Türkiye’de seçim tarihi, dolayısıyla seçim takvimi henüz belli olmasa da seçim atmosferine çoktan girildi. İktidar, tercih ettiği uluslararası kampın ekonomik, siyasi ve sosyal olarak en zor durumdaki ülkeleri arasında yer almasına karşın, beklendiği gibi tüm olanaklarını; varlığını devam ettirmek, seçimler sonrasına taşıyabilmek için kullanıyor. Ülkenin jeopolitik konumunun “nimetlerini” ve mülteci-göçmen sorununu uluslararası alandaki pazarlıklarda kendisi adına kazanım(lar)a dönüştürebilmek için hiçbir Makyavelist tutumdan kaçınmıyor. Öte yandan, ülkede haklar ve özgürlükler daha da kısıtlanırken, zor-şiddet, kara propaganda ve ötekileştirme günümüzde rıza üretme araçlarının ön sıralarına yükseldi. Dozu, her geçen gün daha da artıyor. Geçen yılın son aylarından itibaren neredeyse patlar tarzda artan enflasyon ve yoksulluğun yarattığı “şok dalgasının” etkisiyle ortaya çıkan; kitleleri mobilizasyon sorununu iktidar, bugünlerde yeniden yönetmeye başladı bile.
Her türden olumsuzluğa rağmen, iktidarın varlığını sürdürüyor olması sadece dünyada yaşananlarla, ülkenin konumu ve iktidarın yeteneğiyle açıklanamaz. Yıllardır medyayı merkezi olarak yönetiyor-kullanıyor olmasının yanında, ana muhalefet başta olmak üzere, muhalefetin iktidarın yörüngesinden çıkamamış olmasının da etkisi büyük. İktidarın ülkenin bekası olarak tanımladığı tüm konu ve zamanlarda “bu muhalefet” iktidarın yanında ya da arkasında diziliyor. Alternatif üret(e)miyor. Ve her seferinde de neredeyse başa dönülmüş oluyor.
“Bu muhalefet” bir süre önce bir araya gelerek, seçimlere yönelik olarak “Millet İttifakı’nı” kurdu. İttifak’ın kamuoyuyla paylaştığı ortak ve ana gerekçesi; ‘Cumhurbaşkanını değiştireceğiz, parlamenter sisteme dönecek ve güçlendireceğiz’. Peki sonrası? Haklar, özgürlükler, demokrasi, yoksulluk, Kürt sorunu, ötekileştirilenler, Sünni-İslami yaşam dayatmaları vb. toplumsal yaşam alanlarında ne yapacaklar? Oralarla ilgili herhangi bir değişim ve geliştirme hedefleri de önerileri de yok. Yalnızca cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yarattığı erozyona karşılık restorasyon vaadi söz konusu. O kadar.
Bunların yanında, bir de ülkenin ilk ve tek kongre partisi olma özelliğindeki HDP var. HDP, altı siyasi partiyle beraber, kadın hareketleri, inanç gruplarıyla ötekileştirilmiş, dışlanmış olanların kurduğu birçok yapının, derneklerin ve bireylerin katılımıyla var oldu ve devam ediyor. Başta siyasi bileşenleri olmak üzere, önerdikleri toplumsal yaşamın öncelikli nitelikleri eşitlik, özgürlük, demokrasi, çoğulculuk, barış, kamuculuk, sekülerlik gibi başlıklardan oluşuyor. Bu başlıklar programlarında da yer alıyor. Dolayısıyla, HDP’nin de öyle. HDP’nin çağrısıyla altı siyasi partinin katılımıyla kurulan “Emek ve Özgürlük İttifakı”nda da aynı şekilde.
Emek ve Özgürlük İttifakı program çerçevesini; insanca çalışılacak ve yaşanacak bir ekonomik düzen; halkın egemenliğine dayanan bir demokrasi; Kürt sorununda barışçıl ve demokratik çözüm; kadınlar için adalet, eşitlik ve özgürlük; gençler, engelliler ve dezavantajlı gruplar için eşitlik ve özgürlük ile doğanın, çevrenin ve kültürel varlıkların korunması başlıklarında açıklayarak, ittifakın seçim sonrasını da kapsayan bir hedefle ülkenin inşası için kurulduğunu ilan etmiş oldu. Kuruluşu çok büyük bir coşku ve toplumsal katılımla, 24 Eylül’de duyurulan İttifak’ın kamuoyunda görünürlüğü konusunda aynı şeyleri söyleyebilmek oldukça zor. Öyle ki İttifak ve bileşenleri, en kısa sürede sonlandırılmasını arzu ettiğimiz, derin bir sessizlik içinde.
