Abdulmelik Ş.Bekir*
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinin çözümü ve muhataplığına ilişkin sözleri birkaç gündür yoğunca tartışılıyor. Bu tartışma oldukça önemlidir. Zira her ne kadar güncel ve dönemsel bazı gelişmelerden kaynaklı arka plana düşse de cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye’nin en önemli sorunu ve gündemi Kürt meselesidir. Gecikmeli hatta yüz yıl sonra da olsa CHP’nin yetersiz ve eksik bir söylem ve yaklaşımla da olsa bu gündeme girmesi oldukça önemlidir. Bu tartışmaya değer vermek, ileriye taşımak ve çözüm odaklı bir doğrultuda yürümesine katkı sağlamak, Türkiye’nin son beş yıllık faşizm kıskacından ve yüz yıllık tüm sorunlarına kaynaklık eden prangalarından kurtulmasını isteyen herkesin sorumluluğudur.
Bu bağlamda en fazla da oluşturduğu resmi ideolojiyle sorunun mimarı olan CHP’nin sorumluluğudur. Meselenin inkarından çözülmesi gerekliliği noktasına gelinmesi önemli bir gelişmedir. Ancak bu ve benzeri sorunların ilk ve tek yaşandığı ülke de Türkiye değildir. Dünyanın her yerinde ve ülkesinde benzer meseleler yaşandı ve yaşanıyor. Çözüm yol ve yöntemlerinin de nasıl olması gerektiğine dair somut örnekler, modeller ve bunlara dair önemli bir müktesebat var. Dolayısıyla ne tekeri yeniden icat etmeye gerek var ne de atı arabanın önüne koymaya. Uzun süre görmezlikten gelmek bu tarihsel, toplumsal ve siyasal süreçlerin yaşanmadığı anlamına gelmez. Önemli olan Türkiye’nin son kırk yılından ve dünya örneklerinden gerekli dersleri çıkarmak, iyi niyet ve samimiyetle faydalanmaktır.
Bu yönüyle CHP’nin Kürt meselesinin çözümüne girişi doğru olduğu kadar muhataplık meselesiyle girmesi de o kadar yanlış ve talihsiz olmuştur. Doğru yola yanlış giriş teşebbüsünde bulunmuştur. CHP bu yola girmeye niyet ediyorsa herkesten daha çok çabalamalıdır. Halkların ve özellikle Kürt halkının güvenini nasıl kazanacağına kafa yormalıdır. Bugünkü ve daha önceki iktidarların böylesi tarihsel bir meseleyi güncel politikalara kurban etmenin nelere mal olduğunun muhasebesini iyi yapmalıdır. Geçmişin hatalarını iyi okuyarak neyi nasıl ele alacağını, söyleyeceğini ve yapacağını doğru planlamalıdır. Bunun ilk yolu da muhatabını iyi tanımasından geçer.
Güncel polemiklerden azade Türkiye’de Kürt meselesinin muhatabı Kürt hareketidir. Meselenin oluşumunu nedenleri ve buna karşı bir itiraz olarak gelişen hareketin gelişim seyrine biraz bakıldığında muhataplık sorununun olmadığı anlaşılacaktır. Kürdistan meselesinden kaynaklı Kürt hareketinin kendine özgü bir modeli ve örgütlemesi vardır. Ortadoğu’nun başat dört devletinde varlık gösteren ve dünyanın birçok ülkesinde kitle desteğine dayanan örgütlü bir gerçekliği vardır. Bu örgütleme ve model bilinmeden Kürt meselesini bilmek mümkün olmadığı gibi çözmek hiç mümkün değildir. Bu nedenle Kürt meselesi sadece Türkiye ile sınırlı da değildir. Zaman zaman Türkiye’ye özgü bir çözüm geliştirme olanakları oluşmuş olsa da resmi ideolojinin inkar politikası ve iktidarların dönemsel hesaplarından dolayı bu fırsatlar heba edilmiştir.
En son örneği AKP iktidarı döneminde yaşanan süreçlerdir. İktidarın masayı devirmesinin temel nedeni Rojava’da yaşanan gelişmelerdir. Yani Kürt’ün başka bir ülkede statü mücadelesi olmuştur. AKP iktidarı ve ortakları Suriye’deki Kürtlerle kavga ederken Türkiye’deki Kürtlerle barış görüşmelerini yürütmesinin eşyanın tabiatına aykırı olduğunu bildiğinden masayı devirmiş ve altı yıldır süren çatışma sürecine girmiştir. Üstelik içerde muhatap arayışında olan CHP başta olmak üzere tüm muhalefeti bu politik hatta birleştirmiştir. Bu bağlamda CHP, HDP’yi siyaset dışına itmek için başlatılan sürecin ilk adımı olan dokunulmazlıkların kaldırılmasına neden “evet” dediğinin, bir yandan AKP iktidarını Esad Hükümeti’yle anlaşmaya teşvik ederken öte yandan sırf Kürtler yaşıyor diye başka ülkenin sınırlarında bulunan kentleri ele geçirmek için çıkarılan savaş tezkerelerine neden destek verdiğinin cevabını verebilse aynı zamanda Kürt meselesinde muhatabın da kim olduğunu zorlanmadan anlayacaktır.
