Bahadır Altan
Tezkere tartışmalarından önceki günlerde yapay bir gündemle, silahlanma ve savaşı normalleştiren tartışmalar yapılıyordu. Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasından bu yana konuşulan alternatif savaş uçağı tartışmaları, yeniden kısır ve çoğunluk eski asker aklıyla sürdürüldü. Ekranlarda kendini “uzman” ilan edenlerden, F-35’in, S-400’ün, Su-57’nin özellikleri, ABD’ye yatırılan 1.4 milyar doların geri alınması, bu paranın F-16’ların modernizasyonunda kullanılması üzerine nutuklar atıldı. Rusya’dan uçak almanın NATO sistemine göre şekillenmiş savunma konseptini değiştirmenin ülkeye getireceği maliyetten söz ettiler uzun uzun. Ekrandaki duvar haritası üzerinde elindeki değnekle Irak ve Suriye üzerinde Türkiye’nin ihlal ve işgal ettiği sınırları göstererek, her gün asker cenazeleri gelen bu bölgelerden “bizim kontrolümüz altında!” diye söz edip böbürlenen “gazeteciler”, kafaları Yunan ve Kürt düşmanlığında sıkışmış emekli askerler büyük bir çabayla gerçekleri gizleme gayretindelerdi.
Yıllardır silahlanma ve savaş dışında başka hiçbir seçenek yokmuş izlenimi yaratmak için göz göre göre halka yalan söyleniyor. Böylece barış içinde yaşanan iyi komşuluk ilişkileri gibi bir seçeneğin varlığını akıllardan uzak tutacaklar! Maazallah bir arkamızı dönsek Yunanistan İzmir’e asker çıkaracak, Kürtler ve Suriye halkları, bırakın ülkeyi karpuz gibi bölmeyi, ellerinde keleşlerle Ankara kapılarına dayanacak!
İktidarın ABD ile Rusya arasında çaresizce pazarlık kızıştırma çabası “uzmanların” çenesini epeyce yordu. Konuşulan milletin parasıydı ama millet, bu tartışmalardan bir şey anlamadı elbet. Zaten amaç da konuyu anlaşılır kılmak değil, toplumu savaşın ve silahlanmanın ne kadar da gerekli bir şey olduğuna inandırmaktı. Amaçlarına da ulaştılar: Tezkerenin 2 yıl daha uzatılması oylamasında, HDP savaş karşıtı tutarlılığını sürdürürken, Millet İttifakı’nın “has milliyetçi” ortağı İyi Parti “Evet”, CHP ise aynı milliyetçi gerekçelerle “Hayır” dedi!
Öyle çok derin siyasi ve askeri analizlere girmeye hiç gerek yok, problem son derece basittir. Bütün bu gerginlik ve savaş ortamını üreten ve savaş uçaklarına servetler yatırtan şey, milliyetçi, saldırgan devlet politikalarıdır. Milliyetçiliği karşılıklı olarak kışkırtan, varlığını buna bağlamış ırkçılardan bir türlü kurtulamıyoruz ne yazık ki…
Ege Adalarının Yunanistan’da kalmasını hazmedemeyen, sürekli geri almaktan söz eden, çıkartma gemileriyle, uçaklarla bunun provalarını, tatbikatlarını yapan bir komşunuz varsa ne yaparsınız? Yunanistan’a gelirinin önemli bir kısmını savunma harcamalarına ayırtan, savaş uçakları, savunma sistemleri satın aldıran, adaları silahlandıran, karasularını 12 mile çıkartmaya çalıştıran şey Türkiye’nin saldırı tehdidi değil midir? Bunları Ege üzerinde defalarca it dalaşına girmiş, zaman zaman yem olarak kıta Yunanistan’ına kadar özellikle yönlendirilmiş eski bir savaş pilotu olarak çok net gözlediğimi söyleyebilirim. AKP’nin özellikle son 6 yılında ve iktidarını gerginlik üzerine oturtup sürdüren Erdoğan’ın tek adam rejimiyle bu çizgi tavan yapmıştır. Oysa Ege ve Doğu Akdeniz’in dostça, adilce paylaşıldığı bir barış denizi haline gelmesi mümkün. Geçmişte bunun için çaba sarf edenlerin epeyce yol aldığı bir zemin de var üstelik, ama bundan söz edilmesini bile engellemek istiyorlar.
