Cuma Daş
Sıkı bir çevreci ve hayvan dostu olduğunu söylemek, birkaç yoğun duygusal aşk şarkısı, içine toplumcu gerçekçi cümleler serpiştirilmiş birkaç beste yapmak, insan hak ve özgürlükleri savunucusu ve cevval bir yurtsever görüntüsü vermek… Bütün bunlar kulağa hoş gelse de, gerçek olsa da günün sonunda ırkçılık duvarına tosladığında bir dakikada tuzla buz olabiliyor.
Leman Sam’ın büründüğü bu kimlikler parıltılı ve aydınlık gibi gelse de tosladığı, aşamadığı o ırkçılık duvarı o kadar yüksek ki o parıltının ve aydınlığın ışığı dışarıya yansımıyor. Siz onun böyle biri olduğuna inanmak istemedikçe yeni sürprizlerle çıkıveriyor karşınıza. Ya dini bir günde, uygulanan ritüelleri küçümserken görüyorsunuz, ya da ‘vatan elden gidiyor’ diye feveran ederken.
Her seferinde değişik ve üstten bir bakışla çıkıyor hayat sahnesine. Son olarak da Araplarla ilgili kullandığı ifadelerle boy gösteriyor. Ülkedeki mültecilerden rahatsızlığını şu sözlerle dile getiriyor: “Yıllar önce bu soysuz Araplara tepkili olduğum içi uzun süreli lince maruz kalmıştım, şimdi herkes ne mal olduklarını anladı. Daha bunlar iyi günler, ekmeğe ortak yakında toprağa da ortak olacaklar. Bıçaklamalar, tecavüzler, sonu yağmadır bunun. Hiç şikayet etmeyin, göz göre göre geldi”
Öyle ucuz, öyle anlamsız bir paranoya ki, “ekmeğimizi aldılar, sıra toprağımızda” paranoyası. Her gün mültecilerin iş yerlerine saldırıp yağmayan, onları uykuda yakan, bıçaklayan güruhtan farkı olmayan bir bakış.
Leman Sam’ın gerçekten mültecilerden mi rahatsız olması gerekiyor yoksa sebep oldukları halde doğru düzgün bir çözüm politikası geliştirmeyen müsebbipler mi? Soruyoruz bunu, çok sevgili vatansever, hayvansever, doğasever ve insansever sanatçımıza, bu kadar kolay mı bir topluma, bir halka, bir gruba hakaretler etmek, nefretle söz etmek?
Daha farklı yollar denese nasıl olur mesela Leman Sam? Bir sanatçı gibi mesela. Penceresinin perdesini havalandıran rüzgara karşı otursa bir gün ve ‘soysuz’ dediği insanların yaşadığı coğrafyaya konan masada en önce gözden çıkarılanlar olduğunu anlatan bir beste yapsa. Nefretle baktığı o insanların burada olma sebebinin bir sonuç olduğunu anlatan bir şiir yazsa. İstihkakından aldıklarını düşündüğü o insanların daha önce de bir hayatlarının olduğu ve mal değil insan olduklarını anlatan bir resim çizse. Hasılı kelam Leman Sam bütün bunları yapabilir ama o en kolay olanı seçiyor; ötekileştirmeyi, hedef göstermeyi, hakaret etmeyi seçiyor. Sanatçı olmanın, aydın olmanın bunlardan da önemlisi insan olmanın bu olmadığını biliyor aslında, sadece cesaret edemiyor.
İşin en can alıcı kısmına gelince, yani ‘soy’ meselesine. Leman Sam’ın Araplara olan kini ve nefreti yeni değil, aslına bakarsanız ırkçılığı da yeni değil daha önce de buna benzer açıklamaları olmuş. Leman Sam’ın soysuz deyip aşağıladığı Arap halkının da Sam’a bir çift sözü olacaktır muhtemelen. Zira soyadı Arapça Leman Sam’ın. Kim bilir, belki kısa sürede soyadını değiştirir. Ya da Araplar kalkıp, bizim dilimizde olan bir kelimeyi soyadın olarak kullanamazsın dese nasıl olur? Kendi soyunun nereden geldiğini, bu topraklara nerelerden geldiğini sorsalar ne der Leman Sam.