6,5 yıllık mahpusluğun ardından geçtiğimiz günlerde tahliye olan gazeteci Nedim Türfent, “İnsan cezaevinde duvarlarla çarpışmayı yaşayarak öğreniyor” diyor. Türfent de tutuklu gazetecilerle dayanışmanın yetersizliğini eleştiriyor ve ekliyor: Biz bile meslektaşlarımıza karşı kayıtsız kalıyorsak, sihirli bir elin bizi ve mesleğimizi kurtaracağını düşünmek saçma olur.
“Ne yaptı lan bu devlet size! Türk’ün gücünü göreceksiniz!”
Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde 2015 yılının Ağustos ayında özel bir şantiyeye baskın düzenleyen özel harekat timlerinin, işçilere şiddet uygularken sarf ettiği bu sözler geniş yankı uyandırmıştı.
Tepki çeken bu sözleri kamuoyuna duyuran gazeteci ise Nedim Türfent’ti.
Bu haber, Türfent’in sistematik olarak maruz kalacağı baskının ilk fitilini ateşlemişti.
JİTEM hesaplarından tehdit mesajları alan Türfent, 12 Mayıs 2016’da gözaltına alındı ve ölümle tehdit edilerek, şiddete maruz bırakıldı.
Bir gün sonra da “örgüt üyesi” olmak iddiasıyla tutuklandı.
‘İçerde’ de hakikati haberleştirmekten vazgeçmeyen Türfent, 29 Kasım’da tahliye oldu.
Türfent ile cezaevi sürecinden, edebiyata olan ilgisine dek pek çok konuyu konuştuk.
Bir gazeteci olarak 6,5 yıl içerde kaldınız. Bunun haberini yapsaydınız nasıl bir başlık atardınız?
“Bir tutuklu gazeteci ile milyonlarca okurun hakkına gasp”. Çünkü günümüzde gazetecilerin tutuklandığı herhangi bir ülkede okurlar gazetecilere yeteri düzeyde bir dayanışma gösterisinde bulunmuyor. Oysaki bu gazeteciler kendi mesleki faaliyetleri yüzünden tutuklanırken bu aynı zamanda milyonlarca okurun haber alma ve bilgi edinme hakkında gasp edildiği anlamını taşıyor. Bu konuda gereken duyarlılığı gösterebilirsek kanımca gazeteciler bu kadar ucuz ve absürt gerekçelerle tutuklanmaz.
‘Türkün gücünü göreceksiniz’ haberiniz sonrası hedef gösterildiniz ve tutuklandınız. Cezaevinde çeşitli hak ihlallerine maruz kaldınız. Şimdi yine seçim öncesi milliyetçilik söylemleri gündemdeyken barış gazeteciliği, hak odaklı habercilik ne anlama geliyor sizce?
Dünyanın hangi noktasında olursa olsun çatışmalı bölgelerde çalışan gazeteciler hak odaklı habercilik yaptıkları zaman hem devletlerin hem de çeşitli örgütlerin hedefi olabiliyor bu durum elbette ki ve ne yazık ki ülkemiz için de geçerlidir. Bugün baktığımız zaman ta eskiden beri hak odaklı haber yapan gazeteciler her daim hedef tahtasında olagelmiştir. Bugün ülkemizde tarihi önemde bir seçimin arifesinde bulunmaktayız ne yazık ki seçim yaklaştıkça ülkemizde siyasetin dili de söylemi de peyder pey kesinleşiyor, bu keskin dil milliyetçiliğin de bir bakıma jeneratörü gibidir. Milliyetçi retoriğin geçer akçe olduğu dönemlerde barış gazeteciliği ve hak odaklı gazeteciliğin sağlıklı ve huzurlu bir toplumun inşa edilmesi yolunda hayati bir rolü bulunmaktadır. Açıkçası bu konuda her birimizin hataları ve yetmez yanları da bulunmaktadır bu aynı zamanda bir özeleştiri babındadır. Peki nedir bu hak odaklı gazetecilik ? En sade hali ile farklı güçlerin çatışması sırasında hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılan ve bir nevi nesnelleştirilen insanların korunması ve savunusudur denilebilir. Tabi bu salt insan haklarını odak noktası yapan bir gazetecilikle sınırlandırılamaz başta hak ve özgürlükler olmak üzere çok renklilik ile çok sesliliğe omuz veren bunu yaparken de her türlü ayrımcılığı ve ırkçılığı reddeden bir penceredir.
