Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyon üyesi Tülay Hatimoğulları ile Cumhur İttifakı bileşenlerinin siyasal hedeflerini ve muhalefetin pozisyonunu konuştuk.
AKP’nin, kurduğu rejimi kalıcılaştırmak adına Cumhur İttifakı’na dahil ettiği grupları “kirli ve gerici” olarak nitelendiren Tülay Hatimoğulları, “Bu ittifakın Türkiye’de kazanma şansı olmayacak” dedi.
“Cumhurbaşkanlığı seçimi mutlaka kazanılmalıdır” diyen Hatimoğulları, parlamentoda Emek ve Özgürlük İttifakı’nın desteklenmesinin önemine dikkat çekti. Seçimlerden sonraki hedefin ise en geniş toplumsal mutabakatla yeniden yapılanma süreci olduğuna işaret etti.
HDP’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı savunma erteleme talebinin reddedilmesiyle ve partinin kapatılma riskine karşı Yeşil Sol Parti ile seçimlere girme kararı aldınız. Parti temsilcileri olarak yaptığınız açıklamalarda sık sık “toplumsal mutabakat” vurgusu yapıyorsunuz, bunu biraz açabilir misiniz, toplumsal mutabakat neden önemli?
Toplumsal mutabakat, adı üstünde toplumun genel olarak hemfikir olduğu konular ve bu konuların dinamikleridir. En geniş yelpazede toplumsal mutabakatın sağlanması adına, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi için bu vurgumuzu çok yaptık. Amacımız, mevcut rejime karşı hem mücadele cephesinin hem de bu iktidarın tasfiyesini önüne koyacak daha geniş bir toplumsal mutabakatın sağlanmasıdır.
Kastettiğimiz bir yanıyla siyasi partiler ancak tek başına değil. Bu coğrafyada halklar ve inançlar çok önemli dinamiklerdir. Kadınlar başlı başına çok önemli bir dinamiktir. Kendi ülkemiz, bölgemiz ve dünyada da böyledir. Bununla birlikte ekoloji hareketi yine toplumsal mutabakatın temel parçalarından biridir. Gençleri, insan hakları savunucularını ve bu ülkede özgürlüklerin yitip gittiğini gün gibi gören bütün kesimleri ve örgütlenmelerini kastediyoruz. Depremle birlikte çok az konuşmaya başladık ama ülkenin en temel meselelerinden birisi de açlık, yoksulluk, hayat pahalılığı, insanların artık faturalarını bile ödeyemez hale gelmiş olmasıdır. Dolayısıyla bu toplumda büyük değişimi yaratacak olan kesimlerden birisi de işçi sınıfıdır. Bu anlamda emekçiler ve yoksullar en önemli dinamiği oluşturuyor.
Bu seçimleri atlattıktan sonra ülkeyi baştan aşağı yeniden yapılandırmaya ihtiyaç var. Bu ihtiyacı giderebilmenin yolu yine en geniş mutabakatı sağlayabilmekle mümkün olacaktır. Basitçe bir restorasyondan ya da parlamentoya rücu etmekten bahsedemeyiz. Burada önemli olan, bahsettiğim bütün siyasal ve toplumsal dinamiklerin bu yapılanmayı sağlayabilecek biçimde ortaklaşa yol almasıdır. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı en çok üstünde durduğumuz noktalardan birisi. Demokratik Cumhuriyeti inşa sürecinden bahsediyoruz bunu da elbette en geniş toplumsal mutabakatla yapacağımıza inanıyoruz. Burada genel ilkeler çerçevesinde anlaşmak ve oradan yol almak çok önemli. İkincisi de bunun için örgütlülüğü sağlamak çok önemli olacaktır.
Daha önce İran benzetmeleri yapardık, Afganistan’ı da eklemek kanaatindeyim. Gerçekten ülkeyi Afganistanlaştırmak istiyorlar. Konuştuğumuz bütün kazanımlara el koydular, bir yığın özgürlüğümüz kısıtlanmış durumda.
Bir tarafta Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yeniden inşa ve toplumsal mutabakat vurgusu varken diğer yanda Cumhur İttifakı’nın ‘tehlikeli’ olarak nitelendirilen bir yapı oluşturduğunu görüyoruz. Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen HÜDA PAR, AKP listelerinden seçime gireceğini duyurdu. Bunun yanı sıra ‘6284 kaldırılmalıdır’ diyen Yeniden Refah Partisi de Cumhur İttifakı’nı destekleme kararı aldı. Bu oluşumların bir araya gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Cumhur İttifakı neyi amaçlıyor?