Aynı şekilde Kürtlerin varlığını, dilini reddeden, asimilasyona ve şiddete dayalı devlet çizgisi değil midir her şeyi başlatan? Faşist Cunta lideri Kenan Evren’in “Kürt diye bir şey yoktur, karda kart kurt diye yürüyen Dağ Türkleridir!” sözü kulaklarımızdan silinmedi henüz. Kendi yarattığı “terör” bahanesiyle komşusuna ait toprakları “kontrol etmeye” çalışan, oradaki çelişkilerden yararlanıp cihatçı çetelerle iş birliği yapan ve şimdi çıkmaz sokakta sıkışan kimdir? Bu sorunu demokratik yollarla çözmeye kararlı, Musul’da, Kerkük’te, Rojava’da gerçekten gözü olmayan, Yeni Osmanlı hayalleri yerine barış ve huzur peşinde bir iktidar, komşu ülke topraklarına asker gönderme ihtiyacı duyar mı?
IŞİD’in katliamlarından ve Esad’ın kölesi olmaktan kurtulmak dışında bir derdi olmayan Rojava’nın, Türkiye’ye yönelik hiçbir tehdit oluşturmadığı açıktır. Ancak ürettiği İHA, SİHA ve diğer savaş makinalarını pazarlayabilmek için savaşa ihtiyaç duyanları görmek o kadar zor değil. Komşularınızı, Yunanlıları, Ermenileri, Kürtleri sevmeyebilirsiniz. Düşman olarak da görebilirsiniz ama barış içinde yaşamak mümkün. Zaten barış dostla yapılmaz ki, geçmişte savaştığınız ülkelerle barış antlaşmaları imzalarsınız değil mi?
Ekonomik çöküşlerin kaynağı silahlanmaya, savaşa harcanan paraların bölgedeki bütün ülkelerde, halkların ihtiyaçlarına ayrılması durumunda neler olabileceğinin düşünülmesini bile istemiyorlar. Ekranlardaki borazanlarının yaptıkları bir sürü karmaşık “stratejik”, “teknik analizlerin” tümü barış olduğunda çöpten ibarettir. Konu son derece basit ve nettir. O yüzden barıştan söz edenleri terörist ilan etmek, bunu yüksek sesle haykıranları kodese tıkmak zorundalar…
İktidarın bu tavrını besleyen ortam toplumun büyük çoğunluğunun, sanki geçmişte barış gerçek anlamda denenmiş gibi “savaşa hazır olmayan, barışı koruyamaz” sözüne inandırılmasıdır. Ekranlardaki emekli askerlerin, sözde gazetecilerin asıl görevi de budur zaten. Barıştan bahsedenleri en azından “hayalci” bulur, hatta daha çok, “dış mihraklara” hizmet ettiğini söylerler. Oysa asıl dış mihraklara çalışmak, yıllardır yapıldığı gibi, ürettiğimiz ne varsa her şeyi silah tekellerine yatırmaktır. “Yerli” adı altında ürettiklerinizi de dünya halklarının birbirlerini kırmaları için satmanın ve küçük tekeller olmaya çalışmanın vebali de cabası.
İnsanlık, uzun vadede, eğer daha önce kapitalizm dünyanın sonunu getirmezse, sınırların ortadan kalktığı, barış içinde yaşayan bir dünyaya doğru gidiyor. Biz ise hala F-35 mi, Su-57 mi tartışıyoruz! Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAM Der) tam da bu tarihi zamanda, “Militarizmden Arındırılmış Bir Dünya Ütopyası” adlı bir sempozyum gerçekleştirdi. Bilim insanları bu ütopyanın, elle tutulur gözle görülür hale geldiği tebliğler sundular. (Sempozyumun kayıtlarına ADAM Der Youtube kanalından ulaşılabilir.) Demirtaş’ın demokrasi için söylediği gibi (https://artigercek.com/haberler/demokrasi-kulturu) “bizler göremesek bile” bu dünya ütopyasının tohumlarını atmanın zamanıdır…