Son günlerde iki tartışma öne çıkıyor; ilki Kılıçdaroğlu’nun ziyareti ile alevlenen SADAT tartışmaları, diğeri yine Kılıçdaroğlu’nun olası Cumhurbaşkanlığı adaylığında mensubu olduğu inanç kimliğinin negatif bir unsur olarak sunulması.
Her iki tartışma da aslında Türkiye de kimi önemli kabullerin ve tabuların kırılmasına hizmet edebileceği gibi, ön kabulleri ve tabuları da derinleştirebilir. Burada sergilenecek tutum, söylem, tarz, zamanlama mühim görünüyor.
Türkiye nihayetinde gerilimler kadar, pek çok tabusunu tartışmaya açabilecek koşullarda üreten ilginç bir seçim sathı mahallinde ilerliyor… Bu kırılgan, gerilimli ve hareketli zamanlarda yüzleşmelerle toplumu güçlendirerek yol almakta mümkün, geleneksel algıları güçlendirerek kırılganlığı/gerilimi sürdürülebilir kılmakta mümkün. Ancak çözülmeyi, yüzleşilmeyi bekleyen pek çok temel sorunun seçim rekabetinin konusu olmayı aşmama riski yakın geleceğin gerilim hatlarının sağlamlaştırılmasını sağlayacaktır.
Evet, bu seçim süreci ülkenin pek çok temel sorun ve tabusuna dokunmayı mümkün kılan olanaklar taşıdığı gibi Türkiye’nin ikinci yüzyılının da geçmiş tarafından esir alınmasını getirebilir. O nedenle ya cesurca olanakları değerlendirir, tabu kırıcı rolü oynar ve bu ülkenin yeni bir hikâye yazmasını sağlarsınız, ya da geçmiş hikâyenin içinde boğulmasını sağlarsınız. Burada tercih tamamen ve ne yazık ki şu koşullarda politika yapıcıların elinde gibi görünüyor.
Öncelikle son dönemde iktidar ve muhalefet cenahından atılan her adım ve söylemin büyük oranda seçim hazırlığının bir parçası olduğunu görmek gerekiyor. Her söylem ve dokunulan her problem seçim rekabetinde tarafların pozisyonunu ya güçlendirecektir ya zayıflatacaktır. Ancak tekrarlamak gerekir ki; özellikle temel sorunlarda alınacak tutum sadece seçim sürecini değil sonrasını da etkileyecek, belki de belirleyecektir.
Bunu neden ısrarla söylüyorum? Çünkü gerek muhalefet gerekse iktidar partileri propaganda ve seçmen konsolidasyonunu lehlerine bükmek isterken hassas konuları oldukça hazırlıksız söylemlerle daha da kırılgan hale getirebiliyor ya da karşı taraf lehine bükülmesine yol açabiliyor.
Yakın zamanda mülteci meselesinde muhalefetin yürüttüğü söylem, mültecilik üzerinden toplumun ayrımcılık algısını güçlendirdiği gibi konunun iktidarın lehine bükülmesine de yol açtı. Önemli sorunlarda toplumu rijitleştiren, ajite eden her tür politikanın çözümsüzlük üretme potansiyeli öyle yüksek ki!
Muhalefetin son zamanlarda çizdiği imaj koca koca mühim sorunları raftan indirip gündeme getirirken, devamını getirmeyip kısa zamanda ortada bırakıp sorunların daha da yapısallaşmasına yol açma eğilimini güçlendirdiği yönünde. Hazırlıksız, zaman oynayan veya anlık çıkışların ortaya çıkan olanakları heba edebileceğini bilmem söylemeye gerek var mı? Üstelik gündemine sahip çıkmayan, gündemini iktidara kaptıran ve sonrada iktidarın gündemine eklemlenen bir muhalefet imajının seçmen nezdinde cesaretlendirici olamayacağı açıktır.
Bu nedenle son olarak gündeme gelen SADAT meselesinin de aynı akıbeti yaşamaması için muhalefetin söylem ve eylem sürecinde devamlılık sergilemesi, sağlam bir hazırlığı olduğunu hissettirmesi gerekiyor. Aksi durum SADAT ve benzer yapıların gelecek Türkiye’sinin dokusuna sağlamlaşarak girmesi muhtemel görünüyor.
SADAT meselesi bilindiği üzere daha önce Meral Akşener tarafından, şimdi de Kemal Kılıçdaroğlu tarafından dile getirildi. Akşener “Tokat ve Konya’da SADAT’ın askeri kamp fotolarını gördüm” demiş açıklaması suç duyurusuna dönüşmüş ama sonra olayın üstünün örtüldüğünü duyurmuştu. Yani konunun üstüne gidilmemişti. Neden çünkü devletçi refleks bunu gerektiriyordu!
Şimdi de Kemal Kılı.çdaroğlu konuyu dile getirdi. Medyatik bir SADAT ziyareti ile gündeme gelen konu deşilmez, devamı gelmez, bu ve benzer yapılanmaların taşıdığı tehlike potansiyelini önleyecek politikalar geliştirilemez, bu yapıların tasfiyeleri sağlanmaz ise, korkarım ki Teşkilatı Mahsusa‘dan bu yana gündemde olan kirli derin yapılar meselesini oldukça yaygın, şirket formları içinde dönüşmüş halleri ile daha da tehlikeli boyutları içinde yeniden tartışmak, deneyimlemek zorunda kalacağız.
