Türkiye sinemasının nasıl ki yüzyıllık bir tarihi varsa, yüzyıllık bir sansür, yasak tarihi de var. Filmleri yasaklamakla kalmayan devlet, filmleri yakıp imha etti, yeri geldi gözaltına da aldı. Hatta sansürün anlatıldığı filmi de sansürledi.
İktidarlar değişse de devletin bu politikasında her daim bir süreklilik olmuştur.
Devletin politikasındaki sürekliliğine son örnek Emin Alper’in dünya prömiyerini 75. Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde yapan filmi Kurak Günler olur.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ulusal ve uluslararası festivallerden ödüllerle dönen Kurak Günler‘e verdiği para desteğini faiziyle geri istediği duyurdu.
Bakanlığın gerekçesi de Emin Alper’in senaryoda değişiklik yapmasıymış.

Emin Alper ve Nadir Öperli ise söz konusu kararın Cannes Film Festivali’nin hemen ertesinde başlayan, Antalya Film Festivali’nden sonra da devam eden yalan ve karalamaya dayalı medya kampanyalarının baskısıyla alındığını belirtiyorlar.
Alper’in vurguladığı karalama kampanyası özellikle iktidara yakın medyada filmdeki homofobi teması ve kuir hikâye unsuruna yönelik olmasıdır.
Alper ve Öperli bakanlığın bu kararına karşı filme destek olmak isteyen izleyicileri sinemalara davet eder.
Bu çağrı umuyoruz ki yerini bulur ve 9 Aralık’ta vizyona giren film sahiplenmiş olur.
Sansürün tarihi
Devletin bu son adımıyla biz de ama unutmadan ama hatırlayarak devletin sansür operasyonlarına kısaca bir bakış atalım dedik. Okudukça göreceksiniz ki Türkiye sineması bir sansür tarihidir ya da sansürün tarihi Türkiye sinemasıdır.
Osmanlı döneminden başlayarak cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar sansür yaşanmıştır. Filmlere, Cristian Metz’in söz ettiği ekonomik, politik ve ideolojik-ahlaki sansür uygulanmıştır. Metz’e göre, ekonomik sansür prodüksiyonu, politik sansür film dağıtım sürecini, ideolojik sansür de yaratımı sakatlamaktadır.
Senaryo aşamasından başlayarak filmlerin kontrolünün iki aşamalı olarak yürütülmesi, kurumsal sansürün nasıl bir otosansür mekanizmasına dönüştüğünü de göstermektedir. Bu uygulamalara karşı sessizliğe bürünmek, bakanlığın verdiği destek geri alınmasın diye kurguda değişikliğe gitmek de otosansür olarak adlandırılabilinir.
Yasaklamalara gerekçeler
Devlet için üç tarafı denizlerle çevrili toprağında;
- bir öpücük,
- bir sokağın bozuk kaldırımları,
- bir şehrin kenar semtleri,
- köylülerin yamalı kıyafetleri,
- çocukların yalınayak olması,
- ‘Anadolu delikanlısının deli olarak’ gösterilmesi,
- şarkıların manevi duyguları zayıflatması,
- dozerin ‘seyirci üzerinde dehşet duygusu’ yaratması,
- Anadolu topraklarındaki ekinlerin çok kısa boylu, cılız gösterilmesi,
- Karadeniz’den boğazın çıkışışının gözükmesi,
- plajda güneşlenen erkek ve kadını gören ‘düşman kuvvetleri’nin buraya karadan çıkartma için en uygun yer olarak görmesi,
- halkı askerlikten soğutması,
- ‘sofrada bayat ekmek ve soğan bulunmasının Türklerin kötü beslendiği’ izlenimi vermesi,
- ‘bir devlet sanatçısına tecavüz edilemez’ gerekçesi,
- Keje isminin ‘Türk adı değil’ gerekçesi,
- Kürtçe’nin kullanılması,
- ideolojik propaganda yapan, suça teşvik eden, genel ahlaka aykırı, askeri ve polisi kötülemek gibi gerekçelerle sinemanın S’sinden anlamayan valisinden kaymakamına, polisinde askerine, bakanına kadar filmler sansürlenip yasaklanır.
