Bir aksilik olmazsa, seçim 14 Mayıs’ta yapılacak. Erdoğan aday olabilir mi, olamaz mı tartışması bir yana, 14 Mayıs tarihine bir anlam biçilerek, karar verildiği çok belli. Türkiye sağ siyasetinin kıblesi olmuş Demokrat Parti (DP), 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidar olmuştu. AKP, CHP’yi sandıkta deviren DP üzerinden bir empati geliştirerek seçim yürütmek istiyor. Ne var ki, DP muhalefetten iktidara gelmişti. AKP ise hâlihazırda iktidardayken seçime gidiliyor. Doğru strateji olmadığı düşüncesindeyim. Çünkü kullanacağı argümanların karşılığı olmayacak. Üstelik muhalefet, Demokrat Parti’nin yapmış olduğu icraatları meydanlarda anlatırsa, Erdoğan o topa bir daha girmez, giremez. Neden? Çünkü Türk sağına anlatılan Demokrat Parti ile 10 yıllık iktidarındaki Demokrat Parti birbirinden 180 derece farklı. Kanımca DP-AKP türdeşliğinden çok, Menderes’in haksızlığa uğramış sonundan bir duygudaşlık yaratmaya çalışacaklardır.
Demokrat Parti’yi biraz mercek altına almakta fayda var. Bu ülkenin gelmiş geçmiş en Amerikancı (ABD) partisi, Celal Bayar ve Adnan Menderes’in 1946 yılında kurmuş olduğu Demokrat Partisi’dir. 2. Dünya Savaşı’nın bitimi ile birlikte, ABD nüfuz alanını genişleterek, SSCB ile girdiği ‘Soğuk Savaş’ta sağlam uydu devletlere ihtiyaç duyuyordu. CHP, ABD için fazla statükocuydu. Onun için CHP içerisinde faaliyetlere giriştiler. Daha çok liberalizm, daha çok demokrasi düsturu ile ortaya çıkan isimlerle DP kuruldu. Ve Cumhuriyet tarihinin en ABD yanlısı partisi olarak da 1950’de iktidara geldiler. Daha sonra bu çizgiden Adalet Partisi yol aldı. ANAP, DYP derken, AKP de aynı mirasın sahiplerinden olduğunu her platformda söyledi, DP’yi sahiplendi.
Adnan Menderes’in partisi DP, 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimde yüzde 52,67 oy alarak iktidar oldu. Demokrat Parti propaganda olarak, birbiri ile bağlantılı iki müjde(!) verdi. Her mahalleden bir milyoner yaratılacak ve Türkiye küçük Amerika olacaktı. Ufukları ancak bu kadardı. Ne var ki bu söylem halkta karşılık buldu. Fakirliğin her yanı sardığı toplum; baskılardan bunalmış, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından olan ekonomik koşulların yarattığı sefaletin faturasını doğal olarak CHP’ye kesip, sandıkta DP’ye mührü bastılar. Yüzde 52’yi aşan bir oy oranı ile İsmet Paşa’nın CHP’sini devirdiler.
ABD hemen harekete geçti, bu toy iktidarı krediye boğdu. Marshall Planı çerçevesinde verilen krediler karşılığında, Türkiye dış politikası ipotek altına alındı. Bizim olmayan Kore Savaşına bir tugay asker gönderildi. Sadece NATO’ya alınmak için bu yapıldı ve 721 asker yaşamını yitirdi Kore’de,175’i kayboldu. Esir ve yaralıları saymıyorum bile. Türkiye böylece NATO’ya alındı. Bir sürü ABD (NATO) askeri üssü Anadolu’da inşa edildi.
1954 seçimlerinde DP’nin oyu yüzde 57’leri geçti. DP iktidarı, Cezayir Bağımsızlık mücadelesinin de karşısında yer aldı. BM’de yapılan oylamada güya tarafsız kaldı. 1958’de BM’deki Asya-Afrika ülkeleri grubunun, ‘Cezayir’in bağımsızlığının hemen tanınması’ yönündeki önergesine çekimser oy verdi. Savaş bu nedenle 3 yıl daha devam etti.
