20 binin üzerinde ölü, binlerce yaralı, 10 milyona yakın insanın yer değiştirmesi, şehir altyapılarının büyük oranda tahribi ve yüz milyarlarca dolarlık ekonomik kayba sebep olan Ukrayna-Rusya savaşı 38. gününe girerken, gelinen süreci ve önümüzü daha iyi anlayabilmek için yaşananları kronolojik olarak tekrar hatırlamakta fayda var.
Rusya’dan sonra 44 milyonluk nüfusuyla yüzölçümü bakımından Avrupa’nın en büyük ülkesi olan Ukrayna, bağımsızlığını ilan ettiği 1991 yılından bugüne büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. Ukrayna’da yaşanan gelişmeler her zaman uluslararası düzeyde kaygı uyandırdı ve Rusya-Batı ilişkilerinde gerilmelere yol açtı.
2013-2014 yıllarında özellikle şiddetini artıran ihtilaf 2021 baharında yeniden alevlendi ve Rusya’nın Ukrayna sınırına büyük bir askeri sevkiyata başlamasıyla sonuçlandı. Şubat 2022’ye kadar geçen süreçte Rusya, Ukrayna çevresindeki sınırlara yaklaşık 150.000 asker ve büyük bir askeri yığınak yapıp Belarus’a ise 30.000 Rus askeri konuşlandırdı. Bu süreçte anlaşmazlığın çözümü için Almanya ve Fransa umutlarını, Rusya, Ukrayna, Fransa ve Almanya’dan oluşan dört devlet arasında müzakereleri öngören sözde “Normandiya Formatı”na bağlamıştı. Ancak çok sayıda görüşmenin ardından çabaların “çıkmaz” noktada olduğunu belirten Rusya Devlet Başkanı Putin, Donetsk ve Luhansk bölgelerini bağımsız devletler olarak tanıyıp onlarla dostluk anlaşmaları imzalayarak öncelikle tüm diplomatik çabaları durdurdu ve ardından da 24 Şubat 2022’de şu an tüm dünyanın konuştuğu savaşı başlatmış oldu.
Bu aşamaya gelmeden önce ise haftalar boyunca Ukrayna ve Batı, Rusya’nın komşu ülkeyi işgal etmeyi planlayabileceğinden endişe duyuyordu. Rusya ise böyle bir planın varlığını reddediyor, NATO ve ABD’den güvenlik garantilerinin yanı sıra doğu kanadındaki askeri varlığın azaltılmasını ve hepsinden önemlisi NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin durdurulmasını talep ediyordu. Rusya’nın bütün bu taleplerine rağmen NATO’nun ondan fazla ülkeyi askeri yapısına katarak adım adım Rusya’ya yaklaşmayı tercih ettiği bir süreç yaşandı.
Rusya Devlet Başkanı Putin bunun böyle devam etmesi durumunda ciddi anlamda adımlar atacağını sürekli tekrarladı. NATO’dan Ukrayna veya Gürcistan gibi başka Doğu Avrupa ülkelerinin gelecekte NATO’ya kabul edilmeyeceğine dair yazılı garantiler talep etti ama Batı buna yanaşmadı. Bu yazının kapsamını aşacak kadar derin analizler gerektiren gerilim hatları ve stratejik başkaca provokasyonlar da Putin’i bugün bulunduğu konuma getirdi. Ayrıca Trump ve onun yönetim kadrosunun Batı Avrupa’yla kurduğu üstenci ilişki ve NATO’ya dair hiçleştirici tavırların da Putin’in bugün hayata geçirmeye çalıştığı projeyi hazırlamaya katkı sunmuş olması da başka bir olasılıktır.
Bu süreçte Putin taleplerinde bir adım daha ileri giderek NATO’nun coğrafi kapsamıyla ilgili olarak 1997 düzeyine geri gitmesini dillendirmeye başladı. Bu, NATO birliklerinin eski Varşova Paktı, eski Yugoslavya, Baltık ülkeleri, Visegrad devletlerinin yanı sıra Romanya ve Bulgaristan topraklarında konuşlanmasını da ortadan kaldırması anlamına geliyordu. ABD ve NATO, bu talepleri büyük ölçüde kabul edilemez bularak reddetti, hatta zaman zaman da gayri ciddi talepler olarak nitelendirdi.
