorun büyük bir fay hattı olarak büyüyerek günümüze kadar geldi. Farklılıkları teke indirgemenin mümkün olmadığı bu çağda artık başka bir çözüm yolunu hayata geçirmenin zamanı geldi geçiyor bile.
Kürt sorunu ve egemenin çözüm biçimi
Türkiye’nin kırmamaya, aksine onarmaya, düzletmeye dikkat etmesi gereken dört fay hattı var: Bunlar 1)Türk-Kürt 2)Alevi-Sünni 3) Kadın-Erkek 4)Yoksul- Zengin fay hatlarıdır bunlar. Bunları görmezden gelmek, yokmuş gibi davranmak, gündeme getirenleri suçlamak sorunları ağırlaştırmaktan başka işe yaramaz. Levra gündüz gerçeğe gözünü kapatan dünyayı sadece kendine gece yapar. Gerçek orada durmaya ve yaşamaya devam eder.
Önce Kürt sorunundan başlayalım. Egemen zihniyet önce Kürtlüğü ret ve inkara tabi tuttu. Sonra mızrak çuvala sığmayınca kendince çözüm yollarına gitti ve Kürt sorununu üç şekilde çözmeye çalıştı: 1) Bastırarak işi bitirmek istedi; bu başarılamadı. Çünkü bu sorun bastırılarak çözülecek bir sorun değildi.2) Entegre etme, devşirme, asimile etme yoluna gitti. Asimilasyon ve self kolonizasyon kısmen başarıldı. Kürtlerin önemli bir kısmı asimilasyona uğradı. Göçler, yer değiştirmeler, nüfus mühendislikleri bu süreci hızlandırdı. Fakat bu da sonuç alıcı olmadı, çoğu yerde bu silah ters tepti. 3)Kendini oluruna/akıntıya bırakma, sorunu görmezden gelme kurnazlığı. Bastırma ile başaramayınca zaman zaman bu taktiğe başvurdu. Bu süreç entegrasyon ve asimilasyonla birlikte yürüdü, kimi zaman da rıza üreterek yapılanlar meşrulaştırılmaya çalışıldı. Ama her üç biçim de sonuçta bu sorunu çözmedi, sorun büyüyerek devam etti.
Çözüm: Eşit temelde bir arda yaşamak
Oysa baştan beri denenmesi gereken bir yol vardı bir türlü bu yol denenmedi. O yol zihniyet değişimi ile birlikte yasal temele oturtulmuş “eşit temelde bir arada yaşamak”tır. Eşit temelde bir arada yaşamak için atılması gereken adımlar bellidir. Bunun için basit üç adım atmak yeterliydi:
1)Herkesin anadilinde eğitim görmesi
2) Vatandaşlık tanımının değiştirilmesi
3) Merkezi devlet ile yerel devlet ilişkisinin âdemi merkeziyetçi bir anlayışla yeniden düzenlenmesi olarak özetlenebilir. Diğer bir deyişle bu konuda sonuç almak için, devletin yıllardır uyguladığı “dil ve idare siyasetini” değiştirmesi gerekir.
Kürtlerin çözme iradesi
Bu arada bir özne olarak Kürtlerin de yapması gereken hususlar var. Bu sorunu kökten çözmek için üç şeye ihtiyaçları var:
1) Kurucu bir akla ihtiyaçları var; bunu bir türlü oluşturamadılar.
2) Bir güncel ve tarihsel bilince ihtiyaç var. Kürt sorunu ve Kürtlük bilinci bilgisayarda uykuya bırakılmış bir dosya gibidir. Bilgisayardaki bu dosyayı tıklayıp açacak girişim ve vizyona ihtiyaç var. Diğer bir deyişle uyuyanı uyandıracak doğru dürüst bir öncülüğe ihtiyaç var. Ve tabi
3) Birlik oluşturmaya ihtiyaç var. Birlik olmadan hiçbir şey olmaz. Birlik çözümün anahtarıdır.
Ne yazık ki bu üç adım da çeşitli nedenlerden ötürü henüz ortada yok.
1) Bir kere bütün Kürtlerin ortak bir hedefleri yok. Bu acı bir gerçek.
2) Kimsenin bir diğerinin liderliğini kabul etmemesi gibi bir durum var. Ne yazık ki bu geçmişten gelen başarısızlığın temel kaynaklarından biridir ve bir hastalık gibi devam etmektedir. Buna siyasetlerin, ideolojilerin, partilerin, aşiretlerin ve kimi büyük ailelerin arasındaki çekememezlik ve çekişmenin sürüp gitmesi de denebilir. Ve tabi
3) Aşiretten milletleşmeyebir türlü evirilmemiş olması gereceği var. Bunlar sosyolojik bir araştırmanın konusu elbette. Ama biz bu yazı çerçevesinde daha güncel olana geri dönelim.
