Kurucu bir politika için HDP deklarasyonu

Kurucu bir politika için HDP deklarasyonu

Mehmet Nuri Özdemir

Günlerdir tartışılan HDP deklarasyonu sonunda kamuoyuna sunuldu. Deklarasyon HDP yöneticilerinin daha önce belirttikleri gibi kapalı kapılar ardında ya da soğuk ve ruhsuz bürokratik mekanlarda değil; doğrudan halkın kalbinin attığı yerde, yani “sokakta”, halkın içinde ve halkın katılımıyla yazıldı. Genel siyasete yön ve doğrultu verebilme gücüne sahip olan bu metnin üzerine, daha deklare edilmeden önce başlayan tartışmalar muhtemelen bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Metnin her maddesi ayrı ayrı tartışılabilir elbette ve tartışılacaktır da, ama biz şimdilik genel bir çerçeveyi çizmekle yetinelim.

Modern siyasi parti ve hareketlerin kendi zamanının sorunlarını sorumluluk alanlarıyla iç içe geçirerek pratik siyasetin genel toplamı denilebilecek böylesi metinlerle siyasete müdahale etmeleri, demokratik siyasetin vazgeçilmez yöntemlerinden birisidir; HDP daha önce yaptığı gibi yine bu kamusal ve demokratik hakkını kullanmış oldu. Normalde burjuva demokratik rejimlerde siyasi partiler; sermaye, devlet ve kişisel menfaatler arasındaki yasal prosedürleri yapılandıran elitlerin bir tür hegemonya aygıtı görevini görüyor. Kuşkusuz partilerin bu karakteri burjuva demokrasilerinin olduğu tüm ulus devletlerin klasikleşmiş bir pratiğini oluşturuyor. Ancak HDP kurulduğu günden beri siyasette kendisine dayatılan bu burjuva siyasal karakter ile adeta boğuşarak onun yerine farklı bir karakter edinmek ve farklı bir yol izlemek istiyor; ve siyasi partileri de bu ezberi bozmaya davet ediyor.

Bu yüzden bir ittifaklar partisi olan HDP kuruluşunun başında, radikal demokratik bir program ile toplumun bir çok problemini ortak bir çatı altında birleştirerek, farklı toplumsal öznelerle birlikte, kesişen ortak amaçlar doğrultusunda hareket etmeyi programına yerleştirmişti; ve böylece kurulduğu günden beri soldan “radikal demokrat” bir siyaset üretme çabası içine girerek solun yeni bir çıkış yolu olarak sunduğu bu stratejiyle siyaset arenasında mesafe almaya çalışmıştı.

Bu stratejiden hareketle HDP zaman içinde kolektif bir emekle, başta Kürtler olmak üzere işçi sınıfı, kadın hareketleri, ekoloji hareketleri ve daha bir çok farklı grupla yan yana gelmeyi başardı; bu başarının yarattığı birikimle tıkanan siyasete bir çok kez müdahale etti ve hem kendi siyaseti hem de genel siyasetin muğlak bıraktığı bazı noktalara “netlik” kazandırmak amacıyla yeniden “ortak geleceğe” yönelik dönemsel yol haritasını en son yayınlanan deklarasyon ile bir kez daha kamuoyuna sunmuş oldu.

Deklarasyon, kamuoyuna sunulmadan önce, özellikle eş başkanların ve kimi yöneticilerin yaptığı tartışmalarla içerik bakımından örtüşüyordu ve bu da bir tutarlılığa işaret ediyordu. Parti yöneticileri modern siyasetin alışılagelen taktiklerine mesafeli durarak aksine metinde -beklenildiği gibi- herhangi bir sürprize yer vermeye gerek duymamışlardı ve bu da aslında kamuoyunu daha önce yapılan tartışmalarla yanıltmayan samimi bir tutum oldu. Bu açıdan deklarasyon popülist siyasetin havai fişek etkisi yaratan içi boş heyecanı yerine kitlelere güzel güneşli günlerin yaşanabileceği ortak geleceğin anahtarını uzattı.

Deklarasyonda, CHP’nin Kürt meselesinin çözümüne yönelik başlattığı “muhataplık ve meşruiyet” tartışmalarına üstü örtülü bir şekilde değinilmesi ve de olası erken seçimlerde HDP’nin ittifaklara dair alacağı tutum merak edilen konuların başında geliyordu. HDP’nin deklarasyonda hem CHP’nin başlattığı Kürt meselesinin muhataplık tartışmasını pek detaylandırmaması hem de herhangi bir ittifakın içinde olmayacağını deklare etmesiyle siyasi alana politik bir esneklik payı bırakarak elindeki kozları hor kullanmamış oldu; yanı sıra iki tarihsel bloğu da (Kemalistler, Muhafazakarlar) demokratik adım atmaya zorlamış oldu. Metnin kuruculuğu ve kurucu olma diskuru belki de buradan geliyor.

HDP’nin seçimlerdeki kilit konumu, Kürt halkının demokratik siyaset alanındaki iradi taşıyıcısı olması ve iktidarın otoriter siyasetine karşı en büyük direnci gösteren özne olması gibi parametreler aslında daha öncesinde metinde kurulacak sözün koordinatlarını belirlemişti. Bu yüzden metnin önemli bir kısmında söylenenler “şaşırtıcı” değil “vurgulayıcı ve bağlayıcı” oldu.

Metni biraz daha detaylandırarak neyin deklare edildiğini gözden geçirmiş oluruz; bir kere bu sadeleştirilmiş metin, yılların getirdiği bedelin ve acının mütevazilikle damıtıldığı, binlerce yoksul insanın, ezilen ve sömürülen insanın emeğinin birbirine ilmek ilmek geçirilmesiyle oluşan politik birikimin omzunda yazıldığını ve hem geçmişin hem de geleceğin ağır yükünü taşıyan bir yerden kaynağını aldığını akılda tutmak gerekiyor.