Aslında bu ittifak, AKP’nin, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra düğmeye basarak yaptığı rejim değişikliğinin daha görünür kılınmış halidir. O süreçten bu yana gittikçe toplumu geriye çeken bir yaklaşım içindeler ve toplumu tamamen otoriterleştirmek istiyorlar. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bütün yetkilerin tek elde ve erkek bir liderin elinde toplandığı bir sistemdir. Otoriterleşme had safhaya getirilmiştir. AKP’nin bu ülkeyi otoriter rejimle yönetmek istemesine devletin bir kanadından belli ki güçlü bir destek var. Destek olmasaydı, bu kadar iktidarda kalıp kendi yanlışında ısrar edemezdi. Bu seçimde de bir başarı elde edip bu rejimi tahkim etmek istiyorlar.
‘Bu iktidar kadın düşmanıdır’ derken bunu boşuna söylemiyoruz. Kendi eliyle getirdikleri İstanbul Sözleşmesi’ni yine kendileri lağvettiler. Kadın hareketi bunu asla kabul etmedi, ‘Bizim için bu karar yok hükmündedir’ dedi. Erkek egemen ve kadın düşmanı ittifak, şimdi de kadınları ve çocukları şiddetten koruyan 6284 Sayılı Kanun’un ortadan kaldırılması talebinde bulunuyor ve AKP buna ‘evet’ diyor. Özlem Zengin gibi AKP’li bir kesim kadından ciddi tepki oluştu, belli ki orada da ciddi bir haksızlık var. İllaki ideolojik altyapısı feminist olmak zorunda değil. Kadın haklarına inanan ve güvenen, kadınların birincil sınıf vatandaş olduğunu kabul eden her kadın kendi hakkını ister, istemelidir de.
Böyle bir ittifaka neden ihtiyaç duydular?
Burada aynı zamanda ezilen ve sömürülen her kesimin karşıtı, özgürlüklerin düşmanı çok gerici ve kirli bir ittifak var. Daha önce İran benzetmeleri yapardık, Afganistan’ı da eklemek kanaatindeyim. Gerçekten ülkeyi Afganistanlaştırmak istiyorlar. Konuştuğumuz bütün kazanımlara el koydular, bir yığın özgürlüğümüz kısıtlanmış durumda. Bugün işçiler grev hakkını kullanamıyor. Eylem haklarımızı kullanamıyoruz, basın açıklamalarımızı dahi sokakta özgürce yapamıyoruz. Son beş sene boyunca yaptıkları yasalara baktığımızda, şimdiki kirli ittifakın çıkarlarına hizmet edecek yasaları getirdiklerini görüyoruz.
Bunları ittifaka zorlayan etmenlerden birisi de para ve çıkar ilişkileridir. Bu kirli ittifakın bir kesimini de sermaye oluşturuyor. Ayrıca bu kirliliğe uyuşturucu baronlarını da eklememiz gerekiyor. Türkiye uzun süreden beri narko-devlet görünümünde artık. Bu yönetim biçimine ‘beşli çete’, uyuşturucu baronları ve AKP iktidarı döneminde yaratılan yandaş sermaye dahildir. Buna ek olarak birçok benzemez bu ittifakta yer alıyor. Farklı ideolojilerden gelmiş olabilirler ama ortak özellikleri bu saydıklarımızdır. Ancak bu ittifakın Türkiye’de kazanma şansı olmayacak.
Afganistan’a değindiniz. Selahattin Demirtaş da yazısında ‘Taliban İttifakı’ diye ifade etmişti. Buna eklemek istediğiniz bir şey var mı? Sokakta Kürtçe müzik yapanlara dönük saldırılardan konser yasaklarına kadar adım adım gördük aslında. Topyekûn bir rejim değişikliği mi amaçlanıyor?