Ancak Rusya’nın amacı sadece Doğu Avrupa’daki güvenlik politikaları üzerindeki etki alanını genişletmekle sınırlı değildir. Putin, Rusya’yı ABD ve Çin ile eşit düzeyde veya Batı’ya karşı Çin ile ortaklaşa büyük bir güç olarak kendi hegemonyasını kurmayı arzulamaktadır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Çarlık ve Bolşevizm’in yönettiği aykırı bir Rus kimliği arayışındaki Avrasya önerisinin en büyük savunucularından biri olan ve Batı’da Putin’in dünya rehberi olarak anılan filozof Alexandr Dugin, Rusya’nın bu yeni yapıda önemli bir rol oynamasıyla güç dengesinin yeniden düzenlenmesinin ancak Sovyetik sistemin dağılma öncesi döneminin analiziyle mümkün olabileceğini savunmaktadır. Batı liberalizmine karşı “Batı’dan Kurtuluş/Avrasyacılık/Kara Medeniyetlerine Karşı Denizcilik ve Atlantik Medeniyetleri” başlıklı kitabıyla Rusya’nın dünyaya nasıl bir pencereden baktığını da ortaya koymaktadır.
Dugin, Avrasya’yı Atlantik Okyanusu’nun çevresinden Rusya’nın doğusundaki Ural Dağları’na kadar uzanan bir bölge olarak görüyor ve söz konusu bölgeyi coğrafi olarak beşeri kültürün ve medeniyetin beşiğini temsil olarak tanımlıyor.
Tarihsel olarak, Putin eski “Kiev Rus” topraklarına dayalı uluslararası düzeyde etkili bir Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna devletini yeniden kurmak istiyor. Bu yolda da yeniden birleşmeyi sağlamak, Rus imparatorluğunu eski haline getirmek, genişletmek ve güvenceye almak için elindeki her kartı kullanacağı görülüyor. Putin’in mücadelesi, salt yeni toprak iddialarıyla da ilgili değil. Moskova’daki otoriter rejime karşı oluşabilecek her tür tehdide karşı bir mücadele veriyor.
Mevcut çatışmaların kapsamına baktığımızda ise, Ukrayna meselesinin çok ötesine uzandığını aslında Avrupa’yı yeniden organize etmekle ilgisi olduğunu görüyoruz. Gelinen noktada Ukrayna, Rusya ile Batı’nın egemenlik savaşının merkezi haline geldi. Rus hükümeti 1990’dan beri yürürlükte olan Avrupa güvenlik ve barış düzenini bir kez daha temelden sorguluyor. Bu da aslında durumun ciddiyetini açıkça gösteriyor. NATO’nun Ukrayna’ya doğrudan askeri bir destek vermesi hâlâ imkânsız gözüküyor. Ukrayna da NATO ittifakının bir üyesi olmadığı için, Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesi uyarınca yardım talep edemiyor.
Ancak, NATO’nun doğrudan askeri müdahalesi olmaksızın savaşa çekilebileceği tehlikesi de göz ardı edilmemelidir. Putin’in son zamanlarda açıkça uyarı yaptığı konuşma dikkate alındığında, bu tehlikeli bir gelişme olacaktır. Zaten bu sebeplerle de NATO ve ABD, Ukrayna’nın uçuşa yasak bölge taleplerine yanıt vermediği gibi savunma amaçlı silah desteği de zamanında yapmamıştır.
Bir ayı arkasında bırakan savaş ise her ne kadar Rusya’nın tam olarak planladığı gibi ilerlemese de ülkenin en önemli endüstriyel bölgelerini ele geçirdiği ve şimdiye kadar işgal ettiği yerlerde de kalıcı olma konusunda kararlı olduğu görülmektedir. Aradan geçen süreçte Rusya’nın askeri olarak etkisini yitirdiği algısının tamamıyla bir yanılsama olduğu kuvvetle muhtemeldir.
Uluslararası yaptırım ve izolasyon politikalarına rağmen Rusya’nın ayakta kalmak ve hegemonik güç olmak konusunda ilerleyeceği anlaşılmaktadır. Ukrayna’yı ikiye bölerek Kore yarım adasına benzer iki yapılı bir kurgu inşa etme planı olduğu ve bu planın da başarılı olma olasılığının da yüksek olduğu görülmektedir. Aksi durumda Rus algı dünyasında NATO’yu engellemek başka türlü mümkün olmayacaktır.