İhmal, sorumsuzluk, usulsüzlük, yolsuzluk gibi sebeplerle meydana gelen her büyük kaza için ‘kader/fıtrat’ın bir bahane gibi kullanılması yeni değil. 9 yıl önce 301 madencinin can verdiği Soma’da da, dün 41 ölümün yaşandığı Amasra’da da, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dillendirdiği ‘kader/fıtrat’, iktidarın sorumluluğunu gözden uzak tutmayı hedeflese de, bu söylemin toplumdaki karşılığı bundan ibaret değil. “Kader planı denilen şeyin yeryüzünde kanunları var” diyen Psikiyatrist Cemal Dindar’la, ‘Kader Planı’nın toplumdaki yerini, yol açmakta olduğu sosyal tahribatı konuştuk.
Bartın Amasra’da 41 maden işçisinin hayatını kaybettiği maden katliamının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bizler kader planına inanmış insanlarız, bunlar hep olacak” dedi.
Erdoğan ve iktidar sözcülerinin katliam gibi ‘kaza’ların ardından ‘kader-fıtrat’ içerikli açıklamaları yeni değil. 20 yıllık AKP iktidarında tüm iş kollarından 30 bin, maden iş kolundan ise 2000’e yakın işçi can verirken, yönetenler ‘Bunlar olağan işler’ türünden açıklamalarını tekrarladı durdu.
Amasra’daki maden patlamasıyla ilgili ön raporlarını açıklayan bilirkişi heyeti ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) iş cinayetindeki ihmaller zincirini ortaya koydu, kamu görevlilerinin sorumluluğuna dikkat çekti.
Soma davasının tutuklu avukatı Can Atalay, cezaevinden gönderdiği mesajında “Hiçbir işin fıtratında ölüm yoktur” derken, TTB işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun tam bir ‘sistem’ ve ‘sınıf’ sorunu olduğunu hatırlattı.
Sosyal psikoloji alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız psikiyatrist Cemal Dindar’la iktidar sözcülerinin ‘kader-fıtrat’ içerikli söylemlerinin aslında ne anlama geldiğini, tüm bunların toplum ve insan psikolojisindeki karşılıklarını konuştuk. Ayrıca öğrenilmiş çaresizlik nedir, bireysel ve toplumsal düzlemdeki tezahürleri nelerdir?
‘Türkiye’de dinsellik resmi ideolojinin en önemli ayaklarından biri’
Türkiye’de siyasal İslam’ın AKP’yi de aşan yanına dikkat çeken Dindar, iktidardaki dinselliğin köklerinin 12 Eylül’le birlikte Kenan Evren’e kadar uzandığını, resmi ideolojinin önemli bir parçası olduğuna dikkat çekiyor.
Türkiye’de dinsellik resmi ideolojinin bir parçası ve bu yeni bir durum da değil. 12 Eylül’de elinde Kuran-ı Kerim’le miting yapan Kenan Evren’i düşünürsek dinsellik resmi ideolojinin bir parçası ve Türkiye’de AKP’yi de aşan bir yanı var. Dinsellik, 80’lerle birlikte Türkiye’de inşa edilen neo-liberalizmin en önemli ayaklarından biri. O günlerden bu günlere hep kullanıldı ve iktidardakilerin ana söylemlerinden bir haline getirildi.
‘Kader ve mucize yan yana’
‘Tevekkül’ söylemi ile onun ‘sadaka’ benzeri pratiklerinin ve sivil toplumculuğun İslamcı siyasetle dönüşümünün neo-liberal politikalara hizmet ettiğini/zemin hazırladığını belirten Dindar, bu tablonun neo-liberazlizmin çöküş döneminde daha da net görüldüğünü ifade ediyor.
Popülist sağ liderin dilindeki ‘kader’ ile ‘mucize’ laflarının kardeş olduğunu belirten Dindar, kişinin kendi gücüne/emeğine yaslanmak halinin tedavülden kaldırmanın amaçlandığını belirtiyor:
Eğer bir kader planı varsa sadece ceza yok, başka bir zamanda da ödüllendirilebilirsiniz. Popülist sağ liderin bu söylemi aslında şunu der: Kader planında ceza da vardır, ödül de. Bunun somut koşullarla da bir ilgilisi yoktur. Çok çalışmakla da ilgili değildir. Bizim gençliğimizde elde edilecek olanakların/başarılı olmanın çok çalışmakla ilgisi vardı mesela, biz bilirdik ki çalışırsak arzu ettiğimiz mesleğe/iş ortamına kavuşabiliriz. Böyle bir umut, çalışmakla gerçekleşebilecek bir şeydi. Günümüzde ise ‘umut ilkesi’ çöktü. Kader planı denilen şeyin özü şu, ‘eşitsizlik kaderinizdir…’
‘Kader planının yeryüzündeki kanunları…’
“Kader planı denilen şeyin yeryüzünde kanunları var. Siyasal iktisada bağlı hakikatleri ideolojik olarak örtmenin de yolu bu söylem” diyen Dindar, Türkiye tablosunu “1940’ların ortasından itibaren 2’inci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye Cumhuriyeti belki de ikinci kez kuruldu. Bu tablonun nirengi noktası da Türkiye’nin sağ çıkmaza sokulmasıdır. Sonrasında sağın dışında olan her şey hainlikle özdeşleştirildi” diyerek özetliyor.
