-Ne bunun cinsi yav?
-Scottish abi.
-Oy güzelim benim, Bak Suriyelileri yollayacaz, sen kalacan bizimle birlikte, sen çok tatlısın.
“Hastalık” deyince öğle bir tabir, bir kinaye falan sanmayın. Zenefobi (Xenophobia) olarak da dilimize çevrilen yabancı düşmanlığı ve birçok açıdan birbirlerini besleyen ırkçılığın bir ruhî arıza (mental disorder) ya da hastalık olup olmadıkları psikiyatrlar tarafından tartışılmaktadır. Amerikan Psikoloji Derneği’ni (American Psychiatric Association) duymuşsunuzdur. “Duymuşsuuzdur” diyorum çünkü yakın zamanda Daily Telegraph gazetesinden çevrilerek dünyaya yayılan, “selfi çekmenin bu dernek tarafından bir hastalık olarak tanındığı” haberiyle dernek yeniden gündeme geldi; bu arada haberin bir kara mizah haberi olduğu anlaşıldı ama Türkiye’de de birçok haber sitesi ve gazete bu haberi paylaştı.
Amerikan Psikiyatri Derneği aslında asparagas haberlerle değil Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) ile meşhur. El kitabının ilk versiyounu 1952’de yayınlanmış, şimdi en son 2013’te güncellene[1]n ve DSM-V olarak anılan beşinci edisyon kullanımda.
***
Xenophobia, Yunanca xenos (yabancı) ve phobia (korku) kelimelerinden geliyor. Olivia Guy-Evans, kavramın bir insanın, kendisinden ırkî, entik, ulusal ya da onu “öteki” olarak algılamaya imkân veren herhangi bir özelliğinden dolayı farklı olan diğer insan(lar)dan duyduğu endişe, korku olarak tanımlanabileceğini söylüyor. Guy-Evans, homofobi, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının birbirleriyle bazı alanlarda örtüşen önyargılar olduklarının da altını çizmekte. Lisa Fritscher[2] da Oliva- Guy-Evans gibi homofobi, ırkçlık ve yabancı düşmanlığının ortak noktaları olduğunu belirtse de homofobi ve ırkçılık gibi ayrımcılıkların özgül karaktertistiklere dayanırken, yabancı düşmanlığının onlardan farkı olarak, düşmanlığın yöneldiği kişinin o gruba “yabancı” onun “dışında” olması algısıyla köklendiğini belirtmektedir. Lisa Fritscher yabancı düşmanlığının ayırt edici özelliklerini şöyle özetlemiş: (1) Farklı gruptaki insanlar arasında kendini rahatsız hissetmek, (2) Belirli alanlara girmemeye büyük özen göstermek, (3) Sadece derisinin rengi, giyim tarzı gibi dış etkenleri farklı olması sebebiyle o insanlarla arkadaş olmayı reddetme, (4) Bu yönde telkinlerde bulunan bir süpervizörü, lideri fazlasıyla ciddiye alma ve (5), Aynı ırksal, kültürel ve/ya dinsel gruba dahil olmayan insanlarla birlikte hareket edememe. Fritscher’in saydığı bu beş maddeye ilave olarak kedilerle konuşmak ve onlar üzerinden politik mesajlar vermeyi de bu hastalığın belirtilerinden biri olarak saymak da mümkün olabilir mi acaba; neden olmasın?
***
Yabancı Düşmanlığı ve Irkçılık yukarıda adı geçen DSM-V El Kitabı içinde isimleri münhasıran anılan birer hastalık değildirler. Bu konuda faklı görüşlerden bahsetmek mümkün. Alvin F Poussaint[3], 30 yıldan fazladır ırkçılığın bir mental problem olup olmadığının ABD’de tartışıldığını belirtmekte ve ırkçılığın bir psikiyatrik hastalık olmaktan çok kültürel bir problem olduğunun altını çizmektedir. Ona göre ırkçılık, önyargı ve bağnazlığın (bigotry) DSM’de tanımlanması için yeterli desteğin de olmadığı düşüncesinde ama bu ırk ayrımcılığının psikotik rahatsızlıkların bir sanrılı semptomu (delusional symptom of psychotic disorders) olmadığı anlamına da gelmemekte. Nitekim yazar Irk ayrımlığını, Gordon Allport’un 1954 yılında yayınlanan ünlü The Nature of Prejudice kitabındaki 5 ölçekli kategorisi içerisinde analiz etmeyi ihmal etmiyor.
