Kuzeyden güneye, doğudan batıya her ortamıyla yanıyoruz, yakılıyoruz, yok ediliyoruz. Yanan ormanın sadece orman olmadığını, insan – doğa ilişkisinde kültürel, tarihsel değerlerinde taşıyıcısı olduğunu bunların da yakılmak istendiğini belirtelim. Orman yangını aynı zamanda hafızanın da yakılmasıdır ! Doğa ile kurulan ilişkilerin kül olması, vicdanın da kuşlarla, böceklerle, ağaçlarla birlikte yok olması anlamını taşır.
Orman yangını ormanın yanmasından çok daha fazlasıdır. Ağaçların şefliğini üstlendiği, kuşların, böceklerin, kaplumbağaların, sincapların seslendirdiği ölüm senfonisinin son çığlıklarıdır. Yanan her ağaç, altında yatan binlerce canlının mezar taşıdır. Orman yangını ormanın yanmasından çok daha fazlasıdır…
Güçlü olanın her daim kazandığı, yazılı olmadığı halde her yerde bize dayatılarak okutulan orman kanunları her yerimizi sarmış ve sarsmış durumda. Ölmemek için öldür sloganı günümüzde kâr elde etmek için öldür sloganı ile birleşmiş vaziyette. Bu vahşi ekonomik yapı önüne ne gelirse saldırıyor. Resmen cinayet ekonomisi ile karşı karşıyayız. Kanunsuz suç yoktur denmiş. Doğru da söylenmiş. Her şeyi ile iç içe geçmiş kanunsuzluklar süreci işliyor.
Gelelim cinayet ekonomisinin büyümesine. Öncelikle üç noktanın altını çizelim. Birincisi, büyüme denen şey sermayenin büyümesidir. Bunun içinde önündeki tüm engelleyici unsurlar kaldırılır, rahat hareket etmesi sağlanır. Devlet, sermayenin büyümesi ve rahatı için gerekli tüm önlemleri tek tek alır. Bu uğurda sosyal olma yanını budar. Gerektiği yerde kökünden kesip atar. Sermayenin büyümesi demek, doğadan daha fazla çekmesi demektir. Çünkü aralarında ters orantılı ilişki mevcut. Birinin çoğalması diğerinin azalması ile mümkün. Yani aralarında sürdürülebilir, doğru orantılı bir işleyiş yok ve asla da olamaz. İkincisi, büyümek demek paranın el değiştirmesi yani hareket etmesidir. Her el değiştirme büyüme hanesine yazılan getiri anlamını taşır. Üçüncüsü ise, büyüme ile kalkınma aynı şeyler değildir. Büyüme, biraz önce de belirtmeye çalıştığım gibi ekonomik öncelikler, kalkınma ise sosyal önceliklerdir. Kalkınma, tüm topluma dokunan (eşit olmasa da) hakların hayata geçirilmesi önceliği ile işler.
Şimdi bu üç noktayı birleştirelim. Her şeyi ile harika, insanla iç içe geçmiş sıkı, tamamlayıcı bağlar kurmuş bir orman kapitalist sermayedar için bir şey ifade etmez. Büyüme adına bir anlam taşımaz. Öyleyse bu işleyişin bozulması gerekmektedir. Bozulma, yakma ya da kesme ile başlar. Bu da yeterli değildir. Yanan ormanın söndürülmesi ile devam eder. Ardından yerine göstermelikte olsa fide dikimleri v.s izler. Tüm bu süreçler boyunca para el değiştirir cepler şişer. Bunlara ilaveten yöre halkının hastalanması işin tuzu biberidir. Bu nedenle hastaneye koşanları önce vezne karşılar. Cepler bir kez daha şişer. Yanan evlerin yerine yeni konutlar yapılacak olması yada otel inşası gibi faaliyetler kaymağın en üst seviyesidir. Orman kanunlarının işlediği kapitalist sistem de orman ile büyüme arasında ki ilişki böyle sürer gider.
