Altılı Masa, 28 Kasım 2022 tarihinde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisini kamuoyuyla paylaştı. Anayasanın 84 maddesinde değişiklik öngören bu öneri, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni lağvetmeye ve parlamenter sistemi tekrar yürürlüğe koymaya odaklanıyor.
AKP ve Erdoğan ekonomik kriz ortamında olguları dönüştürme iddiasından vazgeçip algıları manipüle etmeye başladı ve kamu bütçesini seferber edecek şekilde iktisadi popülizme boğuldu. Diğer yandan ise Kürt halkının kazanımlarının ortadan kaldırılması üzerinden “oyun kurucu” rolüne büründü.
Anayasa değişikliği önerisi bu siyasal iklimde muhalefet tarafından gündeme getirildi. Muhalefetin Kürt karşıtlığı üzerinden Erdoğan’ın kurduğu oyunun arkasına dizilmesi ve ekonomik krizi teşhir etmek yerine aday tartışmalarında boğulması umutsuzluğu derinleştirirken anayasa değişiklik teklifi çıkışı pozitif gündem olarak öne sürüldü.
Böylesi kapsamlı anayasa değişiklik teklifi her daim arkasındaki siyasal aklın birçok alanda tahayyül sınırlarını gösterir. Altı muhalefet partisinin ortak imzasıyla paylaşılan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi restorasyoncu bir tahayyülün tezahürüdür. Değişiklik önerisinin ayrıntılarına baktığımızda restorasyoncu anlayışı daha açık şekilde görebiliriz.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi: Epistemolojik körlük ve siyasetsizlik hali
Altılı Masa’nın anayasa değişiklik önerisi restorasyonun güler suretinde birçok maddeyi kapsıyor. 1982 Anayasası’nın halka “ödev” olarak sunduğu çalışma ve siyasi haklar gibi birkaç başlıkta “hürriyet” kavramını ikame ederek Altılı Masa’nın açı farkını gösteriyor. Öte yandan değişiklik önerisi, devlete iktisadi ve sosyal ödevlerinin “sınırları”nı gösteren 65. maddeyi “devletin iktisadi ve sosyal görevleri” olarak değiştiriyor ve neoliberal yaklaşımın yerine sosyal demokrasi tınısını önerisine yerleştiriyor. Yine siyasi partilere kapatma davası açılmasını Meclis’in beşte üç çoğunluğuna bağlama, milletvekili dokunulmazlıklarını yeniden düzenleme ve kayyım atamalarının önüne geçme çabası içeren bazı maddelerle mevcuttan bir adım öteye gitme hissi yaratıyor. Bunlar dışında ise değişiklik önerisinin ruhuna sinen ve pozitif algı yaratabilecek hemen tüm değişiklik önerileri, “AKP ve Erdoğan’dan önce hayat çok güzeldi” nostaljisini andırıyor. Bu nostalji kendiliğinden bir konfora yaslanmayı ve Türkiye’nin geçmişinde de yaşadığı sorunları çözmeye dair epistemolojik körlüğü getiriyor.
Restorasyonun güler suretini gösteren düzenlemelerin yanı sıra, değişiklik önerisi bir taraftan da Türkiye’de demokrasinin önündeki en büyük engellerden biri olan Milli Güvenlik Kurulu’nu tadil edilerek devamını, OHAL yetkisinin yine devletten yana düzenlenerek sürdürülmesini, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu örneğinde olduğu gibi resmî ideolojinin kurumlarını muhafaza ederek yaşatılmasını içeriyor. Yani mevcuttakine dair değişiklikler dahi tarihsel, siyasal, toplumsal sorunları anayasa bağlamıyla çözmeye değil, devletin kurumsal mimarisinin restorasyonuna hizmet eder şekilde düşünülüp metne yediriliyor. Dolayısıyla epistemolojik körlüğe mevcuttaki negatif düzenlemelerle siyasetsizlik hali ekleniyor.