HDP, Emek ve Özgürlük İttifakı alanında sesiz olmakla birlikte, bu ittifakı da içeren çok daha geniş içerikteki “demokrasi ittifakı”nın sağlanabilmesi için bir yandan var olan ittifakın genişletilmesi diğer yandan bu ittifak dışında Kürt illerindeki siyasi parti ve yapılarla bir ittifak kurmak için çalışmalar yürütüyor. Bununla birlikte, gözlemleyebildiğimiz kadarıyla enerjisinin azımsanmayacak bir bölümünü de Millet İttifakı’na karşı bir sitem hali olarak harcıyor. Başlangıçta, bu ittifaka davet edilmeme üzerinden kurulan cümleler, son zamanda cumhurbaşkanının değişiminde “anahtar” konumda olmak üzerinden devam ediyor. Durum böyle olunca, insan sormadan edemiyor. Diyelim ki davet edildi, HDP millet ittifakı içinde olabilir mi? Her şeyi bir tarafa bırakalım parti programı buna el veriyor mu? Okuduğumuzdan anladığımız kadarıyla kendimiz yanıtlayalım. Hayır! Geriye bazı olaylar ve durumlar için ortak tutum alma-alabilme hali kalıyor. Bu başlık da cumhurbaşkanlığı seçimini parlamento seçiminden ve seçim sonrası ülkenin inşası faaliyetlerinden ayırarak ele almayı gerektiriyor. Böyle olunca, günümüzdeki aritmetiğe göre HDP’nin “anahtar” olma özelliği ortaya çıkıyor. Bu durumu yalnızca anahtarın kendisi değil, dışındakiler de biliyor. Gözü gören herkesin görebileceği, görmeyenlerin de duyup anlayabileceği kadar somut ve orta yerde. Bunu konuşmamak ya da konuşmak için ısrar etmek, durumu değiştirebilecek herhangi bir etkiye sahip değil. Zamanı geldiğinde anahtar kilidi açacak, sorunu çözecektir. Son yerel seçimlerde böyle olmuştu. Çoğumuz anımsayacaktır; kamuoyuna yansıyan bilgiler ışığında edindiğimiz izlenime göre, o dönemde anahtar olmak üzerinden, herhangi bir ilkesizlik ya da mahkûmiyet vb. sıfatlarla nitelenemeyecek bir çerçevede, siyasi ahlak ve diplomasinin gereğine zeval getirmeden bir çözüm yaratıldı. Anahtar, kilidi açtı. Kendisine saygısızlık, hürmetsizlik etmeyenlerle sınırlı olmak üzere, dayanışıldı. Ve iktidara kaybettirildi. Toplumsal muhalefete “gereğini yaparsak iktidarı sandıkta değiştirebiliriz” duygusu, heyecanı, umudu yaşatıldı. Çok da iyi yapıldı. Küçük de olsa kısa süreli de olsa nefes alabildik. Muhalefetin öz güven kaybı süreklilik halinin dışına çıkabildi.
HDP, hem kendisi hem de içinde yer aldığı, alacağı ittifaklarla birlikte, kendi seçmenini konsolide etmenin yanı sıra, kararsızlar başta olmak üzere tabanda büyüyebilmek, genişleyebilmek için daha fazla gecikmemeli. Türkiye halklarının, işçilerinin, emekçilerinin, kadınlarının, gençlerinin, köylüsünün, esnafının, çiftçisinin, emeklisinin, işsizinin, yoksulunun, ötekileştirilmiş olan herkesin umuda ve güvene gereksinimi var. HDP daha fazla gecikmeden, başlamış olan seçim sürecini gerek kendi kurumsal yapısı gerekse oy almayı hedeflediği kitleler için bir fırsata dönüştürebileceği adımları atabilmeli.
Bu nedenle HDP, artık hiç kimsenin görmezlikten gelemeyeceği, gelmediği “anahtar” rolü üzerinden söylemleri bir tarafa bırakmalıdır. Yerine, seçim güvenliğinin nasıl sağlanacağından başlayarak, seçimlerde sağlayabileceği-sağlamayı hedeflediği meclis grubunun da katkılarıyla, kurmak için mücadele edeceği “Demokratik Cumhuriyet”in içeriğini en küçük ayrıntısına kadar kamuoyuna anlatmaya başlayabilmelidir. Bir yandan hedeflerinin içeriğini bileşenleri ve ittifak üyelerinin, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, dernekler vb. yapılarla birlikte bireylerin de katılımına olanak tanıyan süreçlerde güncelleştirmeli, geliştirmeli öte yandan, onlarla birlikte, bir plan ve program kapsamında yarından başlayarak kamuoyuna açıklamaya başlamalıdır. “Üçüncü seçenek” olabilmek için program da birikim de kadro da mevcut. Bunu bekleyen milyonlar da var. Ancak “bekleyenler” başkalarının da ilgi alanında ve zaman daralıyor.
Umut ve güven buzdan heykel gibidir. Zamanı, mevsimi geldiğinde yapılır. Daha fazla gecikilmemelidir. Bu bağlamda ve unutmadan, tabii ki yapılanların korunması ve geliştirilmesi de büyük bir emeğe ve özene muhtaç. Ancak imkânsız değil…
Onur Hamzaoğlu kimdir?
Gülhane Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Halk Sağlığı ile Epidemiyoloji uzmanlık eğitimlerini tamamladı. 1988 yılından itibaren tabip odaları ve TTB’nin komisyon ve kollarında çalıştı. 2001-2003 yıllarında soL Meclis, 2011-2016 yıllarında HDK yürütme kurulu üyeliği ile 2016-2019 yıllarında da HDK eş sözcülüğü yaptı. Toplum ve Hekim Dergisi’nde yayın kurulu, araştırma danışma kurulu üyesi olarak çalıştı ve bir süredir editör olarak görev yapıyor. Sağlık hizmetlerinin politik iktisadı kapsamındaki konularda yazıyor ve sağlık hakkı mücadelesi yürütüyor. Sosyalist Türkiye İçin Sağlık Tezi, Sosyalist Türkiye’de Sağlık, Sosyal Güvenliğin Gaspı, Neoliberal Dönüşüm Sürecinde Üniversiteler, Bologna Süreci Sorgulanıyor, Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite ile 50 Soruda Bilim ve Bilimsel Yöntem başlıklı kitapların yazarlarından ve Sağlık Sosyolojisi Sözlüğü’nün editörlerindendir. Dilovası’nda sanayinin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkartılması için bilimsel çalışmalar yürüttü ve Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabını hazırladı. Barış Akademisyenlerinden olduğu için Eylül 2016’da KHK ile üniversiteden çıkartıldı. Kurucuları arasında yer aldığı Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) ve Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu üyesidir.