Tahran’da Putin, Erdoğan ve Reisi arasında gerçekleşen zirvenin perde arkası sahaya yansımaya başladı. Erdoğan zirveye Kuzey ve Doğu Suriye’ye yeni işgal saldırısının onayını almak için gitmiş ancak umduğunu bulamamıştı. Burada istediğini alamayan Erdoğan aynı ajandayla Soçi’de Putin ile bir araya geldi. Daha doğru tabirle Erdoğan iki zirveden de ciddi tavizler vererek döndü. Ancak esas olan yine Tahran zirvesinin sonuçları oldu. Zirveden itibaren perde arkasına ilişkin açığa çıkan ipuçlarına bakalım.
Soçi görüşmesinin ardından Rusya devlet basını Erdoğan-Esad görüşmesini gündeme taşıdı. Kuşkusuz bu öylesine ortaya atılan bir iddia değildir. Reel politikanın dayattığı ve Erdoğan’ın da daha fazla kaçamayacağı mukadderatı. Daha önemlisi Tahran zirvesinde asıl tartışılan konudur. Nitekim Erdoğan’ın Soçi sürecine katılmasının birinci şartıydı. Yani söz verilen ancak şimdiye kadar ayak diretilerek yerine getirilmeyen bir taahhüt. Süreç başladığında Erdoğan birçok söyleminden geri vites yapmış ve Suriye’nin siyasi egemenliği ve toprak bütünlüğüne bağlı olduğunu deklere etmişti.
Tahran zirvesinde bu söz ve devamında defaatle Suriye ve ülkede bulunan Rusya ve İran ile bir sorunun olmadığını dair açıklamaları önüne konuldu. Elbette gereğinin yerine getirilmesi de istendi. Zirvede Erdoğan’ın yeni bir operasyon yapmasından ziyade Kürt topraklarının nasıl Esad rejimine devredileceği tartışıldı. Rusya ve İran’ın bu konuda Türkiye’den istediği uzun süredir belli. İki ülke Türkiye’ye piyade rolü biçiyor. Sürekli Kürtlere saldırarak Esad rejimine muhtaç hale getirmesidir. Nitekim Tahran zirvesinin hemen ardında Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik hava saldırıları yoğunlaştı.
Son saldırıların diğerlerinden bir farkı var. Direk sivil yerleşim birimleri ve sivil halk hedef alınıyor. Böylece halkları bezdirmeye çalışıyorlar. Saldırılarla Özerk Yönetim ve halklar karşı karşıya getirilmesi de diğer bir hedeftir. Putin ve Reisi için bir taşla iki kuş vurmak anlamına gelen bu politikaya Erdoğan’ın eli mahkum. Kürt düşmanlığının kendisini hem içerde hem dışarda getirdiği düzey herkese karşı taviz vermek ve yardım istemektir.
Elbette Erdoğan’ın eli mahkûm olduğu konu sadece bu değil. Katil olarak nitelendirdiği Esad ile resmi ilişkileri başlatması da dâhildir. Bu konuda Erdoğan’ın manevraları meşhurdur. En son olarak bir ay önce katil dediği Suudi Arabistan Kralı Salman’ı ziyaret etmiştir. Dolayısıyla yarın “ansızın” Esad ile görüşmesi beklenmeyen bir durum değildir. Bunun zamanı da çok uzun sürmez. Seçim süreci yaklaştıkça Erdoğan Kürtlere karşı saldırılarla geçici bir zafer elde etmek için Esad’ın kapısını çalması kuvvetle muhtemeldir.
Erdoğan’ın önüne konulan diğer bir ev ödevi ise şimdiye kadar beslediği çeteleri bir hal yolunu bularak etkisiz hale getirmesidir. Bunun da hazırlığı bir süre önce başlatılmıştı. İki ay önce Türkiye’nin de terör örgütü olarak kabul ettiği Heyet Tahrir eş Şam isimli El Kaide tandanslı örgüt kısa sürede diğer çete gruplarına karşı operasyon başlatmıştı. Türkiye’nin koruması altında olan çete grupları kısa sürede mevzileri HTŞ’ye devretmişti. HTŞ, Erdoğan’ın koruma sözü vermediği bir grup. Diğer çete gruplarını süpürmesine izin verilmesinin sebebi Kürtlerle sınır hatlarına taşınmasıydı.