Yasaklanan ilk film

1919 yılında Ahmet Fehim tarafından, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı romanından uyarlanan ve bir Osmanlı konağındaki bir Fransız kadının anlatıldığı Mürebbiye filmi kayıtlara yasaklanan ilk film olarak geçer. Gerekçe olarak ise Fransızların küçük düşürülmesi gösterilir.
1932’ye kadar filmler hangi şehirde gösterilecekse, gösterileceği sinema salonunda önceden mahalli iki polis tarafından perde üzerinde görülerek denetlenirdi.
1932’ye gelindiğinde de Milli Eğitim, İçişleri Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı’nın üye verdiği Merkez Sansür Kurulu kurulur. Kurul, filmleri gösterimden önce ‘din propagandası’, ‘ahlak kuralları’ ve ‘kamu düzenine uygunluk’ koşuluyla denetlemeye başlar. Kurul bir senaryonun filme alınmasına karar verse dahi, film tamamlandıktan sonra filmde değişiklik yapılmasını isteyebiliyordu.
1934’te çıkan ‘Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nun bir maddesi ise, film senaryolarına ve film çekimlerine müdahale hakkı tanır.
1939’da çıkan bir tüzükle de ‘herhangi bir dinin veya devletin siyasi propagandasını yapan, ideolojik propaganda yapan, suça teşvik eden, genel ahlaka aykırı ve askerliği kötüleyen’ filmler yasaklanır.
Yasanın yürürlüğe girdiği yıl Muhsin Ertuğrul’un yönetmenliğini yaptığı Aynaroz Kadısı (1938) ve Bir Kavuk Devrildi (1939) filmleri ‘açık saçık’ ve ‘milli değerlere aykırı’ bulunarak yasaklanır.
Yönetmen Lütfi Ömer Akad’ın Halide Edip Adıvar’ın aynı isimli romanından uyarladığı Aliye adlı kadın öğretmenin hikayesinin anlatıldığı Vurun Kahpeye (1949) filmi bazı çevrelerin tepkisini çeker. Başlangıçta sansür heyetinin beğenisini kazanan film, daha sonra bazı baskılar sonucu gösterimden kaldırılır. Film tam üç kez sansür kuruluna gidip gelir.
Metin Erksan’ın ilk filmi olan Aşık Veysel’in Hayatı-Karanlık Dünya (1952) Anadolu’daki yoksulluğu ve tarlalardaki ekinleri çok kısa boylu ve cılız gösterdiği gerekçesiyle yasaklanır. Sansür heyeti yasaklamaya gerekçe olarak ise ‘ülkeyi Batı dünyasına kötü gösterecek’ iddiasını gösterir.
Atıf Yılmaz’ın bir bölümünü İtalya’da çektiği Hıçkırık (1953) filmi, sansür kurulu tarafından filmin geçtiği garın Mussolini tarafından yaptırılmış olması ve filmde Mussolini heykellerinin görünmesi gerekçe gösterilerek yasaklanır.
Osman Seden’in çektiği Kardeş Dursun (1954) filmi ‘düşman gemileri boğazı net görüyor’ denilerek sansürlenir, sahnenin filmden çıkarılması da istenir. Ayrıca plajda güneşlenen sevgililerin olduğu sahnede, ‘düşmanın çıkarma yapabileceği uygun kumsal imajı verildiği’ gerekçesiyle bu sahnenin de çıkarılması istenir.
Memduh Ün’ün Mahallenin Sevgilisi (1959) filminde yer alan dozer sahnesi ‘seyirci üzerinde dehşet duygusu yaratır’ denilerek ve ‘devlet malı dozerin özel biri tarafından özel amaçla kullanılamayacağı’ gerekçeleriyle film yasaklanır.
Askeri darbe ve sansür

27 Mayıs 1960’da ordu yönetime el koyar, sansürlenen filmler de artar.
Orhan Kemal’in aynı adlı romanından Atıf Yılmaz tarafından sinemaya uyarlanan Suçlu (1960) filmi tam 28 yerden kesilir.