Oysa Altılı Masa’nın temel iddiası, Cumhuriyeti’n ikinci yüzyılında ilk yüzyılla “helalleşerek”, ilk yüzyılın hatalarını tekrar etmeden yeni bir zamanı çağırmak şeklinde lanse ediliyor. Bu iddiayı da önerinin önsözünde şu cümle betimliyor: “Bizler, 150 yıllık Anayasa geleneğimizde yeni bir sayfa açmanın heyecanı ve gururu içerisindeyiz.” Bu cümle ile önerinin içeriği arasındaki makas farkı ise bize yeni bir sayfanın açılma iradesinden çok, bir sonraki sayfanın çevrilmesi iradesini gösteriyor. Yani hikâye değişmiyor, ilk yüzyılda dışarıda bırakılanlar için “anlatılan senin hikayendir” cümlesi aynen devam ediyor.
Kurucu fikrin yokluğu ve vizyon sorunu
Anayasa yapımları ve/ya kapsamlı anayasa değişiklikleri (önerileri) esasında çağrı yapanın niyet, fikir ve iradesini tüm gerçekliğiyle gösteren metinlerdir. Bu bağlamıyla Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerisi kurucu fikrin yokluğunu apaçık gözler önüne seriyor. Çünkü Türkiye gibi tarihsel, siyasal ve toplumsal sorunları derinleşmiş ülkelerde anayasalar esasında birkaç bağlamda kendisinden öncekilerden farklılaşır ve kurucu fikirleri içerip içermediğini ortaya koyar.
Kurucu fikre olan mesafe, siyasi öznenin (Altılı Masa) politik vizyonunu gösterir. Nitekim kamuoyuna sunulan anayasa değişiklik önerisinin kurucu fikirden uzaklığı ve restorasyonculuğu, muhalefetin Türkiye’nin en temel siyasal ve anayasal sorunlarını çözme iradesinden uzak olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de siyasal olan ile anayasal olanın kesişim kümesinde kurucu fikri çağıran temel meseleler merkez-çevre, devlet-demokrasi, ulusal kimlik tanımı, erkler ayrımı gibi dört ana başlık üzerinden şekilleniyor. 1921 Anayasası dışındaki tüm anayasalar bu dört ana başlıktan aynı paradigmaların farklı ifadelerini sunuyor. Merkez-çevre ilişkileri bağlamında, merkezileşme düzey ve niteliği tüm anayasalarda farklı kurumsal-idari mimariyle yer alsa da merkezin tahakkümü her daim güvence altında tutuluyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de benzer paradigmadan türeyen ama yürütme erkine aşırı güç tahkimi üzerinden kurgulanan bir sistemdir.
Altılı Masa’nın önerdiği merkez-çevre ilişkisi ise her ne kadar yürütme erkinin gücünü sınırlandırmayı esas alsa da merkezi devlet mantığını yeniden üreten bir bakış açısından sıyrılamıyor. Bu bakış açısından sıyrılamadıkça demokrasinin demokratikleşmesinin önüne bariyer kurarak devleti esas almaya devam ediyor, devlet-demokrasi ikileminde çubuğu devletten taraf bükmekten vazgeçmiyor.
Oysa merkezileşmenin panzehiri merkezdeki üç gücün (yasama, yürütme, yargı) arasında güç paylaşımını yapmaktan öte bir şeydir. Panzehir, siyaseti yerelden yapacak enstrümanları anayasal güvenceye kavuşturmak, devlete karşı demos’u esas almak, demos’un kratosla ilişkisini bir yanılsamayla devlete vermekten uzak durmaktır. Yine merkezde biriken güçle “ulusunu arayan devlet”in homojenlik üzerinden kurduğu ulusal kimliği, toplumsal gerçeklikle karşı karşıya getirmek her anayasanın ve bilhassa Türkiye’de yapılacak bir anayasanın kurucu fikrinin temel sınırlarından birine işaret ediyor. Bu yönüyle kurucu fikre ihtiyaç duyan bir anayasa önerisi, ulusal kimliği Türklük’ten ve esas politik özneyi ise Türklük, Sünnilik ve erkeklikten kurtarma arayışı içerisinde olmak durumundadır. Oysa ne Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ne de yerine önerilen güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi, anayasa bağlamında, bu arayışı zerre-i miskal içermiyor. Türklük tanımına dokunmayan, ilk dört maddeyle totem ve tabularda ısrar eden bir önerinin Türkiye halklarının tarihsel, siyasal ve toplumsal sorunlarıyla arasındaki mesafe ölçülemez derecede açıktır.