Rejim zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile değişti. Bu sistem rejim değişikliğinin göründüğü milat gibi kabul edilebilir. Bu ülke artık bildiğimiz geleneksel cumhuriyetle yönetilmiyor. Bu iktidar o kadar ciddi bir otoriter rejim oluşturdu ki bütün yetkiler bir tek adamın elinde. ‘Tek’ ve ‘adam’ bunun altını özellikle çiziyorum. Bir krallık ya da padişahlık gibi yönetiyor. Hatta geçmiş dönemdeki saray sisteminden de geri bir yönetim biçimi. Orada kral ya da padişahın danıştığı bir ekibi olurdu. Burada kime, ne danıştığını da bilmediğimiz ve aşırı yetkilerle donatılmış, denetimsiz bir cumhurbaşkanlığı sistemi var. Denetimin ve şeffaflığın olmadığı yerde zaten demokrasiden bahsetmek mümkün değil.
Faşist diktatörlükler kendilerini kurumsallaştırırken, yalandan da olsa bir kitle desteğine ihtiyaç duyarlar. Bunu abartarak göstermek isterler. AKP bugüne kadar kısmen de olsa bunu yaptı. Fakat şimdi hakikat öyle değil. Toplum artık bu rejimin ne kadar işlevsiz olduğunu, ülkeyi uçurumdan aşağı yuvarladığını görüyor. AKP iktidarının tam anlamıyla bu rejimi tahkim etmesini engelleyen neydi? Türkiye’de geniş kitlelerin bunu kabul etmemesi, inat etmesi… İnsanlar parlamento sistemine dönülmesini istiyor ve tek adam rejimini kabul etmiyor. AKP’nin şu an elini en çok zayıflatan şey, ciddi bir kitle desteğini kaybetmiş olmasıdır. Artık kitlenin AKP’ye teveccühü yok çünkü bu rejime teveccühü yok. Rejimi kurdular ama kalıcılaştırmaya ihtiyaçları var. Bu seçimden yenilgiyle çıkmaları halinde bu rejimi tahkim edemeyecekler.
Muhalefetin hata yapma lüksü yok. Bizim topyekûn bu ülkenin bütün yurttaşlarına borcumuz var. Muhalefet, topluma karşı sorumluluğunun farkında olarak bu süreci örgütlemeli ve yürütmelidir.
Yaşanan depremlerin ardından Cumhur İttifakı’nın kendi tabanından tepkilerine şahit olduk. Kamuoyu araştırmaları kitle desteğinin zayıfladığını da gösteriyor. O halde bu ittifakla birlikte suni bir güç gösterisi yaratılıyor olabilir mi?
Elbette, ittifaklar aynı zamanda güç birleştirmek ve güç göstermektir. Bazı ittifaklarda hakikaten güçlü özneler vardır, fakat AKP’nin yaptığı ittifak, Erdoğan’ın çok zayıf olduğunu gösteriyor. Toplumda karşılığı az olan ve kötü tanınan bir kesimi yanına çekti. MHP zaten zayıflıyor, anketler ciddi biçimde zayıfladığını gösteriyor. Hatta yüzde 7 barajının bile altında kalabileceği konuşuluyor. YRP ise aslında Erdoğan’ın ayrıştığı bir çizgidir, bir dönem aynı ideolojideki partiden ayrışarak AKP’yi kurmuştur. Şimdi birbirine benzemezler bir arada, çaresizlikten birleştiler. Dolayısıyla şimdi ne milliyetçi tabanı ne de dindar tabanı istedikleri gibi konsolide edebilecekler. Bu güç diziliminin böyle etkileri olacağına inanıyorum.
Mütedeyyini de, AKP’ye daha önce oy vermiş kesimi de ciddi bir açlık ve yoksulluk çekiyor. Deprem bölgesi Hatay’dan daha yeni telefon geldi; çadırların hepsi sular altında kalmış, insanların battaniyeleri suya çamura batmış durumda. Onlara bir konteyner dahi ulaştıramamış bir iktidar. Değil konteyner, doğru düzgün bir bardak su bile vermediler insanlara. Depremden hayatta kalanlar, yaşamsal ihtiyaçlarını bu kadar dile getirirken, gözünü kapamış, kulağını tıkamış bir iktidar var ve bu iktidar, seçimlerden başarıyla çıkmak istiyor. Bu mümkün değil. Bu olamaz, olmamalı ve olmayacak. Dolayısıyla muhalefetin hata yapma lüksü yok. Bizim topyekûn bu ülkenin bütün yurttaşlarına borcumuz var. Muhalefet, topluma karşı sorumluluğunun farkında olarak bu süreci örgütlemeli ve yürütmelidir.