Metin Erksan’ın Fakir Baykurt’un aynı adlı romanından uyarladığı Yılanların Öcü (1962) filmi de, sansür kurulu tarafından yasaklanır. Kurul, filmin yurt içinde ve yurt dışında gösterimine izin vermez. Ancak filmi Çankaya Köşkü’nde izleyen dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürses filmden etkilenerek yasağın kalkmasını ister, ancak bu yasak da bir ay sonra kalkacaktır. Yılanların Öcü filmi, 23 yıl sonra Şerif Gören tarafından tekrar çekilir, ancak aynı gerekçelerle sansürden yine geçemez.
Metin Erksan’ın Necati Cumali’den uyarladığı Susuz Yaz (1963) filmi de ‘Türkiye’yi temsil edemez’ denilerek sansürlenir. Türkiye’de festivallere katılamayan film, 1964’de gizlice yurtdışına kaçırılıp Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü alır. Ödül ile film Türkiye’de gösterime girerken; oyuncuları ve yönetmeni de bakanlık tarafından sanki film yasaklanmamış gibi ödüllendirilir.
Halit Refiğ’in Şafak Bekçileri (1963) filmi de sansüre takılır. Filmin bir sahnesinde uçağın düşmesi nedeniyle ‘Türk ordusunun uçakları asla düşmez’ denilerek, bir sahnesinde de pilotun üzerinde üniforma varken sevgilisiyle öpüşmesi üzerine ‘Türk ordusunun pilotuna yakışmayacak bir davranış’ denilerek sansüre takılır.
Vedat Türkali’nin senaryosunu yazdığı ve Ertem Göreç’in de yönettiği Karanlıkta Uyananlar (1964) filmi politik bulunarak yasaklanır. Film, Türkiye Sineması’nda işçi sınıfının sorunlarının anlatan ilk filmdir.
Halit Refiğ’in Kemal Tahir’in romanından uyarladığı ve bir Osmanlı paşasının ‘harem yaşamı’nın anlatıldı Haremde Dört Kadın (1965) filmi sansüre uğrar. Filmin 1966’da düzenlenen Antalya Film Festivali’ndeki gösterimi ‘tarihimizi kötüleyen film’ sloganlarıyla engellenmiştir.
Aynı yıl Duygu Sağıroğlu’nun Bitmeyen Yol (1965) filmi de sansüre uğrar. Filmin yasaklama kararı Danıştay’dan döner. Film, kırsal kesimden büyük kentlere daha iyi yaşama koşulları bulmak umuduyla gelen, sıradan, küçük, çaresiz ve kıstırılmış insanların büyük kentte karşılaştıkları güçlükleri anlatır.
Alp Zeki Heper’in Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri (1966) filmi ‘müstehcen’ bulunarak yasaklanır. Danıştay da bir ilke imza atarak filmin yurtiçi ve yurtdışında gösterimini yasaklar.
Yılmaz Güney’li yıllar

Devletin baskını hiçbir zaman eksik etmediği isim Yılmaz Güney’dir.
Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı ve oynadığı, Lütfi Ömer Akad’ın da yönetmenliğini yaptığı Hudutların Kanunu (1966) üç kez sansüre takılır, filmden bazı sahneler de çıkarılır. Ancak tüm engellemelere rağmen film 4. Antalya Film Şenliği’nde En İyi 3. Film ödülü alırken Yılmaz Güney de En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alır.
Yılmaz Güney’in yazıp, yönettiği ve de oynadığı Seyit Han (1968) filmi yurtdışı izni için gönderildiği sansür kurulundan gerekçe gösterilmeden geri çevrilir. Kurul filmdeki Keje ismini ‘Türk adı değil’ diyerek ve düğün sahnesinde görülen püsküllü bayraklar ‘köylünün elinde sancak olmaz’ gerekçelerini öne sürerek filmin yurt dışına çıkışına izin vermez.
Yılmaz Güney’in yazıp, yönettiği ve de oynadığı Umut (1970) filmi de sansür engeline takılır. Sansür kurulu, filmde yer alan faytoncu Cabbar’ın giyimi ve kuşamının fakirliğin bir sembolü olarak ele alınmasını, zengin otomobil sahibi hakkında takibat yapılamayacağı kanaati verilmesini, faytoncunun iş ararken zengin-fakir ayrımı yapılmasını, Cabbar’ın Amerikalı siyahiyi soymasını ve sabah namazının güneş doğarken kılınmasını sakıncalı bularak filmi yasaklar. Film, gizlice yur dışına çıkarılarak ilk kez 1971’de Cannes Film Festivali’nde gösterilir. Filme 1971’de Danıştay kararıyla şartlı olarak gösterimine izin verilir. Bütün yasaklamalara ve engellere rağmen film, Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film dahil altı ödül alır.
