Hasan Kılıç
Türkiye siyasetinin içinde bulunduğu açmaz hem konjonktürel hem de yapısal sebep/sonuçlar üretmeye devam ediyor. Bu tespitten hareket eden önceki iki yazıda iktidar ve muhalefet bloklarının siyaseti okuma ve oluşan düğümleri Kürtlere yaklaşımları ölçüsünde değerlendirme amacı taşıyordu.
Bu yazıda HDP’nin Türkiye siyasetindeki sistemin ötekisi değil, “kurucu öteki” olarak oynadığı ve oynayabileceği rol üzerinde durmaya çalışacağız. Bu rolü etkili kılacak zaman-zemin aralığında olduğumuz kabulünden hareketle HDP’nin 27 Eylül’de açıklayacağını ilan ettiği deklarasyon üzerine tartışmaya çabalayacağız.
Bilindiği üzere, HDP politik Kürt nüfusun siyasal temsilcisi ve tabanı ile arasında liberal bakış açısının anlayamayacağı derin bağlar var. Nitekim tüm güvenlikçi politikalara rağmen HDP’nin yüzde on direnci sağlaması ve 31 Mart-23 Haziran 2019 yerel seçimlerinde yüzde on civarındaki oyu ile yüzde 90’lık bir kesime yeni kapılar açması, politik seçenekler yaratması bu bağların somut yansımaları oldu.
Kamusal tartışmalarda iki ayrı “HDP”
Devletin zor ve ideolojik aygıtlarının kıskacındaki HDP’yi bir de kamusal tartışmaların ortasındaki HDP olarak okuyabiliriz. Bu kamusal tartışmalarda HDP bir yandan kriminalize edilmeye çalışılırken diğer yanda ise çok sayıda siyasal tarafa çekilmeye çalışılıyor. Yani bir kesim tarafından Kürt Milliyetçisi olmakla, diğer kesim tarafından olmamakla itham ediliyor. Bir kesim HDP’yi AKP ile yakınlaşma ihtimali üzerinden sınıyor diğer bir kesim ise CHP’nin çözümsüzlükte ısrarının faturasını HDP’ye çıkarmaya çalışıyor. Tüm bu kamusal tartışma içerisindeki HDP farklı şekillerde görünürleştirilirken siyasetin esnekliği ve/veya ironisi burada HDP’nin kimi zaman zıt konumlarda yerleştirilmesi şeklinde vücut buluyor.
Kuşkusuz ki bu tartışmalar HDP’nin gündelik siyasal tercihlerini etkiliyor. Kimi zaman “Kürde kaçan, kimi zaman Kürt’ten kaçan” bir denklem arasında gidiş- gelişler oluyor. Buradan kaynaklanan eklektik görüntüler, kamusal tartışmada yüz dönülen kesimlerin kaygılarına fazla kulak kabartmanın sonuçları oluyor. Buna rağmen gerek parti-ideoloji-taban gerekse de değişim gücüne olan inanç söz konusu görüntülerin siyasal skandal derecesine varmamasını sağlıyor. Böylece belli bir yerleşiklik sağlanıyor. Fakat her yerleşiklik gibi bu da belli bir konfor alanı yaratması itibariyle çeşitli riskleri barındırıyor. Misal ileriye gid(e)memek, üçüncü taraf ol(a)mamak, değişim gücü olduğuna dair inançta resesyon yaşamak gibi…
Politik olanın özgün niteliği ve HDP
Politikanın öngörülemez ve hesap edilemezliği ile birlikte tehlike ve fırsatları barındıran niteliği tarihi bir dönüm noktasında en çok da HDP için zeminler sunuyor. Söz konusu yerleşiklik duygusu bir tür asabiyet ile beslenir ve siyasal bir hareket olarak köklerinde yatan mücadele birikimi her daim yeniden bilince çıkarılırsa konfor başta olmak üzere çok sayıda politik tehlikeden uzaklaşma, fırsatları gerçeklere dönüştürme eşiği aşılabilir.
Nitekim HDP’nin gerek yaz aylarındaki saha çalışmaları gerekse de 31 Mart’taki dönüşüm stratejisini tekrar yorumlama ve uyarlama niyeti Türkiye’deki siyasetin düğümünü çözebilir. Bu kapsamda HDP’nin 27 Eylül 2021 tarihinde açıklayacağını ilan ettiği deklarasyon hem HDP’nin karşı karşıya bulunduğu politik tehlikelere karşı tutumunu hem de Türkiye siyasetinin yaşadığı düğümü çözme iradesini birlikte taşıyacak. Bu yönüyle deklarasyonu iki boyutlu okumak geleceği öngörebilmek açısından oldukça değerli. Çünkü HDP hem siyasetle olan imtihanında hem de siyaset imtihanında “kurucu öteki” rolüyle kurucu fikirlerin adresi konumunda.
Deklarasyon: Zaman ile zeminin örtüşmesi
27 Eylül’de kurucu rol ve kurucu fikir deklarasyon ile ete kemiğe bürünecek. Elbette siyaset öznelerin tarihi, olağanüstülük hissi yaratma tarihidir. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve sansasyonun alıcısının çoğalması ile “deklarasyon” tarzı siyasette daha çok başvurulan bir yöntem haline geldi. Bu durumun oluşturduğu handikaplar, halkın “deklarasyon açıklama” ilanlarına karşı temkinli bir beklenti durumuna geçmesine neden oldu/oluyor. Ve aradan geçen sayısız ilan ve deklarasyonla birlikte anlaşıldı ki, bir deklarasyon tek başına anlam taşımıyor.
Herhangi bir deklarasyonu anlamlı hale getirecek ve etkisini büyütecek zemin, siyasal iklimdeki tıkanıklıkların yaşandığı bir dönemde ortaya çıkması ve tıkanıklıkları aşma hünerini göstermesidir. Yani zaman ile zeminin örtüşmesini sağlayacak öznenin doğru bir tutumla öne doğru adım atmasıdır.
Eğer bugün ekonomik açıdan krizlerin sürdürülmesinin dahi mümkün olmadığı, siyasal olanın giderek kültürel-etnik-egemenlik denkleminde kaybolduğu, sosyal olanın dışlandığı bir tür düğümler zincirinin içinde isek deklarasyon, bir reklam ve tanıtım, bir siyasal iletişim tekniği olmaktan çıkar ve gerçek anlamını bulur.
Türkiye’de söz konusu düğümler zincirinin her açıdan içinde yaşıyor. HDP tam da böyle önemli bir süreçte zaman ile zemini birleştirecek bir ilanın çağrısını yapıyor. Bu açıdan 27 Eylül’de açıklanacak deklarasyon, siyasal açıdan gerçek bir Deklarasyon olacak. Deklarasyonun düğümleri çözme kapasitesini de başta HDP’nin deklarasyondaki siyasi aklının ölçüsü ve diğer siyasi aktörlerin deklarasyona karşı tutumu belirleyecek.
Bu açıdan denebilir ki, Türkiye siyasetindeki düğümlerin çözülmesi için HDP bir fırsattır. Zaman ile zeminin örtüştüğü noktada ortaya çıkmak ve ahlaki-politik bir çıkışın öznesi olmak HDP için bir fırsattır.
Türkiye ve Ortadoğu halklarının geleceğinin belirleneceği bu zaman dilimi, bir deklarasyon için zemini sunarken HDP’nin 27 Eylül’deki tutumu her birimizi ve gelecek kuşakları ilgilendiren bir siyasal olaya tekabül ediyor.