Değerli okuyucular, öncelikle sizden özür dileyerek yersiz bir köşe yazısını -bir kerelik de olsa- gündeminize taşıyacağım. Okursanız zamanınızı aldığım ve sabrınızı zorladığım için kusura bakmayın.
Konu Mehmet Metiner’in 25 Mart’ta Yeni Şafak’ta yayınlanan Külliye’deki toplantı üzerine yazdığı yazı.
Kendisi neredeyse haftanın her günü bir TV kanalında karşınızda. Ekseriyetle izlemediğinizi biliyorum. Zaten izleseydiniz televizyon kumandasına dokunup izlerdiniz kendisi de her gün farklı bir kanala gitme zahmetine katlanmazdı. Ama bu sefer bizi mazur görün. Kendisi belli ki çok içerlenmiş. Duygularına tercüman olacağız. Belki bir iki sorum da olabilir.
Yöntem olarak şöyle yapacağım: Kendi yazısına dokunmadan, olduğu gibi italik formatta yer vereceğim devamında ise hem sorumu soracağım hem de dikkat çekmek istediklerime yer vereceğim. Sabırlar diliyorum.
Başlık şu: Külliye’deki yemekli toplantı üzerine…
AK Parti genel merkezimizden 21 Mart Pazartesi akşamı Cumhurbaşkanımızın yemekli toplantısına katılım için arandığımda ilk aklıma gelen şey şu oldu: “2023 hazırlıkları için enikonu konuşacağız. Sorunlarımızı tartışacağız. Yeni döneme dair yol haritamızın belirlenmesi için fikir teatisinde bulunacağız.”
Muhtemelen kendisini kamu görevlisi olarak gördüğü için Külliye’ye çağrıldığını düşünüyor olmalı, yoksa AKP Genel Merkezi’nde toplantı için yeterince salon mevcut.
Ankara’ya gittiğimde öğrendim ki eski milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve il başkanlarının tümü çağrılmış toplantıya. Anladım ki o ilk aklıma gelen şey mümkün olmayacak.
Kendisini özel kişi olarak gördüğü için şaşkın! Anlaşılan eski vekil, belediye başkanı ve il başkanı dışında bir sıfatı kendine layık görüyor. Belki, ‘eski’ ‘kategori’sini henüz hazmedememiş.
Olsun. O ki Reis çağırmış, bize gitmek düşerdi. Benim için gerisinin bir önemi yoktu. Benim için diyorum ama partimiz ve davamız için elbette gerisinin önemi ziyadesiyle vardı. Zaten o yüzden işbu yazıyı kaleme alma ihtiyacı hissettim.
Reis emretmişse akan sular durur. Her şeyden öte ve önde bir ‘parti’ ve ‘dava’ mevzusu da var. Bunların yanında siyasi etik, hukuk, siyasi partiler kanunu bir teferruattan ibaret!
Ama öncesinde bir iki yanlışa dikkat çekmem gerekiyor.
İŞTE BİR KAÇ YANLIŞ
Lafı dolandırmadan belirteyim.
Biz de lafı dolandırmadan belirtelim: Bu tarz a Haber’in tarzı. Bu konuda mahirler. Psikolojik harp eleştirisi üzerine program yaparlar; programın sonunda psikolojik harbin kurbanı olduğunu ya fark edersin ya da etmezsin.
1- Evvela mekân seçimi yanlıştı. Bir siyasi parti toplantısının CB Külliyesinde yapılması doğru değil. Parti devleti algısı oluşturacak söz ve davranışlardan kaçınmak, herkesten önce bizim dikkat etmemiz gereken hususların başında gelmeli.
Herkesten önce derken başka kimler var? Ya da başkası mı yönetiyor? Herkesin söylediği ‘mekânın seçimi konusu’nun yanlış olduğu kabul ediliyor anlaşılan, gelişme olarak mı yorumlamak lazım? Ve bir soru daha: Söz konusu olan ‘Parti devleti algısı’ mı yoksa ‘devletin partisi olunma gerçeği’ mi?
Biz devlet yöneten bir partiyiz ama devletin partisi değiliz.
