Türkiye uzun süredir yönetilemiyor. Ülkeyi tek adam rejimiyle yönetme hayalinin sonuçları her geçen gün somut bir şekilde toplumun önünde beliriyor. AKP-MHP iktidarının devlet olanaklarıyla semirttiği küçük elit dahil olmak üzere herkes, her kesim adaletten tutalım, sağlığa, eğitime ve ekonomiye kadar yaşamın her alanında tek adam rejiminin sonuçlarında etkileniyor. Toplumun kahir ekseriyetinin önceliği sofrası olduğundan haliyle temel gündem ekonomik sorunlar oluyor. Büyük bir yoksulluk ve yoksunluk hali yaşanıyor. Eğitim, adalet ve sağlık gibi alanlar giderek teferruat haline geliyor. İfade ve inanç özgürlüğü, kültürel ve ekolojik meseleleri konuşmak ve bu konulardaki haklara değinmek ise neredeyse bir lüks haline geldi.
Günlük hengamenin dışına çıkılarak bir az bakıldığından çöküşün ve buna bağlı olarak geri gidişin boyutları daha iyi anlaşılıyor. Çöküş süreci hala sıcak olduğundan tahribatı ve acıları yeterince hissedilmiyor. Toplum şimdilik panik içinde birinci kuşak haklardan olan yaşama ve beslenme hakkına odaklanmış durumda. Oysa bir on yıl önce toplum bu düzeyin çok ilerisindeydi. İfade özgürlüğü, ekolojik haklar, hayvan hakları tartışılıyor ve savunuluyordu.
Toplumun kendisi için daha ileri hakları tartışması, savunması ve mücadelesini vermesi aynı zamanda demokrasi yansımasıdır. Bu gün varsa yoksa ekonomik çöküş içinde olan ülkede ayakta kalma arayışıdır. İnsanların bugünü değil geleceği tahayyül etmesi ve şekillendirmesinin işaretidir. Tencereyi kaynatma ve eve akşam ekmek götürme çabası ise gerilemenin yansımasıdır. Despot yönetimlerin olduğu ülkelerin dışında insanlığın yüzyıllar önce geride bıraktığı bir sorundu.
Toplumsal tarih için kısa sayılacak on yıl gibi bir süre içinde demokrasi, ifade ve inanç özgürlüğü, eğitim hakları, ekolojik haklar ve hayvan hakların tartışıldığı bir gündemde günü birlik beslenme ve yaşama hakkını elinde tutma düzeyine gelme üzerine bir az düşünüldüğünde çöküşün resmi açıkça ortaya çıkıyor. İşin tuhafı muhalefetten ziyade ülkede yaşanan çöküşün en fazla farkında olanın iktidarın olmasıdır. AKP-MHP iktidarı ülkeye nereye getirdiğinin farkında olduğunda devletin tüm olanaklarını gerçeği perdelemek için seferber ediyor. Besleme medyasıyla toplumu adeta bir propaganda bombardımanına tabi tutuyor. Sürekli algı operasyonu yürütüyor.
AKP-MHP iktidarı canhıraş bir şekilde seçim hazırlığı yapıyor. Bir yandan seçim kanunu kendisini iktidarda tutacak şekilde değiştiriyor, öte yandan Ukrayna’da yaşanan işgali başarıya tahvil etmeye çalışıyor. Seçime yakın Kürtlere karşı başlatacağı savaşın hazırlıklarına hız vermiş durumda. Zaten potansiyeli ziyadesiyle yüksek olan milliyetçi duyguları kabartarak seçimi garantilemek istiyor. Seçim öncesi ekonomik hamleler yapmak için Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar’a koşuyor, AB ülkelerine zeytin dalı uzatıyor. İsrail ile ilişkileri geliştiriyor. Kürt savaşı için Barzani ailesiyle, Irak’ın Saddam’dan bozma Başbakanı Mustafa el Kazımi ile görüşme üstüne görüşme alıyor.
Yedi yıldır söylediklerinin tamamının tersini yapıyor ve pişkin bir şekilde attığı geri adımları, verdiği tavizleri ve çöküşünü başarı olarak sunuyor. Bu pişkinliğin altında yatan neden ise kesinlikle muhalefetin basiretsizliğidir. İktidarın yarattığı çöküşe rağmen muhalefet topluma bir türlü güven vermiyor, veremiyor. Oturmuş seçimle Erdoğan-Bahçeli ikilisinin seçimle gitmesini ve iktidarın kendilerine teslim edilmesini istiyor. Toplumun krize, kaosa ve çöküşe tepki göstermesinin önüne dikiliyor. İktidardan önce, iktidarı değiştirecek olan tek güç olan toplumun tepkisini illegalize ediyor. Bir yandan Erdoğan’ın politikalarını eleştirirken, öte yandan kayyım uygulamalarını savunuyor. Suriye ve Irak politikasını eleştirirken, Irak’a Suriye’ye savaş tezkeresine destek veriyor. Parlamentonun bitirildiğinden dem vururken HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında ön saflarda oy kullanıyor. Haliyle toplum aslı varken taklidine güvenmiyor.
