Türkiye halkları 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerini geride bıraktı. Seçim sonuçları muhalefeti destekleyen milyonlarca yurttaşın kaygılarını ciddi anlamda artırdı. Hem siyasal atmosfer hem de ekonomideki gidişat bu kaygı artışının temel nedenlerini oluşturuyor. İlginç olan belki de uzun yıllar sonra ilk defa iktidar blokuna oy veren seçmenin bir kısmında da kaygıların yüksek olmasıdır. Çoğunlukla ekonomideki gidişattan kaynaklı olan bu kaygı “yaparsa Erdoğan yapar” algısını satın alanların halet-i ruhiyesini oluşturuyor.
Seçim sonrası iktidarın tercih edeceği siyasetin ayrıntılarını analiz etmek için henüz çok erken olsa da bazı açıklamaların izini sürerek çeşitli tahminlerde bulunmak mümkün.
- Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçiminden birkaç gün önce bir televizyon kanalına çıkan İbrahim Kalın yeni dönemde “siyasette kurucu fay hattının terörle mesafe” olacağını ifade etti. Birçoğumuz “yeni bir şey yok” şeklinde algılasa da seçim döneminde aşırı gerilen siyasal söylemin seçim sonrası döneme de aynı şekilde aktarılacağını, iktidar blokunun rahatsız olduğu her söylem, özne, yapıyı “terör” söylemiyle bertaraf edeceğini ve cepheyi olabildiğine genişleteceğini öngörebiliriz. Dolayısıyla siyasal söylemin kurucu aksı olan dost-düşman söyleminin “genişletilmiş terör” söylemine yaslanması olasıdır.
- Türkiye’de siyasal olanın kurucu momenti Kürt halkı ve Kürt sorunudur. Cumhuriyet dönemi boyunca her iktidar için esas konu Kürt sorunu, esas dikkat odağı ise Kürt halkı olmuştur. İktidarlar sadece baskı-şiddet-inkâr ile değil, aynı zamanda manipüle ederek, yönlendirerek, dönüştürerek, ehlileştirerek Kürt sorununu “kendi meşrebince” çözmeye çalışmıştır. İktidarın “terör” söylemindeki ısrarı, baskı-şiddet-inkâr diyalektiğinin derinleşerek süreceğine işaret ediyor. Öte yandan Süleyman Soylu’nun HÜDA PAR’la ilgili bir beyanı ise Kürt halkını ve sorununu manipüle etmek, ehlileştirmek, “kendi meşrebince tanımlamak” açısından tarihi bir itiraf gibi duruyor. Soylu “Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk siyasetinin attığı en önemli adım, son yıllarda bu konudaki, HÜDA PAR adımıdır. Bak bundan 10 yıl sonra göreceksiniz, HÜDA PAR adımının hangi stratejik adımla atıldığı ve kimlerin önünü tıkadığı ve Türkiye’de bu adımla beraber Doğu ve Güneydoğu politikasında muhafazakârlık aksının tekrar nasıl devreye gireceği… Bu öyle stratejik bir adım oldu ki (…) Bazı adımlar devletler açısından, ülkeler açısından nicelik değil, nitelik adımlarıdır…” diyor ve devlet aklına işaret ediyor: “Bu çok güçlü bir sosyolojik adımdır ve büyük bir devlet aklıdır.” Kayyımları Kürt siyasi hareketinin hegemonyasını kırmak adına atayan devlet aklı, şimdi de HÜDA PAR’la birlikte Kürt toplumunun siyasi kültürünü ehlileştirmek üzere harekete geçmiştir. Kürtlerle ilgili aşırı milliyetçi MHP’yle uzlaşması bile düşünülemeyen HÜDA PAR’ı seçimde yan yana getirebilen odak şudur: Devlet aklı… Hedef ise Kürt siyasi hareketini zayıflatmak, Kürt siyasasını ehlileştirmek ve Kürt toplumunun siyasi kültürünü ortadan kaldırmaktır. Nihayetinde kurucu bir mesele olan Kürt sorunu ve kurucu öteki olarak Kürt halkı için yeni dönemde öngörülen politikanın iki boyutlu olacağı bir yandan baskıyı diğer yandan teslim almayı-ehlileştirmeyi-dönüştürmeyi esas alacağı görülmektedir.
- “Genişletilmiş terör” söylemi ve bu kapsamda uygulanacak yaptırımlar, bir yandan iktidar blokunun kendi tabanında konsolidasyon sağlayacak diğer yandan ise ekonomideki buhrana karşı ekonomi-dışı bir önlem olarak belirebilir. Şöyle ki ekonomideki buhranla ilgili hoşnutsuzluklar, itirazlar ve aykırı seslere karşı söylemi “terör” yönünde genişletme ve radikalleştirme söz konusu olabilir.
- Radikalize edilmiş ve psikolojik-fiziksel-simgesel şiddet düzeyi arttırılmış söylem hattı, sadece siyasal düşman olarak görülenlerin bertaraf edilmesini veya ekonomideki buhranın üzerinin örtülmesini getirmeyecektir. Bu söylem hattıyla birlikte kadınlar başta olmak üzere çok sayıda yurttaş yaşam biçimi, milyonlarca yurttaş ulusal ve inançsal kimlikleri nedeniyle tehdit altında olacak. Yani insanlar varoluşlarıyla sınanacaklar.
