Türkiye’de muhalefetin temsilcileri sanki üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi, bir tür tevekkül ve rehavet içindeler.
Oysa bu seçimlerin Türkiye açısından bir kader seçimi olacağı konusunda herkes hemfikir.
Bir adım daha ileri gidelim: bazıları bu seçimlerin ülkenin kaderi üzerinde belirleyici olabilecek “son seçim” olduğunda da ısrarlılar ve sıraladıkları gerekçeler de yabana atılacak türden değil.
Ve en önemlisi de, seçimlerin tarihi de belli. Türkiye’nin kader seçimleri yüz gün sonra gerçekleşecek.
Peki, bu durumda muhalefet neden bir türlü kendisinden beklenen performansı gösteremiyor?
Neden hala ortak cumhurbaşkanı adayını tespit edemiyor?
Neden ülkeyi kuzeyden güneye, doğudan batıya ayağa kaldırabilecek ve bir şeylerin değişeceğine olan ümidi yeşertebilecek seçim kampanyasını başlatamıyor?
Elbette bunun en önemli nedeni “Millet İttifakı” olarak bir araya gelen partilerin, aralarındaki güvensizlik nedeniyle birbirlerini kollamaları;
Atacakları adımlara, ittifak içindeki ve dışındaki diğer partilerin verecekleri tepkilerden çekinmeleri;
Erdoğan rejimine karşı olmanın ötesinde, bir türlü kendi ideolojik önyargılarını kırıp, gerçek bir rejim değişikliğini mümkün kılacak esnekliği gösterememeleri;
Rejim değişikliği için kendi gölgelerini aşıp cesur açılımlar başlatamamaları.
Bu söylediklerim Millet İttifakı içinde yer alan tüm partiler için geçerlidir.
Rejim değişikliğinin anahtarının HDP olduğu bugün artık politikayla hiç ilgilenmeyen insanların bile bildiği, kabul ettiği bir olgu.
Peki, bu durumda sorumlu bir muhalefet ittifakının HDP ile görüşmesi gerekmez mi?
Türkiye’ye tekrar parlamenter demokrasiyi getireceğini iddia eden bir muhalefet, meclisin üçüncü büyük grubunu oluşturan bir partiyi nasıl yok sayabilir?
Diyelim bunun nedeni HDP ile görüşmenin tabanlarında yaratacağı tepkiden korkmaları.
Peki, ama Türkiye’yi yöneteceğini iddia eden bir koalisyon, söz konusu partiye her koşulda gidip oy veren ve seçmenlerin yüzde on iki, yüzde on dördünü oluşturan kesimiyle nasıl bir ilişki kurmayı düşünüyor?
Seçimlerden sonra sadece oy verdikleri partiyi değil, bu ülkenin vatandaşı olan milyonlarca seçmeni de mi görmezden gelecek?
İktidarı hedefleyen bir birlikteliğin ülke nüfusunun bir kısmını görmezden gelmesi elbette mümkün değil. Bu durumda daha şimdiden onların güvenini kazanmak gerekmez mi?
Güven kazanmak elbette lafla değil eylemle olur.
Millet İttifakı’nın temsilcilerinin rejim değişikliğini gerçekten istiyorlarsa, çıktıkları yolda sonuna kadar yürümeyi de göze almaları gerekiyor.
Eğer Millet İttifakı Erdoğan’ın tek adam rejimi yerine parlamenter demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri temelinde demokratik bir toplumsal yapı oluşturmayı gerçekten hedefliyorsa, her şeyi bir yana bırakıp acilen HDP’nin kapısını çalmalı.
Siyaset, uzlaşı yani mutabakat demektir.
Toplumsal bir mutabakatın koşulları, bugün artık Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar kendini dayatıyor.
Millet İttifakının HDP ile sanılandan çok daha kolay bir uzlaşma zemini bulacaklardan eminim.
Artık demokrasi koşusunda son tura gelindi: ülke tarihinde yeni bir sayfa açabilmeleri, adlarını Türkiye’nin demokrasi tarihine yazdırabilmeleri için yüz gün kadar bir süreleri kaldı.
Millet İttifakı’nın liderleri korkmasınlar. Artık cesur olma zamanı! Yakında kaybedebilecekleri bir şey de kalmayacak!
Ya kendilerini de aşarak, ülkeye demokrasi getirecek ve kahramanlaşacaklar, ya da kendi gölgelerinden bile korkarak seçimlere girecek ve milyonların kendilerine bağladıkları ümitlerle birlikte silinip gidecekler.