Millet İttifakı’nın programında, propaganda metinlerinde ve adayların seçim konuşmalarında sahici sosyal reformlara yer verildiğini söylemek kolay değil.
Yıllardır içi boşaltılmış, egemen güçlerin düzenlemelerine adı verilen ‘reformlar’dan söz etmiyorum. Siyasi ve sosyal literatüre girdiği anlamda kullanmak istiyorum bu kelimeyi.
Yani toplumun ezilen kitlelerinin çıkarlarını gözetmek için yola çıkılan, ciddi sonuçlar doğuran, pek geçici olmayan, en önemlisi de gerek yaşam düzeyini yükselten gerekse demokratik hakları genişleten düzenlemeleri veya girişimleri kast ediyorum.
Şu da var; Tayyip Erdoğan ve AKP’sinin kabus gibi üzerimize çökmüş bulunan baskıcı rejiminin sona ermesi bile bir bakıma siyasi reform sayılabilir. Şundan ki kitlelerin basıncı mevcut düzenin Anayasal, yasal, kurumsal ne varsa işte; iyice sıkılmış vidalarını iyiden iyiye gevşeteceği için. Yani yasalar, kurumlar, Anayasa üzerimizde birkaç beden dar bir elbise gibi dursa da güçlü toplumsal baskılar, isyanlar, genel grevler bunları kitlelerin yararına biraz daha işletmeye yol açar. En azından zorba yönelimlerini azaltır.
İhtiyatlı olalım… Baskıcı rejimin sona ermesi ilk kez başımıza gelmeyecek. (Dünyada da) ülkemizde de defalarca tekrarlandı. Milli Şef İsmet İnönü’nün baskıcı rejimi 1950 seçimleri ile yıkıldığında mesela. Daha 1950 seçiminden önce bile beş-on tane yasal sosyalist parti, dernek ve sendika kurulmuştu. Baskıcı şiddetiyle faşizan tonlar taşıyan Milliyetçi Cephe Hükümeti’ne son veren ve 1978 başında kurulan azınlık Ecevit Hükümeti ile birlikte kitleler muazzam bir hareket alanı kazanmış, faşist hareketin mevzileri ciddi biçimde gerilemişti… Sonra 12 Eylül askeri diktasının yan ürünü Özal ve ANAP’ından 1991’de kurtulmayı da sayabiliriz…
Her ne olursa olsun. Baskı rejimi sona erdiğinde kitleler daha özgür hareket edecekler. Cumhuriyet devletinin kadim baskı aygıtı mahkemeler daha yumuşak bir tutum alacaklar. Sivil örgütlenme imkanları genişleyecek. Ve nihayet miting yapma, gösteri düzenleme, toplanma hakkına daha az müdahale edilecek. Tam da bu genişlemiş alanı korumak bile reform kapısını açmak demektir.
Fakat dikkate almalıyız ki kaba ve sert devlet (burjuva devleti) ve sermaye sınıfının hakimiyetini sürdürmesine halel gelmeyecek. Hatta siyasal özgürlüklerin genişlemesiyle kitleler gözünde devletin meşruiyeti artacak daha da güçlü hale gelmiş olabilecek. Sermaye sınıfı, ekonomik canlanma mümkün olursa birikimini artırabilecek. Zaten Millet İttifakı’nın açıkça ilan ettiği şey de bu değil mi: ‘Devletin bir tür yasalara, kurallara, Anayasal ilkelere, uluslararası hukuka daha saygılı hale getirilmesi. Yani aklanıp paklanması… Mevcut devletin meşruiyetini lekeleyen yolsuzluklardan, hukuksuzluklardan, kişisel hırsızlıkların en azından bir kısmından hesap sorulması…’
Hiç şüphem yok… Devlet aygıtına çöreklenmiş şiddet yanlısı, baskıcı bürokratik iskelet, korkunç ve zalim uygulamaların bırakalım durdurulmasına, gevşetilmesine bile devletteki yerleşikliği, temsil etmenin alışkanlığı ve güveniyle tepki gösterecek. Egemen sınıf dediğimiz sermaye sahibi sınıf da çalışma hayatının (emek süreci) istikrarsızlaşacağına dair endişelerle yeni hükümeti daha ilk günden itibaren kıskaca alacak.
“Millet hükümeti”, devletin bürokratik iskeletinin ve sermaye sahiplerinin baskısına boyun eğecek midir, eğmeyecek midir? İşte kritik nokta burası gibi… Yüzeyde kalan sığ sorularla derin bir tespit yapmaya yeltenmeyeceğim. Zaten Millet İttifakı da bu devleti ve sermaye sınıfını temsil etmek için işbaşına gelecek. Ayrıca programı diyelim ki ihtilalci olan bir parti bile işbaşına gelse kitlelerin hele hele emekçi kitlelerin coşkulu desteği olmadan değirmendeki buğdayı bile öğütemez!..
O halde mevcut baskıcı rejimi sahiden geriletmek, devlet aygıtını geri adım atmaya zorlamak için kitlesel basıncın canlı, tutkulu, enerjik hale gelmesini sağlamalı… Yani reformlara kapıyı aralamalı… Bu bir tür karbondioksit bulutunun zehirli, iğrenç, ciğer yakan etkisini gidermek için, oksijen yüklü bulutların uçuşmasına benziyor.
Belki bu canlılık bir yandan reformlara kapı aralarken Türkiye’nin iki dinamik kitlesini; Kürt hareketini ve işçi sınıfını buluşturabilir de. Neden olmasın?
Erhan Bilgin kimdir?
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Çalışma hayatının büyük kısmında iktisatçı olarak işçi sendikaları ile kamu kurum ve işletmelerinde görev aldı. Gazeteler, dijital haber siteleri ve bazı politik dergilere iktisadi sorunlara dair makaleler yazdı. ‘İktisatçıların İktisadı’ isimli bir kitabı bulunuyor.