Ormansız orman kanunlarının geçerli olduğu günümüz koşullarında egemen sınıfın korunması için uygulanan her tür şiddete hukuk denmekte. Şiddete karşı her duruşun adı da elbette suç olmakta. Ekonomik ve sosyal şiddet sürekli kazanmak üzerine kurgulanır. Engels ‘in söylediği gibi “Şiddet iktisadi gelişmenin hızlandırıcısıdır.” Günümüz koşullarında iktidar kuvveti, kuvvet gücü, güç otoriteyi, otorite de şiddeti doğurmakta. Böyle olunca da şiddet sarmalına bulaşmamış hiçbir ekonomik ve sosyal kategori kalmamakta.
Sistem öyle bir hale büründü ki, suçlayanın neden suçladığı değil, suçlananın suçsuzluğunu ispat etmesi zorunlu kılındı. Ormanı korumak orada yangına, kesime, talana, yağmaya izin vermemek suç işlemek olarak görülüyor. Burada önemli olan bir nokta da, cinayet ekonomisinin doğal varlıkları doğal kaynaklar olarak görüp özel mülk statüsüne indirgemesidir.
Kirli bir sistem olan kapitalizm kirletmeden var olamaz ve büyüyemez. Her büyüme her anlamda daha çok kirlenme demektir. Birde cinayet ekonomisinin suç aleti paranın işlevi var. Onun işleyişi bu kirlenmenin hızlandırıcı etkisi. Para el değiştirdikçe kirli büyüme artıyor.
Her acil durum kendi içinde acil çözümler buluyor. Yanan ormana karşı yöre halkı pratik çözümler üretiyor, yardımlaşıyor, ortak hareket edip toplumsal duyarlılığı yükseltiyor. Ormanla birlikte yaşayan yüzlerce canlıyı kurtarmak için seferber oluyor, sonrasında barınaklarda ya da başka yöntemlerle hayata bağlamaya çalışıyor. Orman için gönüllü nöbet tutuluyor, toplantılar tertipleniyor… Kopuk kopuk görünse de tüm bunlar bilincin harekete geçmesi vicdanla örtüşmesidir. Bir merkezden bir yönetici yerine, çok merkezden ve hareketin kendisinin yöneticiliğinde örgütlenme biçimi ortaya çıkıyor.
Hareketin içine insanı çekmek yerine, insanın içine hareketi çeken yeni bir hareketle karşı karşıyayız. Bu yeni hareketi anlamak ve ona katkı sunmak yanan ormana sadece su sıkmaktan daha fazlası olacaktır.
Deniliyor ki, dünyanın her yerinde orman yangınları var. Bu doğal bir olay. Önlemler alınınca yangın olmaz ya da azalır. Bu son derece bilinçli bir çarpıtma. Her yerde orman yangını var çünkü hem gökyüzü (küresel ısınma) hem yeryüzü (toprak ve su) özelleştirildi. Orman hem aşağıdan hem yukarıdan gelen eş zamanlı özelleştirme baskısının sonucu yanıyor, yakılıyor, yok ediliyor. Bu gerçeğin göz ardı edilmemesi ancak politikleştirilmesi ile olur. Bu gerçeği politikleştirmek isteyen her hareket, egemen siyasetin siyasi olanı baskılaması ile karşılaşıyor.
Şöyle bir önerim var. Yeni toplumsal hareketleri ve yapılarını anlarken yapılan içsel hatalara ve egemen sınıfın engellemelerine karşı iğneyi kendimize, çuvaldızı karşımızdakine batırmayalım, saplayalım orada kalsın. Neden derseniz, batırdığınız şey çıkar ve acısı bir süre sonra unutulur. Ama saplanan şey çıkmaz acı da kalıcı olur. Şaka ile karışık bu trajik öneri ciddi bir tavır almanın zamanının geldiğini göstermek içindi.
Kanunsuzluğun, ormanların yok olması ile birlikte oralardan çıkıp şehre, mahalleye, eve ve en sonunda da içimize girdiği veya girmeye çalıştığı dönemlerden geçiyoruz. Ölüm senfonisini her yerde çalmaya çabalıyorlar. Oysa bizlerin seslendirdiği yaşam senfonisi hiç susmayacak şekilde çalınmaya başladı bile.