Sanki durum öyle değil, hepiniz ‘eski’ sıfatıyla oradasınız ve olmayanlarınız da var. Mekan da parti genel merkezi değil. Ayar verdiğiniz partinizin kurucusu, eski Meclis Başkanı, eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile aynı mekana getirtilmişsiniz.
Devlet sadece bizim devletimiz değildir; bu ülkede yaşayan herkesin devletidir.
Öyle olması gerekiyor. Ama buna inanıyorsanız bunu bir de yurttaşa sorun isterseniz.
Bu devlet, bir parti devleti değildir. CHP’nin parti devleti zihniyetiyle ve uygulamalarıyla vuruşa vuruşa gelen bir zihniyetin mensuplarıyız. Varlık sebebimizi gözden kaçırırsak yazık ederiz.
AKP’nin 20 yıl içinde iktidar olmak dışında kaç kez makas değiştirdiğini size biz anlatacak değiliz. Baştan itibaren devletin (Ankara’nın karanlık dehlizleri de diyebiliriz) ve uluslararası sermayenin partinizi dönüştürmek için yaptığı hamleleri yetkilileriniz de söylüyordu. Sadece bu konudaki yeteneklerini teslim etmiyorsunuz. Muhtemelen hikaye hâlâ para ediyor. A Haber örneğinden farkı yok hikayenin.
Külliye sadece AK Partililerin mekânı değildir; bütün vatandaşların mekânıdır. Cumhurbaşkanı, partili aidiyetine rağmen herkesin Cumhurbaşkanı’dır. Biz AK Parti olarak milletin her kesiminin partisiyiz.
Hukuk ve siyaset bunu gerektirir. Ama bu beyanlarınıza karşı olanlar öyle olmadığını hem bizzat yaşayarak görüyorlar hem de açık açık beyan ediyorlar. Soru şu, siz bunu şimdi niye söylüyorsunuz?
Herkesi kucaklamak ve her kesimi bütünleştirmek için yola çıkmış bir misyonun partisiyiz. “Biz birlikte Türkiye’yiz!” mottosu, vazgeçilemez ilkelerimizin başında geliyor. O yüzden bu devlete aidiyet bağını zayıflatacak “parti devleti” uygulamalarından vazgeçmek aynı zamanda kurucu anlayışımıza bağlılıkla da direkt alakalıdır.
Burada bir itiraf var. Devlet ile millet aynı yerde buluşmamış, hatta makas daha da açılmış. Milletin devlet ile aidiyet bağı hep sorunlu oldu. Sanki bağı gevşeyen, kopan ile sıkılaşan kesimler biraz yer değiştirdi, ne dersin?
Oturduğum yerden bir an düşündüm. Aynı mekânda CHP’nin toplantısı yapılıyor, ekranda izlerken ne hissederdim acaba? Doğrusunu söylemem gerekirse, bu görüntü karşısında devlete aidiyet duygum örselenirdi.
Burada sanırım milletin duygusuna tercüman oldunuz. Zira bunu başkası söyleseydi sizin gibi aynı muameleyi görme ihtimali çok düşüktü. Bu kar kışta bir de teşekkür borcu doğdu milletin.
Önerim o ki bundan sonra hiç değilse bu tür uygulamalardan vazgeçilmesidir.
Sayın Metiner sistemin çarkı öyle. Veya şöyle diyelim; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi buna imkan vermez. Boşuna milleti oyalamayın.
2- Külliye’ye çağrılan insanlar tanınan-bilinen insanlar. Bizzat CB çağırmış. O kadar çok x-ray cihazlarından geçirilmeleri doğru mu? Elbette yanlış. Devletin o bürokratik soğuk yüzünün en azından Cumhurbaşkanı’nın yakın dava arkadaşlarından uzak tutulması gerekmez miydi? Güvenilip çağrıldığınız bir yerde, üstelik Cumhurbaşkanı’nın “kendi eviniz” dediği bir yere girerken çok sayıda can sıkıcı cihazlardan geçmek, hiç de hoş olmadı.
