Türkiye siyasi tarihi açısından önemli bir dönemeçteyiz. Gerek NATO’nun yeniden sahneye çağrılması ve dünyadaki denklemin demokrasi-otokrasi ikileminde kurulmaya çalışılması gerekse de Türkiye’nin içteki siyasal sıkışmışlık, ekonomik kriz ve sosyal buhranı, güncele önemli vasfı kazandırıyor; içinde bulunduğumuz zamanı bir dönemeç olarak kuruyor. İktidar dönüşen küresel-bölgesel siyasallıkta kendi ajandasını halklara dayatabileceği pozisyonu almaya çalışırken, muhalefet ise siyasalın dönüşümüne gözlerini kapayarak seçime endeksli siyasi fukaralık yaşıyor.
Siyaseti siyasaldan ayırmak: Depolitize etmek
Siyaset dünyasının gündelik dilinde en çok kullanılan iki kavram siyasal ve siyasettir. Çoğu zaman birbirinin yerine geçen gündelik kullanımları olsa da bu iki kavram birbiriyle ilişkili ama aralarında kategorik farklar barındırır.
Chantal Mouffe’a göre siyasal kavramı antagonizmanın ontolojik boyutunu, siyaset kavramı ise insanlar arası örgütlenme pratikleri ve kurumsal bütünü içerir. Bu anlamıyla biri kurucu momenti, diğer düzenleyici momenti gösterir.
Siyasal ile siyaset mutlak belirlenimcilik ve/ya parça-bütün ilişkisine değil, bilakis karşılıklı etkilenim ve kurulan siyasalın dairesi içinde konumlanma ve hatta kimi zaman bu daireyi içeriden zorlayarak biçimini değiştirme ilişkisidir. Bu yönüyle siyasalın kurulumu ile siyaset arasındaki ilişki tek yönlü değil, çok yönlüdür. Siyaseti, kurulan siyasalın içerisinde konumlanan ve buradaki çeşitli kurum, strateji, taktik ve söylemsel tertibatlarla ortaya çıkan bir etkinlik olarak görmek mümkündür.
Bu çerçevede, apolitik olmak siyasalın kurucu fikrini özümsemek ve onla mesafeyi sıfırlamak ama siyasetin strateji, taktik ve söylemsel tertibatlarıyla araya tükenmez mesafeler koymak şeklinde ortaya çıkıyor. Depolitik olmak ise siyasalın kurucu fikrini ve bu fikrin değişim süreçlerini kritize etmeden siyaset diline ve taktiklerine sımsıkı sarılmak şeklinde beliriyor.
Apolitiklik siyasala ontolojik bağlılık ve siyasetin reddi, depolitiklik siyasala epistemolojik körlük ve siyasetin araçlarıyla bağlanma halleri olarak görünüyor. Bu haliyle politik aktör siyaseti siyasaldan ayrı düşünerek depolitize oluyor. Depolitize oldukça gelişmeleri tarihsel bir bağlama oturtma ve siyasal bir çerçeve içerisinde değerlendirme şansını yitiriyor.
Sistemin Gör Dediği
Bu kapsamda gerek NATO’nun sahneye geri çağrılması gerek demokrasi-otokrasi ikileminin başat çelişki haline getirilmek istenmesi gerekse de sınıflar bağlamında bir yeniden paylaşım meselesinin gündemde olması, yaşadığımız zaman aralığını siyasalın kurulduğu dönem olarak imliyor. Siyasal yeniden kurulurken, siyaset bu kurulumda kurum, strateji, taktik ve söylemsel tertibatlarla konum almanın biçimleriyle kendini gösteriyor. Bu konumlanmalar kimi zaman kurulanın içinde yer almaya dair mesajlar kimi zaman kurulanı etkileyerek dönüşüme uğratma amaçlı çıkışlar şeklinde ortaya çıkıyor.
Siyasalın yeniden kurulumunu kritize etmeyen politik aktörler, siyasetin reel izdüşümlerine sımsıkı sarılarak büyük yanılsama yaşıyor. Epistemolojik körlük, bu aktörleri siyasalın yeniden kurulumu kapsamındaki tarihi dönemeçlerde önünü görememe ihtimalini güçlendiriyor. Bugün içinde bulunduğumuz tarihi dönemeçte, muhalefetin hali tam da bu epistemolojik körlüktür.
