Mersin Akkuyu’daki nükleer santrale neden karşı çıkıldığını anlamak için Çernobil ve Fukuşima nükleer santrallerini hatırlamak yeterlidir. Doğru diye lanse edilen yanlışlara açıklık getirmek sorun-çözüm denklemi için çok önemlidir. Bu temelde sorunun doğru anlaşılmasının önünde üç önemli engel var: Biri sermayenin yeşil yüzlü kurumlarınca çevrecilik adı altında yürütülen sözde karşı çıkışlar, ikincisi iktidar karşıtlığı üzerinden yürütülen muhaliflik ve üçüncüsü de yabancı sermaye karşıtlığının yerli ve milli olması söylemidir.
Çernobil’deki nükleer santralin dört reaktöründen biri 26 Nisan 1986 tarihinde patlamış, İkinci Dünya Savaşı’nda Hiroşima’ya atılan atom bombasının 50 katı radyasyon yaymıştır. Kaza yaklaşık 8,5 milyon insanı etkilemiş, 200 binden fazla insanın doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne neden olmuştur. Yüzbinlerce kişi kalıcı sağlık sorunları yaşamış, sakat doğumlar yıllarca devam etmiş, yüzbinlerce insan kanser olmuş ve yüz binlercesi göç etmek zorunda kalmıştır. Bitki örtüsü ve canlıların tamamına yakını; sayısız kuş, sürüngen ve kara canlısı ölmüştür. Doğal yaşam nükleer sızıntıya rağmen toparlanmış olsa da bu korkunç kaza bir ekolojik kırıma neden olmuştur.
Üstelik radyasyonun etkisi, yüzlerce yıl boyunca canlı yaşamı ölümcül derecede tehdit edecektir.
Reaktördeki radyasyon sızıntısının bitmesi ve reaktörün sökülmesi işlemleri ancak 2065 yılında tamamlanacak ve kazanın tüm izlerinin silinmesi için tahmini 18 milyar dolar harcanacaktır. Diğer yandan reaktörün patlamasından sonra havaya karışan radyoaktif maddeler birçok ülkeye ve Türkiye’de özellikle Karadeniz’e taşınmış, dönemin yetkilileri canlı yaşamı hiçe sayan yaklaşımlarda bulunmuştur. Kazanın ardından geçen yıllar boyunca Karadeniz bölgesinde kanser vakaları olağanüstü derecede artış göstermiştir.
Bir diğer önemli örnek ise Fukuşima’daki nükleer santraldir. Bölgede gerçekleşen depremin ardından oluşan tsunami ile tesisin soğutmasını sağlayan motorlar işlevsiz kalmış, ulaşım yolları sulardan etkilenmiş ve müdahaleyi zorlaştırmıştır. Sonuçta sızıntı az miktarda olmasına rağmen canlı yaşam bir nükleer kırımdan kıl payı kurtulmuştur.
Bu tecrübeler ışığında bir nükleer santralin beraberinde getireceği tehlikeleri görmek mümkün. Akkuyu nükleer santraline gelirsek, 6 Şubat depreminden sonra santralin inşaatının etkilenmiş olabileceği ve çatlaklar oluştuğuna dair duyumlara rağmen bilgi ve veriler saklandı. Proje açıklandığı günden bugüne inşaatın yapılmaması ve durdurulması yönünde bir tek adım atılmadı.
Geldiğimiz noktada tüm dünya nükleer enerji santrallerinden vazgeçmektedir. Durdurulan reaktörlerin atıkları bir ülkeden bir başka ülkeye nakledilmekte ve güvenli şekilde bertarafı gerçekleştirilememektedir. Dünya bu enerji türünü terk ederken Akkuyu’daki ısrar anlaşılır değildir.
Akkuyu nükleer santraline ilk nükleer yakıt 27 Nisan’da gelecek ve böylece Akkuyu, nükleer tesis statüsü kazanacaktır. Herhangi bir enerji üretim sistemi, endüstriyel ölçekte kazancı artırma üzerine tesis edilirse ekolojik olması mümkün değildir. Enerjinin politikasının iktidar karşıtlığı üzerinden oluşturulması, yerli ya da milli olması, küçük ya da büyük olması da baştan sona yanlış ve kırımla sonuçlanabilecek bir yaklaşım biçimidir. Nükleer enerji için ‘temiz, yeşil, yenilenebilir sürdürülebilir’ ve benzeri tabirler kullanılması bu enerjiyi ekolojik yapmaz, kandırmacadan ve göz boyamadan öteye gitmez.
Nükleer enerji asla kullanılmamalıdır.
Duyarlı aktivistler ve sivil toplum örgütleri her yıl 26 Nisan’da Çernobil’deki korkunç kazanın yıldönümünde nükleer tehlikeye dikkat çekmek için protesto eylemleri yaparak seslerini duyurmaya çalışmaktalar.
Geleneksel Karadeniz müziğinin unutulmaz ismi Kazım Koyuncu’yu Çernobil nükleer felaketi ile yayılan radyasyon sonucu yakalandığı kanser nedeniyle kaybettik. Koyuncu, 2005 yılında hayatını kaybettiğinde yaşamının baharında, henüz 33 yaşındaydı. “Nükleere hayır’’ duruşumuzu onun bir sözüyle netleştirelim: “Sizin için ucuz olan nükleer enerji değil, insan hayatıdır.’’
Güner Yanlıç kimdir?
Ekoloji aktivisti, yazar.