Bu süre içerisinde en etkilendiğiniz insan hikayesi neydi, dışarıda olsaydım ‘bu haberi şöyle yapardım’ dediğiniz ve hatta bu konuda ukde kalan bir olay oldu mu? Ayrıca bu konuda da meslektaşlarım neden bunu görmedi dediğiniz hangi olaylar, hangi tanıklıklar oldu?
Hiç düşünmeden Emine Şenyaşar’ın adalet mücadelesini daha etkili bir şekilde haberleştirmek isterdim bence Emine ananın hikayesi ülkemizin son yıllardaki en dokunaklı hikayesidir. Emine annenin adalet ısrarı çok uzun bir süre görmezden gelindi ve halen de yeterli düzeyde ve hakkettiği ölçüde gündemde yer edinemiyor. Bir annenin feryadı ve bunun karşısında çok dehşetengiz bir adaletsizlik söz konusu iken dışarıdaki meslektaşlarımın büyük bir çoğunluğu üç maymunu oynamaktan öteye gidemedi bu benim derdimdir. Duvarların öte yakasında yani içerde ise elbette ki çok farklı hikayeler var mesela birçok hastalığı bulunan ağır hasta insanlar handiyse ölümünden önceki gün bırakılıyor bu insanların hikayeleri iç yakıcıdır.
Yıllarca bilgisayarda çalıştınız, içerde ise kalem ve kağıtla haber yazmak ve bunu dışarıya iletme noktasında neler yaşadınız? Bir haberi kaç günde dışarıya ulaştırabiliyordunuz?
Aslında kalem ve kağıtla haber yazmak ve çalışmak bilgisayara göre bana hep daha cazip gelmiştir ki kağıdın albenisi kendine özgüdür. Fakat ne yazık ki habercilik artık bir zaman yarışı bu yüzden tercih edilmiyor. Ben içerde daha ilk günden itibaren hak odaklı haberciliğimi sürdürmeye gayret ettim. İçerde yazılan bir haberi dışarıya ulaştırmak epey külfetli. En basitinden mektup okuma komisyonu herhangi bir kelimenizden yahut söyleminizden gıcık kaparsa söz konusu mektuba “sakıncalı” kararı verebiliyor ki ben bunu epey yaşadım. Haberin dışarıya ulaşması da doğal olarak epey zaman alıyordu işin kötü tarafı içerde haber yaptığınız zaman bazen bundan hoşlanmıyorlardı ve en ufak bir talebinize karşı resmen kapı duvar oluyorlardı. Demem o ki içerde haber yapacaksanız bir takım dezavantajları da göze almak mecburiyetindesiniz.
Bir ay evvel ‘Sansür yasası’ Meclis’ten geçti. İçerdeyken haberi dışarı ulaştırmanla, dışarıdaki gazetecilerin haberi bu baskı ortamında yayınlaması arasında ne fark veya benzerlik oluştu sence?
Dışarıda da gazetecilere yönelik dikkate şayan bir baskı olduğunu hiçbirimiz yadsıyamayız. Gel gelelim bu asla tutuklu gazetecilerin koşulları ile kıyaslanamaz böyle bir kıyaslama epey zalimce olur. Dışarıdaki gazeteciler de sansür yasasından sonra haberlerini kuyumcu kantarında tartar gibi ya da bir iki kere düşündükten sonra yayınlıyorlardı. Bu da hak odaklı habercilik açısından sıkıntı yaratıyor, sansür yasası artık hepimizin tepesinden bulunan demoklesin kılıcıdır.