Bu adımla HTŞ’nin Kürtlerle savaşması planlandı. Böylece HTŞ ve Kürtler birbiriyle savaşarak zayıflayacak ve Rusya ve İran destekli Şam rejiminin önü açılacaktı. Bu aynı zamanda Erdoğan’ın çete kokteylini bitirme stratejisidir. Önümüzdeki dönemde HTŞ’nin bu çetelerin elindeki toprakları kontrol etmesi yüksek ihtimaldir. Rusya havadan İran ve rejim güçleri de karadan buraları HTŞ’den temizleyecektir. Ya imha olacaklar ya da Türkiye’ye kaçacaklardır. Erdoğan’ın bu çeteleri taşıyabileceği ve kullanacağı alanlar da neredeyse tükendi. Kürtlere karşı savaştırılmak üzere maaşa bağlanan bu çetelerin en belirgin özellikleri talancı, gaspçı, ganimetçi ve tecavüzcü olmalarıdır. Doların yükselmesine karşı maaşlarının arttırılmamasına öfkelenen çete grupları aylardır bir yandan birbiriyle çatışıyor öte yandan Erdoğan’a öfke kusuyorlar.
Gasp ve talana alıştırıldıklarından alamadıkları maaşlarına karşı halkın mallarına el koyuyor, masum insanları kaçırarak ailelerinden fidye istiyorlar. Kötülük kaynağı haline getiren bu suç makinalarından binlercesinin Türkiye’ye kaçması ya da mecburi olarak kabul edilmesi Kürt düşmanının kaybettiren yeni bir sonucu olarak Türkiye gündemindeki yerini alacaktır. Osmanlıcılık hayalinin Türkiye ve Orta Doğu halklarının başına açtığı belalar maalesef bununla da bitmeyecek. Zira çöküş halinde olan AKP-MHP iktidarının kaçacak yeri kalmadı. Kürtlere saldırarak çıkış aramakta ısrarlı.
Seçim süreci yaklaştıkça Erdoğan sıkışmışlığına paralel olarak Kürtlere saldırılarını da arttıracaktır. Rusya ve İran’ın tetikçiliğini yaparak Kürtlerin Şam karşısında elinin zayıflaması için sivilleri vurmayı sürdürecek. Yer yer karadan saldırılar yapacaktır. Rusya ve İran’ın bu konuda itirazı olmaz aksine Kürtleri bezdiren her hamle Rusya ve İran’ın tercihi hatta Tahran’da imza altına alınan planlamasıdır. Yine çeteleri etkisiz hale getirme ve buraları da rejime teslim etme sürecinde Rusya ve İran birçok alanda Erdoğan’ın içerde elini güçlendiren ve sahada nefes almasını sağlayacak geçici başarılar bahşedeceklerdir.
Aynı şekilde Ukrayna meselesi ve başka dosyalarda da Putin’in Erdoğan’a ihtiyacı var. Türkiye’nin mevcut pozisyonu Rusya’nın Batı yaptırımlarını aşmada nefes borusu mahiyetindedir. İktidarda kalması için sadece Kürtlere karşı saldırılarda yeşil ışık yapmakla kalmaz içerde elini güçlendirecek başka araçları da tedavüle koyacaktır. Bu yönüyle önümüzde çok önemli ve kritik bir süreç vardır. Kürtler için varlık ve yokluk mahiyetindeyken Türkiye halkları için AKP-MHP iktidarından kurtulma ya da sonu belirsiz bir süre için bu iktidarın tasallutu altında kalma anlamına geliyor.
Kürt halkının birçok cephede AKP-MHP iktidarına karşı yürüttüğü mücadele yedi yılın sonunda önemli sonuçlar elde etti. Erdoğan’ı ahkam kestiği herkese muhtaç hale getirdi. Şimdi Erdoğan buna karşı Kürtleri Şam rejimine muhtaç hale getirmeyi görev edinmiş. Ancak zaman AKP-MHP iktidarının aleyhine; Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye ve Orta Doğu halklarının lehine işliyor. Bu kritik süreçte direniş büyütüldükçe AKP-MHP iktidarının çöküşü garantidir. Ancak mücadelenin sadece toplumun bir kesimine bırakılması halkları büyük bir karanlığa sürükleyecektir. Bu karanlığa dur demek ve kısa sürede son vermek mümkün. Bunun yolu da Türkiye halklarının Kürtlerle direnişi büyütmesidir. Gerisi zifiri karanlıktır.