12 Mart 1971’de ordu bir kez daha yönetime el koyar, yeni bir sansür yasası da yürülüğe konulur.
1972 yılında Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney’in Baba (1971) filmi sansür engelini aşar, ancak bu kez başka bir engellemeyle karşılaşır. 4. Adana Altın Koza Film Festivali’nde film En İyi Film ve En İyi Oyuncu ödülünü alır, ancak Güney’den rahatsız olan çevreler, juriye baskı yapıp sonucu değiştirir ve ödülü geri alırlar. Film yoksul ailesini geçindirmek için, işlemediği bir suçu üstlenip hapse giren bir babanın hikayesini anlatır.
1972’de Yılmaz Güney tutuklanınca yarım kalan Zavallılar (1974) filmini Atıf Yılmaz çeker. Film, hapisten çıkınca ne yapacaklarını şaşırıp yeniden suça itilmek istenen üç arkadaşın hikayesi anlatılır. Filmin Maraş’ta gösterimi sırasında olaylar çıkınca film yasaklanır.
Tunç Okan’ın İsveç’e iş için giden işçilerin hikayesini anlattığı Otobüs (1974) filmi de, ‘Türkleri küçük düşürmesi ve aptal göstermesi’ gibi gerekçeleriyle sansürlenir. Filmin yurt dışına çıkarılması da yasaklanır.
Sinema salonları bombalanır
1975 yılına gelindiğinde Milliyetçi Cephe (Adalet Partisi, Millî Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi) iktidarıyla sansür daha da ağırlaşır.
Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı, Bilge Olgaç’ın da yönettiği Bir Gün Mutlaka (1975) filmi ‘fazla politik’ bulunarak yasaklanır. Öldürülen üç işçinin hikayesinin anlatıldığı film, bazı sahneleri kesildikten sonra Danıştay kararıyla gösterime girebilecektir. Ancak filmin yer yer kopyaları kaçırılıp yakılır, gösterildiği sinemalar da bombalanır.
Bekir Yıldız’ın üç ayrı romanından Vedat Türkali tarafından uyarlanarak senaryolaştırılan, Süreyya Duru tarafından da yönetilen Kara Çarşaflı Gelin (1975) filmi de sansür engeline takılır. Film, sansürden geçmediği içim Antalya Film Şenliği’nde gösterilmez. Film üzerindeki yasak Danıştay kararı ile kalkar.
Yine Vedat Türkali’nin senaryosunu yazdığı, Süreyya Duru’nun da yönettiği Güneşli Bataklık (1977) filmi sendikal mücadele ve işçi direnişlerini anlattığı gerekçesiyle yasaklanır. Film üzerindeki yasak Danıştay kararıyla kalkar.
Sansüre karşı yürüyüş
5 Kasım 1977 günü Türkiye sinema tarihinde bir ilk yaşanır. 400’ü aşkın sinemacı İstanbul’dan Ankara’ya kadar üç gün sürecek bir yürüyüş başlatır. Yürüyüşe Atıf Yılmaz, Vedat Türkali, Tarık Akan, Müjdat Gezen, Cüneyt Arkın, Hale Soygazi, Fatma Girik, Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Fikret Hakan’ın da aralarında olduğu çok sayıda sanatçı katılır. Bu tarihte Yılmaz Güney ise cezaevindedir.
Şerif Gören’in yönetmenliğini yaptığı, Orhan Gencebay’ın da başrolünde olduğu Derdim Dünyadan Büyük (1978) filmi de yasaklanır. Gecekondu sorunlarına, çarpık kentleşmeye, işçi sınıfının sorularına değinen filmin yönetmeni Şerif Gören de ‘halkı silahlı isyana teşvik etmek suçu’ndan yargılanır.