Sanırım Metiner ilk defa cihazlardan geçiyor. Neyse ki yurttaş oralara gitmediği/girmediği için öyle bir sorunu yok. Kendisi alınmasın ama oralardaki cihazlardan geçmeden geçenler var ve hala da var. Sanırım konumunun farkında değil. Benden söylemesi, ilgililer bu tepkiye dikkat etmeliler. AKP’de her an bir ikinci Arınç Vakası yaşanabilir. Bu arada Metiner’in eli uzundur, kamu adına sadece yerleşim yerlerinde kamera olmayan alanın toplam alan içindeki payı nedir bir öğrenip bizi de bilgilendirse.
DEĞER VERMEK BİR GÜNE MAHSUS OLMAMALI
Biliyorum Reis’imiz vefalıdır. Arkadaşlarına çokça değer verir. Onların aklına da yüreğine de pek bir güvenir. Onların aklından yararlanmayı olmazsa olmaz önemde görür. Çok yoğun işleri dolayısıyla bu sıralar pek vakit bulamazsa da vakit bulduğu her an arkadaşlarıyla hemhal olmayı önemser. Telefonla bile olsa onların hatırını sormayı, aklına başvurmayı gerekli görür.
Çok tehlikeli bir söz. Ne demek değer vermek! Aslında durumun öyle olmadığını söylüyor. En azından kendisi aransa rahatlayacak, değerli olduğunu hissedecek ve bunları da yazmayacak.
Arkadaşlarına karşı bürokratik refleksleri yoktur. Onların acılarını kendi acısı, sevinçlerini kendi sevinci olarak görür. Onları araya hiç kimseyi koymadan doğrudan kendi cep telefonundan arar. Umarım dostlarını sekreterleri veya özel kalemleri aracılığıyla aramayı marifet bilen o zevat da bundan gerekli dersi çıkartır.
Bizzat aranmadığını söylüyor, çok kırgın. O ‘zevat’la kimi/kimleri kastettiğini açıklasa şikayet mi ediyor,yakınıyor mu yoksa hakaret mi ediyor onu anlayacağız.
REİS ŞİKÂYETLERİ DİNLEMELİ
Diyeceğim o ki Reis’in dava arkadaşları ve dostları bugünlerde pek bir şekvacılar. Reis’e ulaşamamaktan yana şikâyetçiler. Veya Reis’e ulaştırmak istedikleri mülahazalarını ulaştırma konusunda karşılaştıkları engeller dolayısıyla pek bir sitemkârlar. Benden iletmesi. Elçiye zeval olmaz. Bu sorun çözülmezse korkum o ki gönül kırıklıkları derinleşebilir. Ne yapıp edip bu sorunun giderilmesi için yeni ve etkili bir mekanizmanın hem parti genel merkezinde hem Külliye bünyesinde oluşturulması şart.
Sınırdadır ve düşmek üzeredir. Görüşlerine başvurulsaydı veya en azında bu toplantıda söz hakkı verilseydi konuşacaktı ve bunları anlatacaktı. Çırpınıyor, ezop dille Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ‘tek adam’ ile gitmediğini anlatmaya çalışıyor. Bahçeli’den zılgıt yemeye ramak kaldı. Gerçi zılgıt yese bunu da hanesine artı olarak yazıp üstüne yatar ya neyse!
Değerin bir güne mahsus olmadığının veya bir yemekle sınırlı olmadığının acilen gösterilmesi hayati öneme sahip diyorum.
‘Dava’ diye bir şeyin kalmadığını anlatmaya çalışıyor. Külliye’nin yemekli dinleme mekânı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Daha ne desin? Aslında ayar çektiği Arınç da bunu anlatmaya çalışıyordu! Maalesef diğerlerinin öyle bir şansı yok.
İSTİŞARE VE FİKİR TEATİSİ İÇİN ACİLEN YOL BULUNMALI
Bini aşan insan bir yemekte bir araya geliyor ama kalabalıktan çoğu birbirini göremeden birbiriyle konuşmaya dahi vakit bulamadan ayrılıyor. Yemek öncesi Reis çıkıp bir konuşma yapıyor, sonra yemek yeniyor ve yemek biter bitmez herkes dağılıyor. Hiç kimse bir tek kelam edemeden ve Reis’in elini dahi sıkmadan geldiği yere geri dönüyor.
Külliye ‘halkın’ olduğu için yemek oradan, yani beleş. Acaba yol ve konaklama kimden? Neden bu kısım eksik kalmış?