Nitekim bu ihtimaller şark cephesinde yeni bir şeyin olmadığını ama var olanın radikalleştirilerek sürdürüleceğini gösteriyor. Açıktır ki iktidarlar öğrenirler. 1 Kasım 2015 seçimlerinde şiddetin ve düşmanlaştırıcı söylemin oy tercihlerini etkilediğini gören iktidar bloku da öğrendi. Bu öğrenimle birlikte iktidar kalmanın yol ve yöntemlerini deneyimledi. Ki hem kurduğu ittifaklar hem de siyasal söylemi benzer bir hatta sürüyor. Nitekim aldığı oy oranları da benzer bir aralıkta olmaya devam ediyor.
Radikal özeleştiri ve özgürleştirici siyaset
Bu ahval altında seçim sonuçları ve sonrasına dair “ne yapmalı” sorusunun cevabı şudur: Radikal özeleştiri ve özgürleştirici siyasetin hâkim kılınması. Çünkü bu seçimle birlikte;
- Muhalefet açısından siyasi parti esaslı merkezi mühendisliklerin iflas ettiği,
- Kültürel kimliklere siyasal temsiller yoluyla anlam yüklenmesi (Deva Partisi, Gelecek Partisi vb.) fikrinin toplumda karşılığının olmadığı,
- Siyasi tercihlerin kültürel, soyut, inandırıcılığı olmayan iddialara değil, maddi-materyal gerekçelere dayanılarak yapıldığı,
- Resmi ideolojinin ana sütunları arasına sıkışarak siyaset yapmanın bir alternatif üretmeyi imkânsız kıldığı ve toplumda bir karşılığı olmadığı görüldü.
Seçim sonuçlarından üretilecek derslerin sayısını artırmak pek mümkündür. Fakat özgürleştirici siyaset için bir kurtuluş momentine, bir de kuruluş momentine ihtiyaç öncelikli olarak durmaktadır.
Bir kurtuluş, bir kuruluş
Devletin siyasi öznelere kabul ettirdiği ve toplumda da belli bir karşılığı olan “ehlileştirme stratejisi”nin temel ilkesi kendisini şöyle ifade ediyor: “Siyaset konsensüs zemininde yapılır.” Yani siyaset yapmak için belli çerçeveler, kavramlar ve hatlar vardır. Siyaset ancak bu çerçeve, kavram ve hatlar ekseninde yapılabilir. Çünkü devlet, sistem partileri ve toplumun belli kesimine kabul ettirdiği ilkeye sahiptir. Bu ilke konsensüsü siyaset yapmanın gerek şartı olarak işaret etse de esasında söylemek istediği şudur: “Siyaseti ancak konsensüs zemininde yapabilirsiniz ve bu konsensüsün çerçeve, kavram ve hatlarını ben belirlerim.”
Oysa siyaset, konsensüs üzerine değil; diskonsensüs üzerine yapılır. Siyaseti mümkün kılan çelişkiler, gerilimler, uyuşmazlıklardır. Farklı düşünmek, farklı olanı söylemek ve eylemektir. Dolayısıyla Türkiye’de yeni bir dönemi ve alternatif siyaseti var edebilmek için egemenin çizdiği “konsensüs esaslı siyaset sınırları”nı ihlal etmek gerekir. Düşünceyi özgür bırakmak ve “modern kutsalları” ihlal ederek düşünmek kurtuluş momentine erişmenin olmazsa olmazıdır.
Bu yeni dönemi işaret edebilecek bir de kuruluş momenti söz konusudur. Bu kuruluş momentinde;
- İktidarın “terör söylemi”ne karşı kimliğini savunmak, bu kimlik savunusunu farklı kesimlerden insanların desteğiyle sürdürmek,
- Toplumu esas alan siyasetle her günü yeni bir alanda örgütlenmenin, farklı kesimlerle temas kurmanın şansı kabul etmek,
- Toplumla siyasi parti esaslı ilişkilenmek yerine, yerinden ilişkileri kuracak demokratik ittifakları geliştirmek ve genişletmek,
- Ulus aşırı organik ve ortak gündemli dayanışma ağlarını diri tutmak gerekir.
Özellikle görüldü ki özne-yapı merkezli “demokrasi ittifakı” siyaseti toplumsallaştırma hususunda yetersizdir. Bu bağlamda siyasi parti, inisiyatif ve diğer yapı merkezli ortaklıklar yerine sorun, mücadele, yaşamsal ihtiyaç merkezli “demokratik ittifaklar” kurmak hem siyasetin toplumsallaşmasına hem de kuruluş momentine güçlü zemin hazırlama potansiyeline sahiptir. Demokratik ittifakların nicel ve nitel artışı, iktidar blokunun toplumsal kesimler arasındaki teması kesme amacı taşıyan söylemini de boşa çıkartma kapasitesi barındırmaktadır. Siyasetin temeli kimin iktidar olacağı değil, sorunların nasıl ve kimlerle çözüleceğidir. İktidar blokunun “kim iktidar olacak” sorusuna cevap arayışlarıyla demokratik ittifakların “sorunları nasıl ve kimlerle çözeceğiz” sorusuna cevap arayışlarının sürekli karşı karşıya gelmesi, aradaki farkı topluma açık şekilde gösterecektir. Sorunları demokratik ittifaklarla ve yan yana gelerek çözebilecek bir kuruluş momentini ortaya çıkarmak en acil görev olarak durmaktadır. Çünkü demokratik ittifak anlayışı siyasal tahayyüllerin ortaklaşması veya temsillerin iktidar yapılması değil, yaşamın paylaşılması ilkesi üzerine kuruludur.
Hasan Kılıç kimdir?
Lisans ve yüksek lisans derecelerini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden aldı. Doktorasını Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi anabilim dalında tamamladı. Türkiye siyasi tarihi, devlet kuramı ve felsefesi, Kürt Sorunu gibi alanlarda çalışıyor ve yazıyor.