Metnin halkın içinde yazıldığını daha az önce belirtmiştik; bununla bağlantılı olarak en önemli başlıklardan biri, HDP’nin bir kaç ay boyunca kendi tabanıyla ama özellikle Kürt halkıyla yaptığı müzakerenin sonuçlarını içermiş olmasıydı: Kürt halkı bu metinle bir kez daha ilkesel olarak barışta ısrar ettiğini ve herhangi bir “kopuştan yana değil ortak yaşamdan yana” olduğunu HDP aracılığıyla bir kez daha deklare etmiş oldu. Bedirxanilerden, Şex Ubeydullah’a, Şex Said’den Seyid Rıza’ya, doksanlardan günümüze defalarca iradesizleştirilmek istenen Kürt halkı bugün modern siyasetin ve modern toplumun kusurlarına da cevap olabilecek şekilde bir tutum alarak belirleyici olmaya başlaması kuşkusuz öyle kolay olmamıştır; dönüp bakıldığında belki de şimdilik elde kalan en büyük sermaye, oluşan bu politik ve stratejik aklın kendisidir. Bahsedilen zihinsel dönüşümün bir parçası olduğu bu deklarasyon ile Kürt barışının zenginleştirilmiş müzakere ve diyalog yoluyla kalıcı hale getirilmesi talebi, belki de HDP için “temel bir ilke” haline gelmelidir.

Deklarasyon alarm zilini bir kez daha çalmış oldu; tüm aktörlere normalleşmek ve hukuka geri dönmek için siyaset kurumunun vazgeçilmez bir yol olduğunu ve bu şansın iyi değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmış oldu. HDP’liler belirleyici ve kilit parti olduğu için böbürlenmedi, siyasi nezaketin dışına çıkmadı, şantaj vb. acımasızca yapılan ithamları boşa çıkartarak en doğru hedefi, yani “ortak geleceğe” giden yolu göstererek cevap verdi; buradan hareketle “dayatmacı değil iknacı” bir dil ile çerçeveyi ortak gelecek üzerine kurdu.

Tek tek kişilerin değil toplumsal sorunların merkezinde olabileceği toplumcu bir siyaset önerisi yaptı; bu siyasetin sürdürücüsü olarak “popülist özneleri değil kolektif özneleri” işaret etti.

Her iki eş başkan, metni okurken bir partinin metninden öte herkesin metni olduğunu hissettirdiler; demagoji yerine hakikati ifade etmeyi tercih ettiler. Eş başkanların tavır ve davranışlarında halkların yaşadığı sorunlara ortak çözüm bulabilme arayışının hem sorumluluğu hem de yorgunluğu kendisini hissettiriyordu. Uzun süre sonra siyasette samimiyeti herkese hatırlattı.

Ülkenin içinde bulunduğu kaotik durumun yarattığı farkındalık en sade biçimde metne yerleştirilmişti; metinde ne sağdan gelen “nobranlık” ne de soldan gelen “sekterlik” vardı; optimal akıl ile siyasal aklın kesişmesiyle rasyonel bir strateji ortaya çıkmıştı.

Bu metinle siyasete yeniden geri dönülmesi için herkese durup yeniden düşünme fırsatı verilmiş oldu.

Her iki tarihsel bloğu demokrasiyi ayakları üzerine kaldırmaya davet etti; özellikle Kürt Meselesi başta olmak üzere ülkenin diğer tüm meselelerinde kalıcı ve çözümcü adımlar atmak için tüm aktörlere sorumluluklarını hatırlatan çağrılar yapıldı.

Mutlak gücün kötülüğünü yeniden hatırlattı ve egemenliğin halkta ve yerelde olması gerektiği uyarısını yaptı.

Siyasette genel olarak kamuoyunun beklentilerini karşılayan hamleleri zamanında yapabilmek ve gündemi belirleyen aktör olabilmek, politikaya mesafe aldıran olguların başında gelmektedir. Konuşmanız gereken yerde susarsanız, başkaları sizin yerinize konuşmaya başlar ve konuşan aktör, gündemin de sürükleyicisi olur. HDP bu konjonktürel hakikatin gayet farkında olan bir parti olarak demokratik kamuoyunun beklentilerine cevap olabilecek şekilde bu deklarasyonla sözünü güncelleyerek gündemin merkezinde kalmayı kalıcı hale getirmiş oldu.

Tüm bunların lafta kalmaması için mücadele edeceklerini ama bu iddianın tek bir aktörün omzuna bırakılamayacak kadar geniş ittifaklara açık olduğunu; eğer genel bir iradede ortaklaşılacaksa ve amaç tüm halkın mutluluğu ise bunun yolunun ortak bir sözleşmeyi hep birlikte yeniden kurarak gerçekleşebileceğini söylemiş oldu.

Sonuç olarak HDP şaşırtmadı; demokrasi, barış ve ortak gelecek için, demokratik ve özgürlükçü siyasetin pratikleri ve bağımsız bir yargının teminatıyla kadının, doğanın ve emeğin sömürülemeyeceği bir dünyanın hala mümkün olduğunu hatırlatarak bu umudun taşıyıcısı ve sürdürücüsü olduğunu herkesin önünde bir kez daha deklare etmiş oldu. O zaman çorbada benim de tuzum olsun diyorsak durduğumuz ve nefes aldığımız her yerden el atalım ve bu dünyayı hep birlikte kuralım.