“Heidegger’in Politik Ontolojisi”, iki nokta üst üste (:) gibisinden bir başlangıçla gramer düzeyinde noktalama izleri bırakarak ya da “nokta”yı bilerek “yanlış” anlayıp “nükte” biçiminde, yazılan dildeki ses oyununun bir parçası kılarak daha şimdiden, en başından çatallanan bir yazı-yolu -belki de hiç bitmeyecek bir yolu adımlıyoruz. Bu bitmeyecek yol ifadesi, gerek yazı gerekse de elimizdeki kitaba konu olan Heidegger ve onun politik motivasyonlarına, angajmanlarına, geçmişe dönük söyleyecekleri varsa kıstırılıp ya da sıkıştırılıp “itiraf ettirilme”lere dönük belli ki bitmeyecek yorumların/yaklaşımların/akademi -ya da dışından- araştırmaların/söz söylemelerin -neticede tümü bir söz söyleme çabası- bir “son”a kavuşmama kipine uyuyor.
İster istemez, her yazının niyeti ilk adımı harekete geçirecek yönelmelere maruz bırakıyor. Biz artık onun etkisindeyiz. Sıralanan adım-sözcükler ya yazara ya da konuya çarpa çarpa atılınca sendeliyor, yalpalıyor, sarkıyoruz -çoğunlukla metin marjından kaçmayı arzulayarak. Önceki cümlede “etki”den sektiğimize göre, bu etkiyle ve okumaya ve yazmaya yönelik arzunun hızıyla kitabın yazarı Pierre Bourdieu’nün “habitus”larına kapılmış olabiliriz. İyi ya da kötü bu kapılma bize seçeneklerden birinin kapısını aralar. Ancak açılan kapının belli sınırlarla oluşturduğu şematik “habitus”lar kadar yine açılan kapının çerçevesiz “habitus”lar sunması da mümkün.
[Bu kavşağa vardığımızda, direksiyonu kimden yana kıracağız? Kitabın yazarına mı yoksa bir başka “yazar” olarak kitaba konu edilmiş olana mı? Ya da ikisinin de ötesinde, kitabın konu edildiği “şey”i, bir bakıma metni bir satıh olarak çerçeveleyip marjlardan sarkmamaya özen göstererek derde/probleme/kontekste mi? Haliyle, her metinsel deneyim suya dalmaya çağırıyor; bazen bizzat sözcükler arasında kulaç atıp ilerleyerek, bazen yüzeye gelip metnin sahibi ve başlığına bakarak -ve orada soluklanarak- neticede bu dalışlar ve yüzeye gelişlerle, bazen de her ikisinden sekerek deneyimden kaçınmamaya yönelik bir çaba daha.]
Yazarın da bu kitapta ihtiyatla dile getirmek istediği “… biyografik olguları, onları filozofun yapıtlarının iç mantığıyla ilişkilendirmeden irdelemek” ile tersini savunanlar arasında kurulmuş yarıkta yeni bir “habitus” oluşturmak ve oradan bakmanın imkanını yaratmak kadar, her türden buna yönelik girişim bu açmazları aşmaya, çözmeye bir eğilimi taşısa da yeni açmazlar oluşturduğu gibi bir açmaz bile olmadan yarı yolda kalabilir. Bunlar bir yana, yarım kalmış sorular ve onları yarı yoldan yüklenip devam etme gayreti gösteren her yeni girişim de işte bu “yeniden yaklaşım”ların keşif “dürtü”sü olabilmekte.
Bourdieu’nün ihtiyatına rağmen, Heidegger söz konusu olduğunda ihtiyatına içerik oluşturan yaklaşım biçimlerinin bir karşılaştırması, aynı Bourdieu tarafından bir kat üste çıkıp yeni oluşturulmuş bir “habitus” oluşturur. En azından kitabın ilk bölümünde bu karşılaştırmaların yayılımındaki nicelik bunu gösteriyor. Zaten Heidegger ve onun [“politik” ontolojisi”] gibi bir başlık açılınca alta ne koyabiliriz ki? Her iki kamptan seçilmiş “habitus”lardan birinde mevzilenerek savaşmakla, savaş mevzilerini yukarıdan bir perspektifle kadraja alan bir resim ya da fotoğraftan izlenimleri fragmantal kesitler olarak özetlemek, karşılaştırmak, değerlendirmek de Heidegger üzerine bir metnin içeriği olabilecek türdendir.