Yavuz Özkan’ın maden işçilerini anlattığı ve başrolünde Tarık Akan ve Cüneyt Arkın olduğu Maden (1978) filmi sansüre uğrar. Danıştay kararı ile sansür engeli aşılır.
Sansüre takılan önemli filmlerden biri de senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı Şerif Gören’in de yönettiği Düşman (1979) filmidir. Türkiye dışında çok beğenilen ve ödüllere layık görülen film, sansür kurulu tarafından ‘kamu düzenini ve ulusal güvenliği zedeleyici’ gerekçesiyle gösterimi yasaklanır. Kurulun yasak kararı Danıştay’dan döner.
1979’da 16. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde sansür kurulunca yarışmaya katılan üç filmin kesilmesi üzerine tüm yapımcılar festivalde çekilme kararı alırlar. Yasaklanan filmler; Yavuz Özkan’ın Demiryol, Ömer Kavur’un Yusuf ile Kenan ve Yavuz Pağda’nın Yolcular filmidir. Festivalde verilemeyen ödüller ise 32 yıl sonra 2011’de ‘Altın Portakal’ın Geç Gelen Ödülleri’ adıyla sahiplerine takdim edilir.
Korhan Yurtsever’in yönettiği ve Almanya’da çektiği Kara Kafa (1979) filmi ‘dost bir ülkenin onuruyla oynanıyor’ gerekçesiyle yasaklanır. Filmin yurtdışına çıkışı da yasaklanınca yönetmen filmle birlikte Almanya’ya gider. Film yıllar sonra 2011’de Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gösterilir.
Orhan Kemal’in aynı adlı romanından Mahmut Tali Öngeren tarafından senaryolaştırılan, Erden Kıral tarafından da çekilen Bereketli Toprak Üzerinde (1979) filmi, dönemin sıkıyönetimi tarafından yasaklanır. Çukurova’da zor koşullar altına çalışmak zorunda kalan üç işçinin hikayesini anlatan film Avrupa’da ‘En İyi Film’ ödülünü alır ancak yurtdışı yasağı nedeniyle Erden Kıral’ın ödülü alması engellenir. Film 28 yıl sonra 2008’de Türkiye’de gösterime girer.
Yılmaz Güney’in filmleri, kitapları, ismi yasaklanır
Yılmaz Güney ‘Yol’ filmi ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi alırken.
12 Eylül 1980’de ordu üçüncü kez yönetime el koyar. Sansür baskısı ağırlaşır. Devletin bu dönemde de baskını üzerinde en çok arttırdığı isim yine Yılmaz Güney’dir.
Yılmaz Güney’in cezaevinde yazdığı, Şerif Gören tarafından da çekilen Yol (1981) filmi yasaklanır. Yılmaz Güney filmi kendisiyle birlikte Fransa’ya kaçırır. Film, 1982’de Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nü alır.
Filmin ödül almasıyla devlet dünya sinema tarihinde örneği olmayan bir örneğe imza atarak Yılmaz Güney’in bütün filmlerini yasaklar ve bulduğu filmlerin kopyasını da imha eder. Ellerinde onun filmlerini bulunduranların filmleri teslim etmeleri istenir, teslim etmedikleri taktirde ise sıkı yönetim mahkemelerince cezalandırılacağı duyurulur. Bununla yetinmeyen devlet, kitaplarını ve posterlerini de toplatır, hatta adından söz edilmesini de yasaklar.
İmralı Cezaevi’nden izne giden ve ayrı ayrı sorunları, beklentileri, hayalleri, umutları olan beş mahkûmun öyküsünün anlatıldığı Yol filmi 1999’da Türkiye’de gösterime girer.
Sinan Çetin yönettiği Mehmet Günsur’un da senaryosunu yazdığı Bir Günün Hikayesi (1980) filmi sansür engeline takılır. Üç yıl sonra gösterime girebilen film, işçi sınıfının mücadelesini anlatır.
Temel Gürsu’nun yönettiği Orhan Gencebay ve Yıldız Kenter’in oynadığı Zulüm (1983) filmi de engellerle karşılaşır. Sansür denetleme kurulu tarafından ‘Yıldız Kenter devlet sanatçısıdır. Bir devlet sanatçısına tecavüz edilemez’ denilerek sahnenin kaldırılmasını istenir, ve sahne çıkarılır.