Total devlet laneti
Devleti aşırı merkezi kurgulayan, ulusal kimliği homojenlik üzerinden tanımlayan ve demos’a karşı devleti kratosun (gücün) asıl sahibi ilan eden bir öneri, kurucu değil ancak restorasyoncudur. Bu yönüyle sadece demokrasi eksikliğini/yokluğuna değil, aynı zamanda güçler birliğine de çare üretmekten acizdir. Çünkü devleti ve ulusal kimliği merkezilik-teklik üzerinden düşünen herhangi bir tahayyül total devlet lanetinden kurtulamaz. Dolayısıyla erkler ayrımı kâğıt üstünde hayat bulsa da uygulamada her daim sorunlu bir alan olarak kalmaya devam eder. Çünkü merkezdeki güçler-klikler arasındaki her sıkışma yereldeki toplumsal yaşamı felce uğratma potansiyelini her an içinde taşımaktadır. Total devlet lanetinden kurtulmadan sistemin parlamenter ya da başkancı olması toplumsal ve siyasal yaşamda esaslı bir değişim yaratmayacaktır. Ve fakat total devletin aynılık rejimine karşı yerel demokrasiyi, sivil toplumu, kimlikleri ve örgütlenmelerini farklılık rejimi içerisinde değerlendiren bir yaklaşım erkler ayrımını toplumsal yaşamın bileşeni haline getirebilir.
Muhalefete rağmen kazanmak: Skolastizmi aşmak
AKP-MHP ittifakının mevcuttaki anayasası ile muhalefetteki Altılı Masa’nın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi arasındaki mesafe, Türkiye halklarının temel sorunlarını çözmeye yetmeyecek kadar birbirlerine yakındır.
Altılı Masa tarafından açıklanan ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına dair vizyon olarak kabul edebileceğimiz metin, total devlet lanetinden kurtulmayan, ilk yüzyılın totem ve tabularının vücut bulduğu maddelere dokunmayarak destek olan ve toplumu-tarihi-siyaseti okuma hususunda skolastik görüntü sergileyen içeriğe sahiptir.
Belirmeliyiz ki, skolastizm bir düşünmeme durumu değil; farklı düşünememe durumudur. Dar çerçevelere bağlı kalma, geleneğin yarattığı konfora yaslanma, siyaset yaparken cesur olamama, iddia sahibi olamama durumudur. Bu yönüyle Altılı Masa’nın önerisi kurucu fikirler isteyen tarihsel bir dönemeçte skolastik kalmıştır. Düşünen ama düşüncenin kışkırtıcılığına karşı imtiyazlı halin konforuna yaslanan bir çerçevede sıkışmıştır.
Oysa Türkiye halkları, AKP-MHP ittifakına karşı Altılı Masa’ya mecbur değildir. Ayrıca muhalefete rağmen kazanmak sadece seçimi kazanmak değil, yaşamı kazanmak anlamına gelecektir. Eğer temel motivasyon sadece bir iktidar ittifakının gitmesi değil de, bununla birlikte yaşamı kazanmak ise bunu muhalefete (Altılı Masa) rağmen yapma gerekliliği gün gibi ortadadır.
Hasan Kılıç kimdir?
Hasan Kılıç, lisans ve yüksek lisans derecelerini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden aldı. Doktora öğrenimine Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi Anabilim Dalında doktora tez aşamasında devam etmektedir. Türkiye siyasi tarihi, devlet kuramı ve felsefesi, Kürt Sorunu gibi alanlarda çalışmaktadır. Bugüne kadar birçok gazete ve dergide makale ve yazıları yayınlanmıştır. Gazete Karınca’ya yazılar yazmaktadır.