Muhalefetin Türkiye’nin yapısal sorunlarına çözüm olamayacağını söyleyen Sebahat Tuncel, “Mesele iktidara kimin geleceği değil, Türkiye’nin nasıl yönetileceğidir. Emek ve Özgürlük İttifakı tam zamanında sorumluluk üstlenmiştir” dedi.
Türkiye’de siyaset, yaklaşan seçimler için hazırlıklarını sürdürüyor. AKP-MHP blokunun oluşturduğu Cumhur İttifakı, iktidarını kaybetmeme üzerine kurguladığı politikalarını sürdürürken, Millet İttifakı, “az kaldı, gidecekler” söylemi üzerinden yaptığı çalışmalarında, sorunların çözümüne dair bir umut yaratmış değil. Bu süreçte kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı ise, yönetememe krizinden doğan ekonomik sorunlar ve Kürt sorununa dair çözüm önerilerini Üçüncü Yolu esas alarak sunuyor.
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, tutuklu bulunduğu Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden Mezopotamya Ajansı’ndan Berivan Altan’a verdiği mektup-röportaj özet olarak şöyledir:
İktidar olgusu toplumsal yaşamda sanki mutlak, Tanrısal bir olgu gibi algılanmaktadır. İktidar olmadan yaşanmayacağı, onsuz bir toplumsal düzen olmazmış gibi bir anlayış hâkim. Bu anlayış iktidardakilerin güçlerini mutlaklaştırması, iktidarı ellerinde tutmak için her türlü baskı ve zor aracına başvurmasına neden olmaktadır.
Yönetim toplumsal sürekliliği olan, toplumsal yaşamı düzenleyen bir kavramdır. Yönetim olgusu evrendeki düzeni, kaostan çıkışı, toplumsal yaşamın, bireylerin ihtiyaçlarını karşılayacak ve denetleyecek bir mekanizmayı ifade eder. Eğer bir toplum kendini yönetme olanaklarından mahrum bırakılmışsa, o toplum sömürüye açık hale gelmiş demektir. Bu da toplum üzerinde yoğunlaştırılmış baskı, zor ve sömürü demektir. Dünyada pek çok toplumsal kesim ne yazık ki kendini yönetme olanağından mahrum bırakılmıştır. ‘Toplumun özüne yabancı yönetimler, iktidarın en zorba ve sömürü biçimini temsil ederler.’ Bugün Türkiye’de yaşadığımız durum da budur. İktidarlaşmış bir yönetim topluma yabancılaşmış, toplumu denetim altında tutmak için devletin tüm baskı ve zor araçlarını devreye koymuş halkın iradesini gasp etmiştir. Kendi iktidarını süreklileştirmek ve iktidar etrafına çöreklenmiş bir grubun çıkarını korumak için her türlü hukuksuzluğa, hak gaspına, mafyatik yönetim anlayışına kapı aralamıştır. Baskı ve tahakküm aracı olan iktidar mekanizması ile muhaliflerini bertaraf etmek için kullanılsa da tüm toplum üzerinde korku salan bir leviathana dönüşmüştür.
İktidarın tüm toplumu, çevreyi yuttuğu, demokrasiyi anlamından, içeriğinden boşaltarak sandığa/seçimlere indirgediği, toplum üzerinde bir baskı aracı olarak ele alındığı, yönetim anlayışını Türkiye’yi getirdiği nokta derin bir ekonomik ve siyasi krizdir. Bu aynı zamanda topluma yabancı bir güç olan iktidar olgusunun yarattığı sonuçtur. Bu krizden çıkışın yolu iktidarın el değiştirmesi değil, bu anlayışın, sistemin değişerek Türkiye halklarının, kadınların, işçilerin söz ve karar sahibi olacağı yeni yönetim anlayışının demokratik cumhuriyeti inşa edecek ekonomik, siyasi, toplumsal sorunlara çözüm üretecek bir yönetimin geliştirilmesidir. Seçim atmosferine girdiğimiz bir süreçte sadece iktidardakilerin değişmesi değil, Türkiye halklarına nasıl bir gelecek öngörüldüğü sorusuna da cevap verilmesi gereklidir. Eskiyi istemiyoruz, evet ama yeni ne vaat ediyor, nasıl bir düzene davet ediyor halkı, kadınları, gençleri emekçileri…
Türkiye halklarında güçlü bir değişim talebinin olduğu ortada. Değişim ve dönüşüm için hem siyasal hem toplumsal koşullar da olgunlaşmış durumda. Bunun için topluma öncülük edecek, topluma yeni şeyler söyleyen ve bunu pratikleştirme iradesi gösterecek siyasi bir öncülük hem kendisine hem de topluma kazandıracaktır.
Alternatif bir siyaset ve Türkiye halklarına alternatif bir yol öneren Emek ve Özgürlük İttifakı’nın adından da anlaşılacağı gibi erkek egemen-kapitalist sistem dışında bir siyaset, politika mümkündür. Bunun için Türkiye’de değişim isteyen, herkesi “özgürlük” paydasında buluşmaya davet eden ittifakın Türkiye halklarına, kadınlara, gençlere, emekçilere, yoksullara, ekolojistlere, barışseverlere umut olacağına inanıyorum.
Her iki blokun da toplumun gerçek sorunlarına cevap vermekten ziyade, ulus-devlet iktidarının kimde olacağı, iktidar olanaklardan kimlerin yararlanacağı kavgası yürüttüğü gerçeği ortada iken, iktidarın bu iki blok arasında el değiştirmesi siyasi-ekonomik krize tam anlamıyla çözüm getirmeyecektir. Elbette ki Türkiye’de iktidarın değişmesi önemlidir ve seçimler kanun için önemli bir araçtır. Ancak nasıl ki bir çiçekle bahar gelmez ise cumhurbaşkanının değişmesi ile Türkiye’deki rejim krizi ulus-devlet krizinin aşınması tek başına yeterli olmayacaktır.
Sonuç itibariyle Türkiye halkları için önemli bir dönemeçteyiz. Demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik, eşit, adil, bir düzen kurma olanakları mümkün. Yaşanan kriz ve kaos sola, sosyalistlere yeni olanaklar da sunuyor. Bunu doğru değerlendirmek Türkiye’nin 21. yüzyılda hangi eksende olacağını da belirleyecektir. Yukarıda belirttiğim gibi mesele iktidara kimin geleceği, kimin cumhurbaşkanı olacağı değil. Mesele Türkiye’nin nasıl bir rejimle yönetileceğidir. Bu açıdan Emek ve Özgürlük bloku tam zamanında sorumluluk üstlenmiştir. Emeği geçen herkese teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu ittifakın daha da genişlemesi, güçlenmesi gerekiyor. Bu nedenle Türkiye’deki gidişattan memnun olmayan kadın hareketlerinin, gençlik hareketlerin, ekoloji hareketlerin, alternatif siyasetlerin katılması önemlidir. Başka bir yaşam mümkün ve ancak biz bunun öznesi olursak başarabiliriz. Bu birliktelik sadece seçim birlikteliği değil Türkiye’de 3. Yol “Özgürlük ve Demokrasi” yolunu açmanın yürüyüşüdür, mücadelesidir. Bu yürüyüşe çıkanlara, mücadeleyi yükseltenlere selam olsun.