Sansür yetkisi Kültür Bakanlığı’na devredilir
1980’li yıllarda Türkiye’de oluşturulan yeni devlet politikası ile 1979’da uygulamaya konulan sinema yönetmeliği yeniden değişikliğe uğrar. 1983 yılında yeni bir tüzük değişikliği söz konusu olur. Buna göre, Film Denetleme Kurulu’na bir üst kurul eklenir. Çekimine ve gösterimine izin verilemeyecek filmler için gerekçeler 15 maddeyle sıralanır.
Filmlerin yasaklanması ve halka yönelik gösterimin önlenmesi amacıyla belirtilen maddeler daha önceki tüzüklerin tekrarı niteliğindedir. Ancak bu tüzükte farklı olan, yeni yasa tasarısının denetlemeyi İçişleri Bakanlığı’ndan alıp, Kültür Bakanlığı’na vermesidir.
Film de yakılır

Halit Refiğ’in Kemal Tahir’in aynı adlı romanından uyarladığı Yorgun Savaşçı (1980) adlı sekiz bölümlük dizi filmi ‘Türk tarihini tahrip ettiği’ ve ‘Milli Mücadele gerçeklerini çarpıttığı’ gerekçeleriyle yakılır. Özel bir televizyon kanalında Tunca Yönder tarafndan çekilen başka bir versiyon yayınlanınca yok edilmeyen bir video kopya 1993’de TRT’de yayınlanır.
Yaşar Kemal’in baş yapıtı olan romanından sinemaya uyarlanan ve Peter Ustinov’un yönettiği İnce Memed’in (1983) Türkiye’de çekilmesine izin verilmeyince film Yugoslavya’da çekilir. Ancak filmin Türkiye’deki gösterimine de izin verilmez. Filmin Türkiye’deki çekimlerine izin verilmemesi dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile ordu arasındaki siyasi anlaşmazlığı açığa çıkarır. Bu süreç Ecevit’in Meclis’te güvennoyuna tabii tutulması ve başbakanlıktan düşmesiyle sonuçlanır.
Yönetmen Başar Sabuncu’nun Pınar Kür’ün yasaklanan ve aynı adlı romanından uyarladığı Asılacak Kadın (1986) filmi ‘genel ahlak kurallarına ve milli kültürümüze uygun değil’ denilerek sansürlenir. Söz konusu sansür Danıştay kararıyla kalkar.
Ümit Ünal’ın senaryosunu yazdığı Halit Refiğ’in yönettiği, Müjde Arın da başrölünde olduğu Teyzem (1986) filminin birkaç sahnesi kesilir. Gerekçe olarak ise ‘filmde üvey babanın emekli assubay olması’ ve ‘kadının rüyalarına üniformasıyla girmesi askerliği rencide etmesi’ gerekçeleri gösterilir.
Ali Özgentürk’ün yazıp ve yönettiği, Tarık Akan’ın da başrolünde yer aldığı Su da Yanar (1987) filmi gösterime girdikten sonra yasaklanır. Yönetmen Özgentürk de ‘Türkiye’nin kötü propagandasını yapmakla’ suçlanır.
Ümit Elçi’nin Çetin Altan’ın aynı adlı romanından uyarladığı Bir Avuç Gökyüzü (1987) filmi önce sansüre uğrar, ardından da şartlı olarak gösterimine izin verilir.
Gözaltına alınan film

Muammer Özer’in yazıp yönettiği Kara Sevdalı Bulut (1988) filmi eşine az rastlanır bir sansür uygulamasına maruz kalır. Özer’in filmi daha laboratuvar işlemleri sürerken laboratuvar sahiplerinin ihbarı üzerine gözaltına alınır. Bir süre sonra serbest bırakılan film, bu kez de hem sansüre uğrar, hem de festivallere katılması engellenir. Film, yirmi yedi yıl sonra 2015’te 10. İşçi Filmleri Festivali’nde gösterilir. Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer’in başrol oynadığı film 12 Eylül darbesini, sonrasında yaşanan tutuklamaları, baskıları, işkenceleri ve kitap yakmaları anlatır.