Burada ıskalamadan tekrarlanmış bir tecrübeden de bahsetmek gerekecek; Kürt ile deneyimlenen anti demokratik uygulamaların, ikili hukuk sisteminin, kazanılmış hak ve özgürlüklerin güvencesizleşme sürecinin durdurulamadığında ve yüzleşilmediğinde kritik zamanlarda Türkiye’nin geri kalanına da uygulanma potansiyelinin yüksekliği!
Bu durum; dünün devlet yapıları olarak bilinen, devlet içinde bazı gruplarla bağlantılı olanlar tarafından gerçekleşen, “kirli işlerle” anılan JİTEM gibi yapılar içinde geçerliydi, bugün JİTEM gibi yapılar yerine ikame edildiği düşünülen, hatta ondan daha geniş bir misyon üstlenen SADAT gibi paramiliter yapılar için de geçerli. En nihayetinde Kürtler SADAT denen yapıyı en açık hali ile 2015-2016 kent çatışmaları sürecinde, Suriye ve Rojava’daki savaş sürecinde tanıdı. Cizre sokaklarında “Esedullah timi” yazılamalarını, Arapça duvar yazılarını ve operasyonel güç içinde Arapça konuşan, sakallı insanların varlığını o gün sorgulamayan Türkiye, bugün seçim güvenliği meselesinde yakın bir tehlike olarak sorgulama ihtiyacı duyuyor. “Terörle mücadele” kavramının meşrulaştırdığı her türlü kirlilik zamanla bir bumerang gibi Türkiye toplumuna dönüyor.
Peki SADAT sadece bir seçim güvenliği sorunu mu? Elbette hayır! SADAT gibi paramiliter yapılar, hatta bölgesel çaplı paramiliter güç üreten yapılar, hukuken devlette olan silah ve şiddet kullanma, ve eleman yetiştirme tekelinin dağıtılması ile Türkiye’nin demokratik ortak gelecek kurgusu içinde büyük bir tehlike. Unutmayın ki varlığını gerilim, savaş, provokasyon olanakları üzerinden sürdüren, bu alanlara eleman yetiştiren yapılar, devamlılıkları için de gerilimlerin, savaş risklerinin, provakatif ortamların korunmasını arzularlar. Varlık gerekçeleri budur çünkü. O yüzden SADAT meselesini Türkiye salt bir seçim güvenliği meselesi olarak görmeyi aşmalı. En nihayetinde seçim güvenliğini tehdit eden tek yapının SADAT olmadığı da hatırlanmalı. Meclis’ten geçen yeni seçim yasası risk alanlarına açıkça işaret ediyor.
Tüm bunlarla beraber, kısmen gecikilmiş de olsa, seçim sathı mailinde bir seçim malzemesi olma riski de taşısa Türkiye’de bugün geniş kesimlerin SADAT meselesinden haberdar edilmiş kılınmasını önemsemek ve başlangıç kabul etmek gerekiyor. Ama devamının gelmemesi halinde dillendirmenin bu tür yapıların meşrulaşma riskine hizmet edebileceğini unutmadan!
***
Gelelim Kılıçdaroğlu’nun olası Cumhurbaşkanlığı adaylığı için “Alevi” kimliğinin, seçmen nezdinde negatif bir kimlik bildirimi olarak tartışılması meselesine. Baştan bu tartışmanın sakat ve seçmen algısını olumsuz anlamda besleyeceğini söylemek gerekiyor.
Yukarıda da değindim; Bu seçim süreci Türkiye’nin kimi hakikatleri ile yüzleşilmesine dair olanaklarda taşıyor. Bu olanaklardan biri de farklı inanç ve etnik kimlik sahipleri ile sağlanacak kucaklaşma. Kaldı ki; “Alevi” olduğu için seçmen oy vermez demek; oluşmuş ayrımcılığın meşru görülmesine ve beslenmesine, sorunların aşılma olanağının heba edilmesine, toplumsal çoğulculuğun risk olarak okunması sürecinin devamına yol açar.
Bu seçim sürecinde muhalefet açısından seçmen konsolidasyonunun ana kaynağı; mevcut iktidarın icraatları ve politikaları iken, Türkiye’nin içinde olduğu otoriterleşmenin ve gerilim hatlarının aşılması ile çoklu krize çareler sunmak iken; sürekli sağa yatmaya zorlayan, egemen kimlik temsilleri olanla ancak başarılabilir diyen tutumlar, anlayışlar ve teoriler toplumun değişmezliğinin ikrarına, bu toplumun eşitlenme ve yeni hikaye yazma şansının daha baştan heba edilmesine vesile olur.
Öte yandan saha araştırmalarına göre Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında şansının her ölçümde arttığını, arada ciddi farklar yarattığını unutmamak gerekiyor. Yani bu tür tartışmalarla toplum maniple edilmez ise Kılıçdaroğlunun şansı küçümsenmeyecek boyutta görünüyor.