Bu böyle mi olmalıydı?
Yine haklısın Metiner, aynen, böyle olmamalıydı. Zaten biz de onu anlatmaya çalışıyoruz.
Kuşkusuz bu tür toplantılar da gerekli ve önemli. Eyvallah. Ama sadece bununla sınırlı kalırsa bu ciddi gönül kırıklıkları siyasi yıkıma dönüşebilir. O yüzden diyorum ki asıl başka yol ve yöntemlerle Cumhurbaşkanımız mutlaka ve vakit geçirmeden dava arkadaşlarının yeni dönem siyasetimize dair eleştirilerini ve önerilerini almalı.
Ağa bizimle eğleniyor. Yurttaş, en azından on yılı aşkındır durumun öyle olmadığını zaten biliyor. Hatta eski yol arkadaşları yollarını ayırdı, herkes biliyor, görüyor. Ama Metiner sanki görevmiş gibi Yeni Şafak okurlarına ‘operasyon’ çekmeye devam ediyor.
Bunun için önerilerim şunlar:
Bir: Dar gruplarla uzun vakitli formel olmayan toplantılar düzenlemek. Onlara içlerindeki her şeyi ifade edebilecekleri bir zaman ve mekân imkânı sağlamak.
İki: Belli zamanlarda Reis’in telefonla arkadaşlarını ve dostlarını araması, varsa onların şikâyetlerini ve taleplerini dinlemesi.
İddiam o ki gönüllerini kırdığımız veya hak ettikleri değeri vermediğimiz insanlarımızı derleyip toparlayabilirsek ilk günkü aşkla başarıya ulaşmamızın önünde hiç engel kalmaz.
HÂSIL-I KELAM
2023 seçimi siyasi hareketimizin bekası için hayati önemdedir.
Hiç birimizin kişisel ikbali ve itibarı davamızdan daha aziz değildir.
Her birimizin bir diğerine ihtiyacı vardır.
Birbirimize değer vererek birbirimizle bütünleşip yol yürümezsek birbirimize kaybettiririz.
Gün, enaniyet günü değildir. Kibir günü hiç değildir.
Gün, her birimizin hem bir diğerine karşı nefsini ayaklar altına alma günüdür, hem de birbirimizin nefsini aziz bilme günüdür.
Birbirimize karşı makamlarımızı ve unvanlarımızı üstünlük olarak gösterme günü hiç değildir.
O yüzden bu bilinç temelinde yeni bir yol haritasının belirlenmesi acil bir zorunluluk arz etmektedir..
Yarından tezi yok kendimize çekidüzen vermemiz şart.
Başarımız için gerekli olan istişare mekanizmalarını oluşturmamız farz.
Aksi takdirde dizimizi döveriz iş işten geçtikten sonra.
O yüzden dostça eleştirilerden ve önerilerden rahatsızlık duyanları kendimizden bilmemeliyiz. Bilelim ki asıl dostların acı sözleri bizi daha bir güçlendirir, vesselâm.
Değerli okuyucumuz, affınıza sığınarak bitiriyorum. Yoruldum, sizi de yormayayım. Önerilere bir şey demiyorum, kendi görüşleridir ne de olsa. Ama tespitlerine içeriden birisinin tespitleri olarak bakalım ve kıymet verelim. Yoksa bunları kime sorsanız size zaten söylerler.
Mesele yurttaşın bilmesi ise zaten yurttaş, ‘Tek Adam Rejimi’, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin memleketi getirdiği noktayı yaşayarak biliyor. Yoksa Metiner’in operasyonunu yiyecek değilsiniz. Yeni Şafak okurları da durumu gözden geçirse iyi olur derim.
Metiner bir önceki yazısında da -okuduğumu sanmayın, sadece bu iki yazısına baktım- bir hafta süren ve milyonların dahil olduğu Newroz kutlamalarında bugün kimin Dehak’ı kimin Kawa’yı temsil etiğini haykırmasına rağmen millete Kawa ve Dehak’ı tarif etmeye çalışmış. Kürtler bu hikâyeyi yer mi? Bildiğim kadarıyla yemez. En iyisi siz hikayeyi unutun bu yazılarında bir ortaoyunu sahnelerini izlediğinizi varsayın.