Rıfat Ilgaz’ın aynı adlı romanından Yusuf Kurçenli tarafından uyarlanan ve başrolünde Tarık Akan’ın olduğu Karartma Geceleri (1990) 90’lı yılların yasaklanan ilk filmi olur. İkinci Dünya Savaşı sürecinde kitabı toplatılan öğretmen-şair Mustafa Ural’ın hikâyesinin anlatıldığı film yasağa rağmen birçok festivalde ödüle değer görülür.
İsmail Güneş’in yönettiği başrolünde Cüneyt Arkın’ın olduğu Gülün Bittiği Yer (1999) filmi, işkence sahneleri nedeniyle Kültür Bakanlığı tarafından yasaklanır. Filmi yasaklayan komisyon üyeleri arasında yönetmen Yılmaz Atadeniz, oyuncu Aytaç Arman ve müzisyen Ali Kocatepe de bulunur.
Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk (1999) filmi sansüre uğramaz ancak film çeşitli engellerle karşılaşır. Hiçbir dağıtımcı filmi almak, sinema solanları da göstermek istemez. Altın Portakal’a kabul edilmeyen film, yurtdışındaki festivallerdeki Türkiye sineması programlarından da zorla çıkartılır..
2000’li yıllar

Handan İpekçi’nin yönettiği Büyük Adam, Küçük Aşk (2001) filmi ‘Türk polisine hakaret edildiği’, ‘polislerin acımasız katil gibi tanıtıldığı’ ve ‘Kürtçülük propagandası’ iddiaları gerekçe gösterilerek yasaklanır. Filmde, polis baskını sırasında ailesini kaybeden küçük bir kızla emekli bir hakimin hikayesini anlatır. Film, 38. Altın Portakal Festivali’nde En İyi Film dahil beş ödüle değer görülür.
Tayfun Pirselimoğlu’nun yönettiği, Zuhal Olcay’ın da başrolünde olduğu ve bir annenin kaybolan oğlunu aradığı Hiçbiryerde (2002) filmi 21. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma Bölümünde yarıştığı sırada Denetleme Alt Kurulu’nca sakıncalı bulunarak, eser işletme belgesi verilmemiştir. O yıl festivalin Ulusal Yarışma jürisi başkanı olan yönetmen Erden Kıral, filmin yasaklanması durumunda jüriden istifa edeceğini açıklayarak tepki gösterir. Gelen tepkiler üzerine film önündeki yasak engeli kalkar.
Aynı yıl Ümit Ünal’ın 9 (2002) filmi de festival de yarıştığı sırada sakıncalı bulunarak, eser işletme belgesi verilmek istenmemiş, ancak gelen tepkiler üzerine yasak engeli kalkar. Film, 21. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’ne değer görülür.
Çayan Demirel’in Dersim 38 (2006) belgeseli de engellerle karşılaşır. Denetleme ve Sınıflandırma Kurulu, filme eser işletmen belgesi vermez. Yapılan itiraz sonucu bu karar mahkeme tarafından iptal edilir. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı iptal kararını Danıştay’a götürerek, yasağın tekrar uygulamaya konması için yeni bir girişimde bulunur. Mahkeme kararlarına rağmen bakanlığın belgeyi vermemekte ısrar etmesi üzerine filmin gösterimi birçok yerde engellenir. Belgesele getirilen erişim engeli ise 14 yıl sonra 2020’de kalkar.
Kazım Öz’ün yönetmenliğini yaptığı Bahoz (Fırtına, 2008) filmi de engellerle karşılaşır. Antalya ve Adana başta olmak üzere birçok festival filmi kabul etmez. Film, 90’lı yıllardaki üniversiteli Kürt gençlerin hikayesini anlatır.
Aydın Orak’ın yönettiği Bir Başkaldırı Destanı: Bêrîvan (2011) belgeseli, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yasaklanır. Yasağa gerekçe olarak ise filmin anayasanın temel ilkelerine aykırı olarak ‘tarihi çarpıttığı’ ve ‘PKK propagandası yaptığı’ ileri sürülür. Film, 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde de gösterilir.
Reyan Tuvi’nin Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek (2014) belgeseli de sansüre uğrar. Film, kabul edildiği 51. Antalya Film Festivali tarafından festival programından çıkarılır. Gezi Direnişi’ni anlatan belgesel filmin engellemelerine gerekçe olarak ise ‘Cumhurbaşkanı hakaret’ teşkil edebileceği gösterilir.