Üç yıl önce, iki yıl önce erken seçim ya da baskın seçimi tartışmanın bir mantığı vardı. Ancak bugün hala yatıp kalkıp iktidara erken seçim çağrısı yapmak beyhudedir. Zaten seçim geldi, kapıya dayandı. Erken ya da zamanında yapılmasının tartışmasını yürütmek zaman kaybından öte bir anlamı yok. Zaten birkaç aya kadar seçim sathı mahaline giriliyor. Erdoğan’ın muhalefeti zamanını bilmediği bir sürece sokmak için seçimi birkaç ay öne çekmesi mümkün. Ancak bunun bir anlamı yok. Artık erken seçim çağrısı yapmak ve bu konuda efor harcamaya yazıktır. Basiretsiz muhalefet bir an öce topluma ne vaat ettiğini açıklamalıdır. Altı benzemezin bir araya gelmesinin topluma umut ve heyecan vermediğini açıkça görülüyor.
Tek adam rejiminden demokratikleştirilmiş parlamenter sisteme geçiş önemli ama toplumun önceliği bu değildir. Toplum bir an önce yılların mücadelesiyle kazanılan tüm kazanımlarını elinden alan, aç ve sefil bırakan bu rejim ve yarattığı kaostan kurtulmaktır. Muhalefetten ayda bir altılı toplantı yapmasının ötesinden pratik istiyor. Bu da çok açıktır. AKP-MHP iktidarı seçim kanunuyla oynarken, devletin olanaklarını seçimi kazanmak için seferber ederken, muhalefet ne yapacak? Seçim güvenliğini nasıl sağlayacak? Medya tekel olmuşken sokak olmadan halklara nasıl ulaşacak? AKP-MHP’nin yarattığı çöküşü insanlara nasıl anlatacak? Toplum artık muhalefetten seçim sonrası için neyi nasıl yaptığı açıklamasından vazgeçti, devlet olanaklarını seferber eden, seçim kanunu değiştiren, baskı mekanizmalarını harekete geçiren, milliyetçiliği şaha kaldıracak savaş hazırlıkları yapan iktidara karşı seçim öncesi ve günü nasıl örgütleneceğini, kimi aday göstereceğini, sandıkları nasıl koruyacağını açıklamasını bekliyor.
Maalesef muhalefet işin hala ciddiyetinde değil. Seçimin gelip çattığının farkında değil. Pratiğe girmeden, sokağa inmeden, herhangi bir tedbir almadan güllük gülistanlık bir ortamda yapılacağını hayal ettiği seçimde iktidarı alacağını zannediyor. Ekonomik kaos içinde geçim derdine düşen toplumun kendilerinin eşref saatini bekleyeceğini hatta daha kötüsü buna mecbur ve zorunlu olduğu yanılgısı içinde hareket ediyor. Toplum, sokağa inilmeden, halkın tepkisini ve itirazlarını örgütlendirilmeden, bu güç seçim süreci için harekete geçirilmeden etkisiz hale getirilen Meclis’te yapılan basın açıklamalarıyla seçimin kazanılamayacağını bildiğinden muhalefete güvenmiyor. Öncüsüz, yönsüz bir şekilde tutunacak bir dal arıyor ve AKP-MHP iktidarı da basiretsiz muhalefet karşısında Ukrayna işgalini bile başarıya dönüştürerek destek devşiriyor.
Muhalefet öncelikle artık erken seçim çağrısı ve tartışmasını bir yana bırakmalıdır. Seçimin erken mi zamanında mı yapılacağı gündeminden çıkarak her an seçim yapılacakmış çalışma yürütmelidir. Seçim sonrasını programını sunmada da geç kaldı. Bir an önce seçim öncesi ve gününde ne yapacağını bir an önce açıklamalı. Adayını belirlemeli ve mümkünsü tutarlı, yapılabilir ve gerçekçi ilkeler açıklamalı. Sokağı tu kaka etmekten vazgeçerek bir an önce sokağa inmeli, halkın tepkisine ve itirazlarına öncülük etmeli, bu tepkiyi örgütlü tutuma dönüştürmelidir. Aksi taktirde ne AKP-MHP iktidarı ne de toplum muhalefetin eşref saatini beklemez. Atı alan da yine Üsküdar’ı geçer.