Öte yandan Cumhur İttifakı’ndan aday adayı olan birçok isim tepki yarattı. Maden patronundan Hatay Valisi’ne kadar pek çok isim var. Bu isimlerin ‘yargılanmaktan kaçmak’ için adaylık başvurusu yapmış olabilecekleri öne sürülüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle hem yargılanmaktan hem de sorumluluktan kaçıyorlar. Devlet insanı ya da kamu görevlisi olmayı bir kenara bırakalım, insani değerler çerçevesinde, özellikle atanmışlar için söylüyorum. Yıllarca çalışma yürüttüğünüz bölge enkaz altındayken, siz o bölgeyi nasıl terk edersiniz? Bu kabul edilebilir bir şey değil. Görevlerini yerine getirmediği için oradan kaçtı ve dokunulmazlık zırhının arkasına saklanma isteği de var.
Sadece bu isimler değil, hükümet kabinesinde atanmış olan bakanların hepsi otomatik aday olacak. YSK, nasıl üç dönemi iki dönem gibi sayarak açıkça Anayasa’yı ihlal ettiyse, şimdi de bakanlarla ilgili Anayasa ihlal ediliyor. Bu, bilerek ve isteyerek yasaları çiğnemektir. AKP iktidarı, sembolik bile olsa Anayasa’yı dikkate alınmıyor ve yasa dışı davranıyor. Bu durumda ittifakın özneleriyle birlikte birçok yasa dışı işe imza atmış oluyorlar. Bunun da bir bedeli elbette olacak. Hem toplumsal zeminde hem de yasal zeminde elbette bunlardan en ağır şekilde hesap sorulmalıdır.
Emek ve Özgürlük İttifakı olarak, cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a kaybettirmek üzere stratejimiz var ama aynı zamanda bugüne kadar temsil edildiğimiz vekil sayısının çok üzerine çıkmak istiyoruz.
Tüm bunların yanında muhalefetin yapması gereken nedir?
Muhalefet partilerinin ezici çoğunlukla başarıya ihtiyacı var, çünkü toplumun buna ihtiyacı var. Bunun olanakları var. Konuştuğumuz gibi, ekonomi dipte. Kadınların öfkesi çok büyük, beş bin yıllık ezilmişlik tarihimiz var ama otoriter rejimlerin hakim olduğu dönemde daha çok baskı altındayız. Gençler, ciddi anlamda işsiz ve geleceksiz. Mahalle baskısından arkadaşıyla parkta gezemez hale gelmiş durumda. Depremde yaraları sarmadılar. Kürt halkına dönük uygulanan politikalar, çöktürme planı devam ediyor. Kürdün siyasi iradesine kilit vurmak istiyorlar, HDP’nin kapatılma girişimi bunun göstergesidir. Bunun gibi sayacağımız ezilen ve sömürülen birçok kesimin ciddi bir tepkisi var. Dolayısıyla şartlar muhalefetin lehinedir.
Muhalefetin tüm bunları en iyi şekilde değerlendirerek, politikasını bu ülkenin kurtuluşu ve yeniden inşası üzerine kurarak, ‘Cumhuriyet’i ikinci yüzyılda gerçekten demokratikleştireceğiz’ şiarının arkasında dizilerek ve buna sımsıkı sarılarak başaramayacağı bir şey yok.
Emek ve Özgürlük İttifakı olarak, cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a kaybettirmek üzere stratejimiz var ama aynı zamanda bugüne kadar temsil edildiğimiz vekil sayısının çok üzerine çıkmak istiyoruz. Öncelikle cumhurbaşkanlığı seçimi mutlaka kazanılmalıdır. İkincisi, parlamentoda ne Millet İttifakı ne de Cumhur İttifakını tek başına bırakmayacak şekilde Emek ve Özgürlük İttifakı desteklenmelidir. Denge oluşturulması için bu çok kıymetli ve önemli.
Toplumda yeni bir dinamizm yaratmak istiyorsak bunu başarmak zorundayız. Seçim bir evre, diğer evre ise kökten bir değişim ve yeniden yapılanma ihtiyacı. Ülkenin kurumları başta olmak üzere her şeyi elden geçirerek en geniş toplumsal mutabakatla yeni bir anayasa yazım sürecine başlanabilmesi çok önemli. Hem cumhurbaşkanlığında başarı elde etmek hem de Yeşil Sol Parti’yi öne sıçratacak adımların atılması gerekiyor. Ardından siyasal ve toplumsal farklılıkları gözeterek yeniden yapılanma sürecine yoğunlaşmak zorundayız.