Türkiye kendisini ikinci yüzyıla taşıyacak seçimlere doğru giderken tartışmaların merkezine bir kez daha Kürt meselesi oturdu. 2015 yılından beri görünürlüğü elinden alınmak istenen, dilsizliğe sevk edilmeye çalışılan Kürt meselesinin bir kez daha sahneye çıkması, bastırılanın geri dönüşü olarak kayda geçebilir.
21. yüzyılda Kürt meselesi
Geçtiğimiz yüzyıl, geçmişten devralınan Kürt meselesinde belli eşiklerin atlandığı bir yüzyıl oldu. 20. yüzyılda Kürt meselesi bir “mücadele-müzakere diyalektiği”ne bağlı olarak gelişti. Bu diyalektiğin merkezinde ise tanınma sorunu yer aldı. Egemenin ret ve inkâr esaslı aklına karşı örgütlü itirazların gelişmesiyle tanınma sorununda çeşitli arayışların yolu açıldı. Kürt meselesi bu yüz yıl boyunca sistem siyasetleri açısından inkardan bireysel hakların tanınmasına kadar geniş bir skalada tanımlanıp üzerine politikalar üretildi.
Son kırk yıllık süreçte inkâr ve ret arkaikleşti. Meşruluğunu ve kabul ölçülerini yitirdi. Anti-sömürgecilik ve sol söylemin karışımıyla gelişen itiraz ve mücadele, 20. yüzyılın Kürt meselesini süreklilik-kopuş denklemiyle birçok açıdan anlamsız hale getirdi. Dilin reddi, varlığın inkârı, hak taleplerinin gayri-meşruluğunu esas alan egemen söylemlerden birçoğu tümüyle tedavülden kalkmasa da trajediden komediye doğru yol aldı.
Böylece Kürt meselesi 21. yüzyılda artık bir tanınma sorunu olmaktan çıkarak daha fazla toplumsallaşan ve siyasallaşan bir çerçevenin içerisine yerleşti. Bu yerleşmede, önceki yüzyılla süreklilikler de söz konusu oldu. Örneğin Kürt meselesini bireysel haklar ekseninde değerlendiren yaklaşım özne ve gramer değiştirerek süreklilik sağladı.
Nihayetinde bugün artık Kürt meselesini, geçmişin imge ve kavramlarıyla düşünmek yetersiz bir bakış açısıdır. Dolayısıyla Kürt meselesini bu yüzyılın küresel, bölgesel ve ulusal denklemlerine göre okumak; hâkim jeo-kültür ve siyasal arayışların içerisine yerleştirerek düşünmek gerekiyor.
Kim ne diyor?
Bu çerçevede hem küresel düzeyde dönüşümlerin hem de ulusal düzeyde hegemonik bloklar arasındaki güç sıkışmasının olduğu bir dönemde Türkiye seçime gidiyor. Seçimlerin, köklü siyasal dönüşümlerin tek anahtarı olmadığı aşikâr olsa da mevcut sıkışmışlığı aşmak için kolaylaştırıcı ve ön açıcı olabileceğini kabul etmek gerekiyor.
Kritik bir dönemeci imleyen seçimlere dair tartışmanın Türkiye siyaseti açısından kurucu mesele olan Kürt meselesini merkeze alması şaşırtıcı olmasa gerek. Kürt meselesinde AKP ikili bir söylem stratejisine başvuruyor. Bir yandan 20. yüzyıla özgülenebilecek Kürt meselesinin çerçevelerini nasıl aştığını, “anadil, Kürt demenin artık suç olmaması” gibi söylemler üzerinden sunuyor. Diğer yandan ise Kürt’ün varlığını onaylayıp sorununu ret ederek başka bir hattan söylem üretiyor. Yani “ne Kürt’le ne de Kürt’süz” denebilecek bir dairede salınıp duruyor.
CHP ise Kürt meselesini, en yetkili temsilcileri üzerinden dillendirmeye devam ediyor. AKP-MHP ittifakının dilsizliğe sevk etmek istediği Kürt meselesini tekrar gündeme sokuyor. Fakat CHP söylemi çoklu odaklara yaslanıyor. Bir yandan AKP-MHP ittifakının Kürtlerde yarattığı tahribatların bir kısmına karşı durarak -kayyım örneğinde olduğu gibi- kendisine Kürt meselesinde duyarlılık derecesi biçiyor. Diğer yandan “Doğu Masası” gibi tanımlamalarla 19 ve 20. yüzyılın en erken dönem diline sarılarak arkaikleşiyor. Öte yandan ise bireysel haklar ekseninde bir çözüm(süzlük) perspektifine sarılıyor ve Parlamento’yu tek çözüm mercii göstermek suretiyle Kürt meselesinde özne hakikatinden kaçıyor.
Bu çok odaklılık CHP’nin seçimin ardından Kürt meselesindeki duruşuna dair kaygıları çoğaltmaktan başka bir şeye yaramıyor. CHP’nin Kürt meselesinde AKP’den uzaklaşmasının yolu ise hala bu meseleyi cesaretle tanımlayıp etkili hamleler yapmasına kalıyor.
Seçimin ardında ne var?
Seçimin ardında ne olduğuna dair sorunun tek net cevabı şudur: Seçimin ardında görünen tek gerçek Kürt meselesine dair çözüm-çözümsüzlük arayışlarının hızlanacağıdır. Hem küresel hem bölgesel hem de ulusal gelişmeler, bu meseleden kaçış yollarını azaltıyor ve yaklaşan fırtınayı haber veriyor.
Seçimde Cumhur İttifakı’nın kazanması durumunda Kürt meselesinin seyri açısından karanlık bir tablodan başkasını tahayyül etmek mümkün görünmüyor. Millet İttifakı’nın kazanması ise Kürt meselesinde otomatik olarak bir çözüm yoluna girileceğini göstermiyor.
Kürt meselesinin bu yüzyıldaki hali, yeni kavramlarla -belki de yeni bir lisanla- mücadele-müzakere diyalektiğini bu yüzyıla özgü şekilde yeniden kurarak özne merkezli siyaset yerine süreç-yapı merkezli siyaseti esas alan hamleler yapmayı gerektiriyor.
21. yüzyılda Kürtler artık tanınma sorununu aşan, meşruluğunu tüm dünya siyasetinde yerleşik hale getiren; Ortadoğu’da özgürlükçü ideolojisiyle yer edinmeyi başaran ve hemen her ülkenin vazgeçilemez gündemi olan bir aşamaya geldi. Bugün Kürt meselesini, Kürt hakikatinden ayrı analiz etmek siyasal körlükten başka bir şey değildir. Bu kapsamda, seçimin ardı bir kez daha Kürt meselesidir ve fakat hem AKP hem CHP Kürt meselesinde zamanın ruhunu okumaktan uzaktır.
Kürt meselesinin demokratik çözümü için öznelerin verili durumlarını sabit kabul etmekten çok, özneleri bu meselede dönüştürecek mücadeleyi sergilemek ve seçim sonuçlarını yakalamak gerekir. Bunun için de seçim dönemindeki dikkat toplanmasının pozitif etkisiyle Kürt meselesinin siyasallığını toplumsallaştırmak önemli bir noktada duruyor.
Hasan Kılıç kimdir?
Lisans ve yüksek lisans derecelerini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden aldı. Doktora öğrenimine Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi Anabilim Dalında tez aşamasında devam ediyor. Türkiye siyasi tarihi, devlet kuramı ve felsefesi, Kürt Sorunu gibi alanlarda çalışıyor ve yazıyor.