Irak’ta, İran’da, Suriye’de ve bilcümle dış politikada kendisini AKP iktidarıyla ya da aynı anlama gelmek üzere AKP iktidarını kendisiyle aynı çizgiye getirenin ne olduğunun cevabını vermeden Kürt meselesinde doğru politikalar geliştirmesi mümkün değildir. Konuya objektif bakabilen ve biraz aşina olan herkes yukarıdaki soruların cevaplarını biliyor. Neden, CHP’nin kurucusu olduğu Kürt inkarına dayalı resmi ideolojidir. HDP, Kürt hareketinin yarattığı yelpaze içinde Türkiye’nin kanunlarına göre kurulmuş siyasi bir partidir. Ortadoğu’ya ve dünyaya yayılmış Kürtleri temsil etmesi mümkün değildir. Onlar adına politika geliştirmesi, karar alması ve süreçler yürütmesi ne olanaklı ne de gereklidir.
Türkiye’nin Kürt meselesini sınırları içinde ele alan resmi bir ideoloji ve politikası olsaydı sorunun çözümü için de sadece içerde bir aktörü muhatap almanın yine de bir yere kadar anlamı olabilirdi. Ancak bir yandan başka ülkelerdeki Kürt varlığına karşı yönelik savaş tezkerelerine destek verecek kadar beynelmilel bir Kürt inkarını resmi ideoloji edinmek, öte yandan çözümünü sadece Türkiye içinde tasavvur etmek ve buna göre bir muhatap arayışına, tanımlamasına girmek baştan denklemi tersinden kurmaktır. Bu ya meselenin gerçekliğinden bihaber olmak ya üzerinde iyi düşünülmeden konuşmak ya da çözüm niyeti olmadan güncel bir ihtiyaçtan kaynaklı topu çevirme anlamına gelir. Üçü de birbirinden talihsiz durumlardır. Neticesini de AKP’nin pratiğinde ve geldiği yerde görmek mümkündür.
Bu anlamda CHP eğer Kürt meselesinin çözümüne niyet edecekse öncelikle iyi niyetli olduğunu başta Kürtler olmak üzere Türkiye halklarına göstermelidir. Kürt meselesinin gerçekliğini iyi anlamalı, bu gerçekliğe göre oluşmuş yapıyı iyi tanımalı ve muhataplık meselesini de kendine göre tanımlamamalı, bu gerçekliğe göre tanımalıdır. Yine bu girişiminin Türkiye’de oluşan siyasal denklemin yarattığı denge ve güncel ihtiyaçlarından kaynaklanmadığını göstermelidir. Aksi halde Kürtler de sorunun mimarı olan CHP’nin gerçekten sorunu çözmeye niyeti ve gücü olan bir muhatap olup olmadığını sorgulamaya hakkı vardır. Bu yönüyle neden ve gerekçeleri de çok daha ciddi ve somuttur.
CHP ana muhalefet partisi olarak hala bir muhatap pozisyonunda değil. Daha muhatap pozisyonuna gelmeden muhatap arayışına girmek sorunun çözümüne katkı sağlamaz. Hele ki bunun için Kürtlerin desteği zorunluyken. Şunu da söylemek gerekir eğer Kürtler CHP’nin iyi niyetine inanırsa hem muhatap haline gelmesi hem de sorunun çözümü için gereken desteği vereceklerine kuşku yoktur. Bu yönüyle Kılıçdaroğlu’nun çözüm için Meclisi adres göstermesine kimsenin itirazı yoktur. Hele hele Kürtlerin hiç itirazı olmaz. Şayet dönüp Çözüm Süreci tartışmalarına, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın görüşmelerine ve Kürt hareketinin açıklamalarına bakılırsa ısrarla çözümü Meclise taşımak istedikleri ve bunda ne kadar ısrarlı oldukları görülecektir. Bu ısrara rağmen AKP meseleyi Meclise getirmede ayak diremiş ve ne yazık ki CHP de buna karşı çıkarak, direnç oluşturarak destek vermiştir.
Meselenin Meclis’te çözülmesinin ifade edilmesi doğrudur. Ancak muhataplık konusunda yapılmak istenen atama şimdiden Kürt halkında Kılıçdaroğlu ve CHP’nin niyetine yönelik kuşku oluşturmuştur. Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden beslenenler de konuyu buradan ele almış ve ne yazık ki bu konuda niyetinden şüphe duyulmayacak birçok kişi de ayan beyan ortada olan hakikate parmak basan HDP Van Milletvekili Sayın Sezai Temelli üzerinden iktidarın değirmenine su taşımıştır. Temelli’nin söylediği Kürt halkının kahır ekseriyetinin talebidir. Zira HDP gökten zembille inmedi. Kürt başta olmak üzere Türkiye halklarının, sol, sosyalist ve demokratlarının mücadelesinin yarattığı zemin üzerinde gelişmiş ve bu gerçekliğin vekaletini yapmaktadır. Bu zeminden azade ele alınması her şeyden önce muhatabiyet gücünün tersinden zayıflatılması ve hatta inkarı anlamına gelir.
Son olarak HDP sadece Kürt meselesinde değil, Türkiye’nin tüm sorunlarında ezilenlerden, halklardan, kadınlardan, gençlerden yana çözümlerin muhatabıdır. Ancak kendini yaratan ve bugüne getiren siyasal ve toplumsal mücadelenin bir parçası olarak muhataptır. Bu gerçekliğin hilafına bir muhatap olarak ele alan her değerlendirme, yaklaşım ve politika çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet eder. Yakın geçmiş bunun en bariz örneğidir.
* İstanbul Üniversitesi’nin İletişim Fakültesi’nde gazetecilik ve Fen Edebiyatı Fakültesi’nde ise Hititoloji okudu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1999’da başladığı gazetecilik çalışmalarında Azadiya Welat, Özgür Gündem ve Dicle Haber Ajansı’nda dış politika, kültür ve dil, siyaset üzerine yazı ve analizleri yayımlandı. 2016’dan bu yana Gazete Karınca’da düzenli yazıları yayımlanmaktadır.