Kitabın tekniğine ilişkin bir yorum; “politik” olana ilişkin olunca Heidegger’deki felsefi ve politik zeminin ontolojisine dair tartışmalarla Nazizm’e ilişkin fenomenlerin ontolojisi, yan yana koyulmuş inceleme nesneleri olarak seçilmiş bir stratejinin öğeleri olabiliyor. Her ikisini (sanki) besliyormuş gibi görünen tarihsel süregeliş ve Heidegger’in de yaşadığı, tanıklık ettiği -hatta varlığıyla, yazdıkları ve söyledikleriyle- “aktif” bir özne olarak nihai olarak -tarih söz konusu olduğunda- inşa ettiği dönemdir manzarası kavranmaya çalışılan atmosfer; Heidegger’e ait, [“Bizi, kendisi üzerine düşünmeye sevk eden zamanımız”-da][1].
“Zersetzung” ya da “dekomposition”
Sırasıyla “parçalanma” ve “bozulma” olarak tanımlayıp kastedebileceğimiz -zira Heidegger’in metinlerinde sözcük düzeyinde, edebi açımlara oldukça yer veren varyasyonları destekleyecek etimolojik inceleme ve kökene inmelerle birlikte- bu fenomen-oluşlar, “yüce” bir Alman ırkının tarih sahnesinde “yeniden” canlanışını arzulayan -dönemin Almanyasında gözden çıkarılmış ama liyakat sahibi olduğunu düşünen akademisyenler, işçiler, köylüler, tüccarlar gibi- “kitle”nin “güruh” olmaktan yekvücut bir organizmaya yönelik dönüşüm sancısıyla Heidegger’in “felsefe sahne”sinde yeniden hak ettiği yere/”krallığa” getirmeye çalıştığı varlığın, bizatihi “dasein”ın “parçalanma”dan ve “bozulma”dan kurtarılması sancısı ortak bir “ülkü”de kesişir -hatta belki de, Bourdieu deyimiyle onu “felsefenin Führeri” konumuna getirecek bir ülkü-. Bourdieu bunu, “Zeitgeist’ın birliğinin kurucu esası, ortak ideolojik matris” olarak “yapılandırılmış düşünce”yle “dünya görüşü” bağlamında, şematik bir sistemde ortaklaştırılma çabası olarak değerlendirir.
Bu geçişler elbette, “dağlardan”, “patikalardan” -Heidegger’in düşünsel ve yaşamsal pratiklerinde sıklıkça besin ve esin kaynağı olan- kıvrılıp süzülerek gelmiş “volk/halk”ın, “völkisch/ırksal köken” ve “heimatkunde/toprağın, vatanın -evin- yüceltilmesi” ideası altında toprağa ve kana bulanmadan mümkün olmayacaktır!
[Heidegger’in Politik Ontolojisi, ilkin kısa bir versiyonla “… metnin bizatihi muhatabı olan Martin Heidegger ölmeden bir sene evvel, yani 1975’te Actes de la Recherche en Sciences Sociales’de yayınlanır.”
Metinde analizi ve tanıtımı yapılan kaynak: Pierre Bourdieu, Heidegger’in Politik Ontolojisi, MonoKL Yayınları, İstanbul, 2018]
[1] Kitap içinde, s. 31; [M. Heidegger, Essais et conférences, Paris, Gallimard, 1973, s. 153]
Ulaş Güldiken Kimdir?
Fizik ve Felsefe eğitimi aldı. Kürtçe ve Türkçe dillerinde olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlandı. Serbest editörlük yapmakta.