‘Soma’daki toplumsal deneyim, Bartın’a eklemlenebilseydi…’
Çalışma koşulları, sosyal-özlük haklar, iş sağlığı ve işçi güvenliği açısından çalışanlar için ‘tam bir cehennem’ denenin fazla olmayacağı Türkiye’de, ‘sınıf bilinci’ ve ‘sendikal mücadele’nin belirleyici olduğunu hatırlatan Dindar, toplumsal belleğe işaret ediyor.
Türkiye’de sınıflardan söz edebilir miyiz? Türkiye toplumu bir kitle ve yapay bir kitle olsun diye çok uğraşıldı. Yaratıcılığı örselenmiş, yarınla ilişkisini biçimlendiremeyen, sözcüklere dökemeyen bir kitle. Ve hemen hiçbir şeyden emin değiliz. Olağan yasaları ve toplumsal sistemi olan bir yerde yaşamıyoruz. Ve bu belirsizlikten beslenen bir siyasi iktidar var.
Sendikal mücadelenin ve bunun anlamının olduğu bir yerde yaşasaydık Soma’da edinilen toplumsal deneyim Bartın’a eklemlenebilseydi bugün tablo başka türlü olurdu. Deneyimlerini birbirine eklemleyebilen bir toplum değiliz. Burada belli ki bir belek yıkımı da var. Bu arada bu bağları, belleği kurmak isteyen çabalar elbette var, ben genel eğilimin bu yönde olmamasından söz ediyorum.
‘Çare iradeyle ilgilidir’
Toplumsal ve bireysel olarak gündelik hayatımızın parçası haline gelmiş bir başka kavramsa ‘öğrenilmiş çaresizlik’… ‘Çare’ dediğimiz halin ‘irade’yle ilgili olduğunu söyleyen Dindar, öğrenilmiş çaresizliğin artık bir irademiz varmış gibi hissedememekle ilgili olduğunu söylüyor:
Çare dediğimiz şey şöyle özetlenebilir: ‘Benim bu dünyada bir gücüm var, ben iradesi olan bir varlığım. Dış dünyayla pazarlığa girerim ve biraz dünya beni değiştirir, biraz ben dünyayı değiştirim ve gerçeklik ilkesine bağlı bir uzlaşıda buluşuruz’ demek. Öğrenilmiş çaresizlik ise artık bir irademiz varmış gibi hissedememekle ilgili. Artık dış dünyaya müdahale edemiyoruz ve sadece maruz kalıyoruz ve giderek daha da kötü hissediyoruz. İşte o anın ruhsal yaşantısı bu.
Öğrenilmiş çaresizlikle özdeşleşebilecek bir başka belirleyici kavram da ‘örgütsüz toplum’… Öğrenilmiş çaresizliğin hakim olduğu toplumda bir başka önemli durum da ‘duygu birliğinin aşınması’. İster fırında ekmek yap, ister bir gazeteci olarak haber yap, hep birlikte ortak bir yaşamı kotarıyoruz aslında. Öğrenilmiş çaresizlik işte bu ‘birlikte bir şey yapıyoruz duygusunu’ kaybetmek aslında.
‘AKP, yapay bir örgütlenme’
Türkiye’nin yapay örgütlerin şişirildiği bir yer olduğunu söyleyen Dindar, “Mesela AKP yapay bir örgütlenme, ANAP ve DYP’de nihai olarak öyle bir yere evrilmişti” derken yapaylığın tanımını da “En önemli göstergesi sürekliliğinin olmaması ve sabun köpüğü olmasıdır. Sanki Türkiye ondan ibaretmiş gibi her şeyin üzeri örtülüyor. Şimdi de Türkiye AKP ve Erdoğan’dan ibaretmiş gibi bir yanılsama var. Oysa ki Anadolu mütedeyyinliğinin diliyle söylersek ‘Bu da geçer ya Hû!’ 20 yıl insan ömrü için uzun bir zaman olsa da toplumlar için kısa bir süre” diyerek yapıyor.
*Psikiyatrist Cemal Dindar’la söyleşimiz yarın devam edecek. Topluma yayılan şiddette iktidarın sorumluluğu nedir? AKP’nin düşmanlaştırma/kutuplaştırma politikalarının tezahürleri nelerdir?