Hakan Yurdanur
Uygarlığın sermaye biçimindeki var oluşu ile birlikte önce felsefe ile bilim arasında ki bağlar koparıldı. Bu ileride atılacak yıkıcı adımların ilki ve en önemlisiydi. Böylece bilimin sadece bilgi edinme etkinliği olarak yaşamasına izin verilirken onun eylem yani değiştirme biçimi öldürülecekti. Bu aynı zamanda gerçeğin ve olup biten hakikatin önüne büyük engeller koymak demekti. Direnişin gerçek bilgiye ulaşmadaki rolü yok edilmeye çalışılıyordu.
Atılan ikinci adımda söylem evrensellik mertebesine yükseltilip pazarlanıyor böylece sınıflı toplumlarda sınırların kalktığı ima ediliyordu. Hemen ardından büyük bir kopuş daha gerçekleşti: Sosyal bilimler ile doğa bilimleri ayrıldı.
Bu kopuş insanın toplumsal ve tarihsel var oluşunun temel çelişkilerinden biri, belki de en önemlisi olan üretim ve sömürü ilişkileri arasındaki birebir bağlantıyı da koparmak ve ayırmak üzere planlanmıştı.
Kopuşlar sol – sosyalist hareketlerin teori ve pratiklerinde de kendini gösterdi. Politik, ideolojik alanın dil üzerinden inşası ya da ekonomi merkezli katı merkeziyetçi anlayışlar vd…
Sosyal bilimler bu ayrışma ve kopuş biçimleri karşısında ki bölünmelerine hız kesmeden devam etti. Önce kendi içinde küçük bölümlere daha sonra daha alt bölümlere ve hatta daha daha alt bölümlere ayrışarak yol aldı. Bu ayrışmalar ve parçalanmalar öznelerini yaratmakta gecikmedi. Önce uzmanlaştılar ardından profesyonellik payesi kazandılar. Hemen hemen her televizyon kanalına (yada toplantı ve panele) çıkıp hiçbir şey söylememek için her şeyi söylediler… Sol – sosyalist cenahta da bu konuda pek değişim sergilenmedi. Aynı isimler hemen her yerde boy gösterip aynı şeyleri, farklı şeyler söylüyoruz şarkısı eşliğinde dinleyicileri ile paylaştılar. Ne yazık ki bugün de değişen pek bir şey yok. Nereye bakarsanız bakın aynı başrol oyuncuları sahnede…
Uzmanlaşma – profesyonelleşme – memurlaşma , arasında çok sıkı bağların olduğunu hatırlatalım. O nedenle nerede bu kendinden menkul, her şeyi bilen uzmanlar ile karşılaşırsanız bir kez daha düşünün derim.
Felsefenin bilimden koparılması ile başlayan süreç zaman içinde “iyi ve güzel“ olanın gerçek ve görünen olanla buluşmasını da engelledi. Böylece iyi olan ile olmayan, gerçek olan ile olmayan arasındaki net ayrımlar da grileşti, silikleşti. Bu aynı zamanda insanı tutsak eden ilişkilerin anlaşılmasını, bilince çıkarılmasını, eyleme dönüştürülerek bunlardan kurtulunmasını frenleyici etki yaptı.
Sosyal bilimlerin doğa bilimlerinden kopuşunda ve parçalara ayrılışında kavram kaymalarının da önemi büyük. Olan gerçeği gizleyen yada olmayanı icat eden kavramlar bilinç ve eylem bulanıklığı yaratacaktı. Bu bulanıklıklar ne ilginçtir ki bilim kisvesi adı altında sunuldu. Amaçla araç yer değiştirdikçe bulanık görme derecesi yükseldi. Yağmur damlasının yere düşmek gibi bir niyeti yok ama bu niyet insan zihnine yüklenirse pek ala inandırıcı hale getirilebiliyor. Yürümemiz için ayağımızın olduğunu söyleyen bakış ile ayağımız olduğu için yürüdüğümüzü söyleyen bakış bizimde nereden baktığımızı belirler niteliktedir.
Kavramın kimin elinde ve kime karşı kullanılıyor oluşu da büyük öneme sahip. Kedi kavramı miyavlamaz ama bu kimin tekelinde olduğu ile de yakından bağlantılıdır.
Kopmalar insan eyleminin anlaşılmasının önünde de sorunlar yarattı. Bütünü görmek ve sonuçları hakkında analiz yapma yeteneği dumura uğradı. Bir önemli ayrım daha kapıda hazır bekliyordu. İçeri girmesi zaman almadı. Bilimsel çaba ile bu çabanın sonuçları arasındaki “etik” kaygılarda yok oldu. Bilimsel çaba ve onun aktörleri modern zamanların teknolojik harikalarını iktidar için geliştirirken, insana ve doğaya yapılan saldırılar karşısında susmayı, görmemeyi, duymamayı tercih edeceklerdi.
Diğer taraftan doğa ve sosyal bilimler arasındaki ayrışmayı tersine çevirmek isteyen yaklaşımlar da vardı. Doğanın işleyiş yasaları ile düşüncenin hareket yasaları arasında kurulması düşünülen birebir ilişkiler üzerinden yansımalar üretilirken, pozitivist kaymalarda su yüzüne çıkacaktı.
Felsefe – bilim , doğa – sosyal kopmaları kapitalizmin egemenliğini arttırmasıyla yabancılaşmayı da derinleştirdi. Yemek üreten fabrikada çalışıp evine aç dönen insan bu derinleşmenin ürünüydü. Bu aynı zamanda ürettiğine sahip olamamak, üretim ile ihtiyaç arasındaki bağın da kopması demekti.
İlginç olan bir durum var. O da, modern bilimin tarihi ile kapitalizmin insan ve doğa üzerinde sömürüye, yağma ve talana başlama tarihlerinin denk gelmesi ! Modernitenin yarattığı bu uygarlık hep batı uygarlığı olarak adlandırılıyor. Siz hiç buna kapitalist uygarlık dendiğini duydunuz mu ? Kapitalist sistemde çevre – az gelişmiş bir ülkenin, merkez – gelişmiş bir ülkeyi bilimsel vd. yollarla yakalayıp geçme şansı yoktur. Bu kapitalizmin işleyiş yasalarına ters bir durumdur. İşte o nedenle uygarlık sözünün önüne kapitalizm konmaz, konamaz !
Sosyal bilimler içinde tarihin, tarihin sonunu ilan ettiği, en mükemmel zamanlarda yaşadığımız nakaratını tekrarladığı, iktisadın sistemi kurtarmak için bilimsel oyunlar oynadığı bir süreçte kopmalar elbette saydıklarımız ile sınırlı ve sonlu olmayacaktır.
Başladığımız gibi bitirelim. Koparılmaların asıl amacı çözümün insan iradesi, örgütlü müdahalesi dahilinde olduğunun önce gizlenmesi sonra yok sayılmasıdır. Oysa “ Minerva’nın baykuşunun “ havalanması hem bilginin hem de bedenin ayaklanması anlamına gelecektir.