Cezaevinde okuma ve yazmaya yoğunlaştığınızı söylemiştiniz. İçerdeyken yazdığın ve yayımlanan bir şiir kitabınız var. Edebiyata yoğunlaşmanıza mahpusluk süreci mi vesile oldu yoksa dışarıdan gelen bir ilgi mi? Şiirlerinizde ana tema neydi?
Mapushanede ayakta ve hayatta kalmanın yöntemi benim için kalem, kağıt ve kitap idi diyebilirim. Kitap okumayı oldum olası sevsem de dışarıda buna yeterince zaman ayıramıyordum açıkçası. Ama şiire olan ilgim lise yıllarına dayanır hatta lisede yapılan şiir dinletilerinde şiir okurdum, üniversite sürecinde ise kimi akademik yazılan şiirlerim dergilerde yayımlandı. Evet ‘Kuş Aynası’ kitabım basıldı, çeşitli şiir ve yazılarımdan oluşan “Über Mauern” ise Almanya’da basıldı. Şiirlerimin tema yelpazesi oldukça geniş toplumsal dertlerden âşka, doğadan yaşama farklı konular olabiliyor.
Bu dönemde kamuoyuna yansıyan destek gören gazetecilerden biriydiniz, bir de hiç ismi zikredilmeyen gazeteciler var. Bunlara rağmen siz ‘ceza’nızı tamamlayarak çıktınız, kamuoyu oluştuğu için değil. Ve şu anda da çok sayıda gazeteci içerde, özellikle batıdaki gazetecilere bu konuda ne söylemek istersiniz?
Yıllar önce tutuklanıp yargılandığımda bugün yanı başımda hissettiğim ulusal ve uluslararası destek olsaydı bu ağır cezayı verenler kalemlerini kırmadan önce bir kaç defa düşünmek zorunda kalabilirlerdi. Yani aslında hikayenin başında bugünden oldukça uzaktaydık bugün aynı durumda olan çok sayıda arkadaş içeride. Tutuklu gazetecilerle ilgilenen kişi ve kuruluşlara dahi sorsanız en fazla birkaç isim zikredebilirler bu da aslında gereken ilginin ve duyarlılığın gösterilmediğinin en bariz ve çıplak nişanesidir. Bu arkadaşlar için yolun başındayız aslında henüz yargılama aşamasındayız bu yüzden özellikle batıda çalışan gazeteciler silkinmek durumundadır. Biz bile meslektaşlarımıza karşı kayıtsız kalıyorsak biz bile Kürt gazetecilere karşı gelişen tutuklamaları kanıksamışsak, sihirli bir elin bizi ve mesleğimizi kurtaracağını düşünmek saçma olur. Yani her ne olup bitecekse bize bağlı.
İçeri giren Nedim ile dışarı çıkan Nedim arasında nasıl değişimler, farklar var?
Mapushane istisnasız bir şekilde her insanın hem hayatına hem de hayata bakış açısına etkide bulunur. İçerde insan başını yastığa her koyduğunda hayat meşgalesinin muhasebesini yapar, benim için bu yedi yıla dayanan uzun bir süre olduğu için değişim ve farklar da bu ölçüde fazla. İnsan dört duvar arasında duvarlarla çarpışmayı yaşayarak öğreniyor bu duvarları şöyle sıralayabiliriz ;
Devletin duvarları, mahkeme duvarları, cezaevi duvarları, etnik duvarlar, biyolojik ve sosyolojik duvarlar ve belki de en önemlisi ta emekleme dönemimizden itibaren başımıza musallat olan zihinsel duvarlar. Nedim henüz başaramasa da duvarlarla çarpışma yolunda yürüyor.
Son olarak tutuklu meslektaşlarınız için ne söylemek istersiniz?
Yaşayarak öğrendim ki size yönelik bu mesajı belki de hiç biriniz alamayacaksınız nitekim buna ulaşmanın imkanları elinizden alınmış durumda. Siz duymasanız bile burada kalbi sizinle birlikte atan azımsanmayacak sayıda meslektaşınız var. Gazeteciliğin suç olmadığını eninde sonunda dost da düşman da öğrenecektir. O gün gelinceye dek kaleme ve kelama olan inancınızı lütfen yitirmeyin.