İsrail’le 1958’de yapılan antlaşma ile ilişkiler üst seviyeye çıkarıldı. Antlaşma, halkla ilişkiler kampanyaları, istihbarat paylaşımı ve askeri destek gibi içerikleri barındırıyordu. Menderes iktidarı, Irak ve İran’da iktidara gelen yurtsever liderlerden hoşnut olmadı. Nasır’ın öncülüğünde 1955-1958 yılları arasında Mısır ve Suriye arasında kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden dolayı Menderes hükümeti neredeyse Suriye’ye savaş ilan edecekti (55 yıl sonra AKP bunu kısmen yerine getirecekti). Tabi ABD’nin gözüne daha çok girmek bir yana, içeride de gittikçe düşen oylarından dolayı, milliyetçiliği körüklemeye çalışmıştı. Ne var ki, SSCB ile karşı karşıya gelmekten çekinen ABD, o zaman böyle bir işgale izin vermemişti.
1957 seçimlerinde ise oy oranı on puan birden düşen DP, içeride gittikçe despot bir siyaset izlemeye başladı. Basını susturdu. Muhalif gazetelerin basımını engellemek için SEKA’ya talimat vererek, emrinde olmayan basına kâğıt satışını durdurdu. Muhalefet lideri İnönü birçok yerde linç girişimine maruz kaldı. Üniversiteler kıskaca alındı. Bunlar yetmezmiş gibi bir de ‘Vatan Cephesi’ kuruldu. Ya bizdensiniz ya da düşmansınız anlayışı hükümeti esir almıştı. Halkın desteği azaldıkça, Menderes’in öfkesi artmaya başladı. 12 Ekim 1958 tarihinde Manisa’da yaptığı konuşmada, Vatan Cephesi etrafında halkı kenetlenmeye çağırarak; “Vatana hizmetin hangi istikamette olduğunu düşünerek muhalefetin kötü gidişine paydos desinler. Anarşiye ve nifaka paydos dedikten sonradır ki, hakiki demokrasinin ve hürriyetin güneşi bütün parlaklığı ile ortaya çıkacaktır…” sözleri ile vatansever-vatan haini ayırımını yarattı.
Ardından büyük bir kampanya başlatıldı. Radyolar her gün Vatan Cephesi’ne katılanların isimlerini saatlerce anons ediyordu. Bir süre sonra iş şirazeden çıktı. İsmi okunan birçok insanın böyle bir girişimi olmadığı, ölülerin isimlerinin okunduğu tespit edildi. Ama bir kez korku dağları sarmıştı. TBMM bünyesinde, DP’li vekillerden oluşan Tahkikat Komisyonu kuruldu. Komisyonun amacı, muhalefet ve basının suç işleyip işlemediğini araştırmaktı. Öylesine hukuk dışı bir komisyondu ki, mahkeme kararına gerek olmadan, istediklerini tutuklama yetkisine sahiptiler.
Görüldüğü üzere, Demokrat Parti’nin ikinci 5 yılı ile AKP’nin son 10 yılı dış politika ve özgürlükler konusunda birbirine çok benziyor. Hiç kuşkusuz Demokrat Parti devletin her alanına AKP kadar nüfuz edememişti. Muhtemelen ABD darbe yapmasaydı, ilk seçimde iktidarı kaybedecekti. Tam 73 yıl sonra, Demokrat Partinin iktidara geldiği tarihe gönderme yaparak seçim startı veren AKP’nin mevcut veriler ışığında, seçimi kaybetmesi de sürpriz olmayacak. Siyaseten bir dönemin tarih olmasına çok az kaldı denebilir. Tek bir şartla: Muhalefet intihar etmezse.
Doğan Durgun kimdir?
1968 Adıyaman doğumlu. 1992 yılında İzmir 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Şiir ve denemeleri çeşitli dergilerde yayınlanan Durgun, uzun yıllar Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ayrıca Sanat ve Hayat Dergisi, Esmer gibi edebiyat-sanat dergilerinin yazar kadrosunda yer aldı. Bu dergilerde edebiyat ve sinema üzerine yazılar yazdı. Kolektif hazırlanan kitaplara yazıları ile katkıda bulundu. İHD’de (İnsan Hakları Derneği) yöneticilik yaptı. Mali Müşavir/Bağımsız Denetçi olarak çalıştı.