Sorunun çözümünde dört önemli kavram
Peki, nasıl olacak, nasıl çözülecek bu iş. Bana göre çözümün iki boyutu var: Bunlardan biri ve birincisi psikolojik alt yapı inşasıdır. Diğeri de bunun üzerinden atılacak somut adımlardır. Bilinmeli kisosyo-psikolojik alt yapı oluşturulmadan somut adımlar atılsa bile(geçmişte örnekleri olduğu gibi) başarılı olma şansı yoktur. O yüzden önce bu psikolojik altyapı oluşturulmalıdır .Psikolojik altyapı için bugüne değin hayata geçirilmeyen dört kavaramın hayata geçirilmesi gerekir. Bunlar, niyet, empati, barış dili ve bölünme paranoyasının aşılmasıdır. Sırasıyla bakalım:
1-Niyet yapmanın yarısıdır
Demirel’den Erdoğan’a başbakanlar Diyarbakır’a gidip bu sorunu tanıdıklarını ve çözeceklerini söylediler, fakat samimi değillerdi. Çünkü samimi olsalardı bu söylemlerinin ardını getirilerdi, oysa hiçbiri söylemlerinin arkasını getirmedi. Çözüm olmadı, sorun hep orta yerde kaldı.
Demirel 1991 yılında iktidar olduğunda ortağı Erdal İnönü ile Diyarbakır’a gidip Kürt realitesini tanıdıklarını söyledi. Sonra bir daha da bu sözü ağzına almadı ve gereğini yapmadı. Acaba gerçekten böyle bir niyetleri var mıydı yoksa aslında bir kandırmaca politikası ile “..mış gibi” mi yapıldı. Yani mesele onlar için Kürt sorununu çözme sorunu değildi, mesele onlar için daha çok Kürt oyları sorunuydu. Onun ardından 1994 yılında Çiller Bask Modelinden bahsetti, sonra halefleri gibi çark etti. Mesut Yılmaz 1998 yılında “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” dedi. Bunu söyledikten sonra bir şey yapmadı, bir daha Diyarbakır ayak basmadı. Mehmet Ağar bile PKK için “Dağ yerine düz ovada politika yapsınlar” dedi, sonra siyasetten silindi gitti. Ecevit, “Öcalan’ın ABD tarafından neden yakalanıp kendilerine teslim edildiğini bir türlü anlamadığını” ileri sürdü. Sonra Erdoğan geldi. 2005 yılında Diyarbakır’a gidip İstasyon Meydanında halka “Kürt Sorunu var ve bu sorun herkes gibi benim de sorunum, onu hukuk ve demokrasi yoluyla çözeceğim” dedi. Şimdi ise “böyle bir sorun yok” diyor.
Burada iki şey dikkat çekiyor ya da akla geliyor: Ya bu liderler samimi değildi söylediklerinde ya da bunları dile getirdikten sonra bir el, belki de derin devlet, devreye girerek çözümü her seferinde engelledi. O halde artık bu sorunun çözümü için ihtiyaç duyulan en önemli şey gerçekten iyi niyet göstermek ve çözümde gerçekten samimi olmaktır. Halkın artık oyalamaya ve kandırılmaya tahammülü kalmadı.
2-Empati zayıflık değil çözüme giden yolun en etkili unsurudur
Bir düşünün Kürtlerin yaşadığı coğrafyada nerdeyse her iki evden birinde ya bir ölü ya da hapis yatmış bir kimse var bu meseleden dolayı. Bunların hepsi akıllarını mı oynattı, yoksa bir düşünceleri bir fikriyatları var ve bunun uğruna bütün bunlara katlanıyorlar, anlamak gerekmez mi? Peki bu neden anlamaya çalışılmıyor. Bir düşünün toplamda nerdeyse 100 bine varan ölüden ve yaralıdan bahsediliyor. Bugün Rusya Ukrayna savaşında bile bu kadar insan ölmedi. Devletin resmi rakamlarına ve müfettiş raporlarına göre 17 bin faili meçhul gerçekleşti. 4 bin köy ve mezra boşaltıldı ve 3,5 milyon insan göç ettirildi. Bütün bunlar görmezden gelinerek, bunlarla yüzleşilmeden bu sorun çözülebilir mi? İşte bu noktada en etkili kavram empatidir. Empati yapılmadan bu mesele çözülemez. Tabi empati çift taraflı işlemeli. Batıda yaşayanlar Kürtlerin yaşadığı acıları içselleştirmeli, Kürtler de Türklerin kimi hassasiyetlerini dikkate alarak hareket etmelidir. Ancak o zaman gerçek empati kurulabilir ve çözüm için birbirine yaklaşılabilir.