Sorun aslında Carl Bell’in[4] de altını çizdiği gibi, ırkçılığın tabir-i caizse bir “sorun” olup olmaması yönünde değil – ki bu konuda yaygın bir görüş birliği var- onun “medikalize” edilip edilmemesinde tıkanıyor. Bell’in görüşü de ırk ayrımcılığı, zulüm (persecution) ve ırksal üstünlük duygu ve fikirlerine dayalı tahakkümün ciddi bir problem olduğu yönünde.
Başınızı ağrıttığımın farkındayım. Hep birlikte psikiyatri biliminin mücavir alanına girdik. Akademik ilgi alanım değil, bilgi alanım hiç değil; okuduklarımdan özetlediklerimi sundum sizin için.
Yabancı düşmanlığının yakın zamanda- Carl Bell’in de vurguladığı gibi- medikalize edilir mi edilmez mi, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’na girer mi girmez mi, psikiyatrik bir bozukluk mudur yoksa kültürel bir sorun mudur bu tartışmalar hakkında söz söylemem mümkün olmasa da arkama yaslana yaslana ve yüksek sesle “yabancı düşmanlığının günümüz Türkiye’sinde politik bir sorun olduğunu” iddia edebilirim. Özellikle ekonomik krizlerin ve işsizliğin yaygınlaşması ile birlikte “yabancı”ların, “göçmen”lerin yarattığı tedirginliğin çok kolayca politik malzeme haline getirilebildiğini görmekteyiz.
Almanya neo faşizminin temel sloganlarından biri olan Türkler Dışarı (Turken Raus) -ki 1981 yılında yine neo faşist bir müzik grubu tarafından ortaya atılmış- sloganı da orta sınıf Almanların ekonomik kaygılarını körükleyen yabancı düşmanı bir slogan olarak uzun yıllar -hâlâ- Alman siyasi tartışmaları içinde yer almıştı. Tıpkı Almanya’daki Türklerin Almanya’daki varlığının orta sınıf Almanlar’da yarattığı tedirginliği devşirmeye çalışan Alman neo faşistleri gibi günümüz Türkiye’sinde de Suriyelilerin -ve diğer- göçmenlerin- ülkede yaşamasının yarattığı ekonomik ve kültürel tedirginliği kendi acar partilerine destek olarak devşirmek isteyen faşist partiler boy göstermeye başladı.
Göçün bir sorun olduğunun altını çizmekle, göçmenlere karşı ayrımcı bir dil kullanmayı birbirinden ayırmamız gerekiyor. Faşizm, kullanmayı pek iyi becerdiği popülist dille, giderek artan göçmen sayısının yarattığı kültürel ve ekonomik tedirginlikleri mevcut ekonomik krize eklemleyebiliyor ve tüm bunlar etnik bir probleme dönüştürülebiliyor. Böylesi bir illüzyon, bu kitch-faşizan dile karşı bir argüman geliştirmeyi de zorlaştırıyor: Suriyelilere karşı geliştirilen ayrımcı dile karşı çıkmak bir anda mevcut ekonomik sorunları görememek, ülkede Türklerin azınlıkta kaldığını görememek, “entel dantel konuşmak” kisvesine büründürülebiliyor.
Faşizme inat, her zeminde “halkarın kardeşliğine” inanmayı sürdürmeliyiz. Faşizme inat göçmenlere değil, insanların göçe zorlanmasına, “yurt”larından edilmelerine karşı çıkmalıyız. Göçmene değil, göçmenliği mecbur kılan iktisadi ve uluslararası yapıyı dönüştürmek için mücadele etmeliyiz.
Faşizm tehlikelidir; seyahat eden iki otobüs arasında ayakta duran (duruyormuş gibi yapan) faşistler çok daha tehlikelidir.
Faşistleri gönderelim kediler yine bu memlekette kalsın
Keyifli pazarlar.