Deniz Yeşil’in 1977’de sansüre karşı üç günlük yürüyüşünü anlatan Yollara Düştük (2014) belgeseli de üç kez sansüre uğrar. 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden Reyan Tuvi’nin Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek belgeseline, 34. İstanbul Film Festivali’nden ise Ertuğrul Mavioğlu ile Çayan Demirel’in Bir Gerilla Belgeseli Bakur/Kuzey adlı belgeseline uygulanan sansür nedeniyle geri çekilme kararı alan film, Eskişehir Film Festivali’nde ise ‘eser işletme belgesi’ engeli nedeniyle gösterim yapamaz.
Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’nun birlikte yönettiği Bir Gerilla Belgeseli Bakur/Kuzey (2015) belgeseli Kültür Bakanlığı tarafından ‘kayıt tescil belgesi’ olmadığı gerekçesiyle İstanbul Film Festivali’ndeki gösterimi engellenir. Festivali hazırlayan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) da filmi programdan çıkarır. Bunun üzerine sinemacılar baskı, sansür ve yasağa karşı filmlerini festivalden çekerler.
Yüzyıldır yasaklarla, baskılarlar sansürle filmleri engelleyen devleti, “rahatsız” eden sinemacılar da her dem olacaktır.
Selim Yıldız’ın Roboski Katliamı’nı anlattığı Bîra Mi’têtin (Hatırlıyorum, 2016) belgesel filmi de engellerle karşılaşır. 27. Ankara Uluslararası Film Festivali’de yarışma bölümünden yarışan film programdan çıkarılır. Festivalden çıkarılmasına gerekçe olarak ise ‘eser işletme belgesi’ olmaması gösterilir.
Yeşim Ustaoğlu’nun yönettiği Tereddüt (2016) filmi sınıflandırma kurulunda sevişme sahneleri yüzünden ‘+18’ almamak için festivallerde gösterilen orijinal halindeki bazı sahnelerini farklı kurgulayarak gösterime girer. Ustaoğlu bu değişikliği bakanlığın kendisine verdiği desteği geri almaması için yapar. Film ‘+18’ yaş sınırı alsaydı bu durumda bakanlık verdiği desteği geri alabilme hakkına sahip olacaktı. Böylece Yeşim Ustaoğlu kendi filmine ekonomik gerekçelerle otosansür uygular.
Yönetmen Kazım Öz’ün Zer (2017) filmi de sansürlerinir. 36. Uluslarası İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale Ulusal Yarışma’da yer alan filmin bazı sahneleri Kültür Bakanlığı tarafından sansürlenir. Yönetmen Öz de sansürlenen sahnelerde perdeyi karartarak sansürü protesto eder.
Yeni sansür yasası

Mars Cinema Group ile büyük yapımcılar arasında bilet gelirinin paylaşımı nedeniyle devlet yeni sansür yasasını yürürlüğe koyar. 1 Şubat 2019’da ‘Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ teklifiyle yerli ve yabancı sinema filmleri bir komisyon tarafından değerlendirilmeye başlanır. Uygun bulunmayan filmler ticari dolaşıma ve gösterime sunulmamaya başlanır. Nuri Bilge Ceylan’ın da aralarında olduğu sinemacılar yeni yasanın ‘sansür’ anlamına geldiğini belirterek tepki gösterirler.
Kazım Öz’ün yazıp yönettiği Bir Kar Tanesinin Ömrü filmi 29. Altın Koza Film Festivali’nin ön seçici kurulu tarafından gerekçe gösterilmeden reddedilir. Film, Trabzonlu genç bir kadın ile Hakkarili genç bir erkeğin aşk öyküsünden esinlenerek sinemaya uyarlanır. Yönetmen Öz, “Benim filmlerime yaklaşım benimle alakalı değil, ortada ideolojik bir bakış var. Tekçi, ırkçı, cinsiyetçi, milliyetçi yaklaşımlara sahip jüriler bu şekilde engelleme kararları alıyorlar” diyerek avukatları aracılığıyla hukuki süreç başlatır.