3-Barış dili çözümün anahtarıdır
Bir sorunu çözmek için önce o konudaki dili değiştirmek gerekir. Dilin değişmesi için zihniyetin değişmesi gerekir. Çünkü dil zihnin dışavurumudur, insanı gösteren dilidir, o yüzden, konuş ki seni göreyim denmiştir. Zihniyet ötekileştirici ise düşmanca ise onun dili de barışçıl olamaz tam tersine barışı zehirleyen bir dil olur; tıpkı şimdi yapıldığı gibi. Bu nevi bir dil barışa hizmet etmez, barışı sabote eder. Bu politika bilerek yapılıyorsa yanlıştır, kimseye fayda getirmez. Bilmeden yapılıyorsa terkedilmelidir.
Sürekli, “beka sorunu var, her yan düşmanla dolu, hem içeriden hem dışardan düşmanlar saldırıya geçmiş demek” doğru olmadığı gibi bu sorunları çözmede bir işe ve işleve de sahip değil. Tersine sorunu büyütme işlevine sahiptir. Bazıları bunu zaten bilerek yapıyor, “bize biat edin rahat edin” diyerek toplumu sürekli korkutuyorlar. Korkularla toplumu yönlendiriyor ve yönetiyorlar. Her gün “şu kadar terörist öldürdük, her bahar kökünü kazıdık” diyorlar ama bir türlü kökü kazınmıyor, arkası gelmiyor bu sözlerin. O halde ölüm, öldürme sözleri ile sonuç alınamıyor. Alınsaydı eğer 40 yıldır, hatta 100 yıldır alınırdı. Yazık, günah değil mi? Olan yoksul halk çocuklarına oluyor.
O halde artık bu düşmanlaştırıcı, kutuplara ayıran ve toplumsal barışı zedeleyen ve zehirleyen dil terk edilmeli yerine barış dili kullanılmalıdır. Çünkü kimse sıkılı bir yumrukla tokalaşamaz. Beka söyleminin arkasına sığınarak güvenlik politikalarıyla, ölü sayıcılıkla bir yere varılamaz. Sürekli terör, düşman, vurma, kırma ile sonuç alınamadığı yapılanlardan hala belli değil mi? Bu yolla sonuç alınsaydı, 1925’te, 30’da, 38’de sonuç alınırdı. Alındımı, alınmadı. O halde artık yöntem değişmeli ve kullanılan dili değiştirerek işe başlanmalıdır.
4-Bölünme paranoyası artık aşılmalı
Osmanlıdan bugüne bölünme paranoyası var. Bunun sebebi sadece bugüne ilişkin değil, bu işin bir tarihsel arka planı var. O da toprak kaybı paranoyasıdır. Osmanlının toprak kayıpları, Osmanlı içindeki ulusların ayrılarak devletlerini kurmaları. Rus işgali, Hatay meselesi, Boğazlar meselesi, Kars Ardahan’ın gidip gelmesi vb. tarihsel süreçler bir kopma ürkme belleği yaratmıştır ve bu da bölünme paranoyasına yol açmıştır.
Oysa Kürtler biz ayrılmak istemiyoruz, biz eşit temelde bir arada yaşamak istiyoruz diyor. Buna karşılık, “yok siz böleceksiniz” deniyor sürekli. Aslında bu da iktidarlarını daim ettirmenin bir yolu olarak bir politik manevra olarak kullanılıyor. Oysa evlilikler var, büyük göçler gerçekleşmiş, Pazar birliği oluşmuş, din birliği var… Bu vb. unsurlar zaten sosyolojik olarak bölünmeyi güçleştiren unsurlar. Bunları görmeyip sürekli bölünmeden bahsetmek bölücülüğün ta kendisidir.
Demokrasiyi güçlendirmek varken, hakkı hukuku, adaleti ihya etmek varken, özgürlük ve eşitliği sağlamak varken, bunları yapmayıp, bunların yerine baskıya başvurmak, ayrışmaya zemin hazırlamak asıl bölünmeye yol açmaz mı? Sormak lazım; Türkiye üniter bir devlettir diyenler neden batıda ayrı doğuda ayrı hukuk uyguluyorlar? Batıda uygulanmayan kayyum doğuda uygulanıyor mesela. Batıda olmayan OHAL yıllarca sürüp gitti. Bu mu birlik beraberlik, bu mu bölünmeyi engelleyen politikanız? Bu baskılar, iki hukuklu yapılar tam tersine bölünmeye hizmet eden unsurlardır. Bütün bunlarla sıradan yoksul halk bir sürü yalanla kandırılıyor. Böylece Kürt sorununda giderek bir Türk sorunu yaratılıyor. (Somut adımlar ve Türk sorunu başka bir yazıda).