Siyasalın küresel kurulumunun coğrafi etkilerinde belirleyici olmak isteyen iktidar, Kürt sorunu başta olmak üzere birçok başlıkta pozisyon alarak ve bu pozisyonunu pazarlık konusu ederek yeniden kurulan siyasalın siyasi-coğrafi-norma dair etkilerinde söz sahibi olmak istiyor. Bu kapsamda, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınması karşılığında pazarlığı yapılan başlıklardan tutalım Kürtçe’nin yasaklanmasına kadar son dönemdeki gelişmeler kadar bu birçok gelişme bu çerçeveye işlenmiş siyasi etkinlikler olarak duruyor.
Bu yönüyle, iktidar bloku ve/ya devlet aklının küresel çapta siyasalın yeniden kurulumunu gördüğünü ve buna göre pozisyon aldığını belirtebiliriz. Alınan pozisyonunun demokratik değerlerle ilişkisi veya başarı potansiyeli başka bir tartışmanın konusu olsa da Cumhuriyetin kurucu ötekisi olan Kürt halkının temel öteki olarak bir kez daha kodlandığı ve bunun tüm küresel güçlere kabul ettirilmek istendiği açık.
Bu tabloda muhalefetin, kurucu fikir üretiminden uzak kaldığını, siyasalın yeniden kurulduğunu görse de yetersiz yaklaştığını söylemek mümkün. Öte yandan Kürt sorunu başta olmak üzere iktidarın yaklaşımını teşhir etme ve alternatifi önerme hususunda bagajındaki ideolojik yüklere takıldığını ifade etmek yanlış olmasa gerek. Muhalefet, sistemin gör dediğine bakma konusundaki ısrarını sürdürerek Cumhuriyetin İkinci Yüzyılını da bir kriz rejimi olarak inşa etme niyetlerine destek oluyor.
Muhalefet, siyasalın yeniden kurulduğunu göz ardı ederek gündelik kaygılarla siyasetinin dilini oluşturuyor. Küresel açıdan yeni bir döneminde başladığı gerçeğini, seçimle yeni bir dönemin başlayacağı fikriyle endeksliyor. Yani siyasal olanı analiz edemeden siyasetinin çerçevelerini oluşturmaya çalışıyor. Böylece apolitik değil ama depolitik bir noktaya savruluyor. Depolitiklikle siyasal olandan uzaklaşıyor. Siyaseti, siyasal olanın çerçevelerinden bağımsız düşünerek kurucu fikir üretme potansiyelini yitiriyor.
Siyasal Kurulurken Siyasetin Rotası
İktidar ve muhalefet açısından hal böyleyken, Türkiye’de Üçüncü Yol felsefesine ve Demokratik Cumhuriyet iddiasına sahip olan HDP’nin küresel, bölgesel ve ulusal politik değerlendirmesini netleştirmesi, bu değerlendirmeye uygun strateji, taktik ve söylemsel tertibatlar geliştirmesi tarihi bir sorumluluktur.
“Yeni Dünya” kurulurken, Kürt sorunu ve demokratikleşme talebini birlikte dile getirmek, bu eksendeki siyaseti hem Türkiye’nin dört bir yanına hem de dünyadaki tartışmalara kendi sözüyle taşımak yarına ertelenemeyecek kadar önemli bir noktada duruyor.
Küresel ve bölgesel etkilerinin belirleyici olacağı siyasalın yeniden kurulumunda siyasetin rotası, kurucu siyasal fikri doğru analiz etmek ve buna uygun -güncele çok fazla saplanmadan- etkinlikler içerisinde olmaktır.
Bu dönemde Kürt sorununun reddine dair hamlelerin hızlanması, siyasalın kurulumundan bağımsız görmek ciddi bir politik öngörüsüzlük olacaktır. Bu kapsamda Kürt sorununun inkarını “Kürtlere Statü” talebi, Kürtçe’nin yasaklanmasını “Kürtçe’ye Anayasa Güvence” talebiyle karşılamak gerekiyor.