Hasan Kılıç
Neoliberalizmin teorik arka planı ekonomi ile siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini başlangıç noktalarından biri yapmaktadır. Buna göre ekonomi siyasetten ayrılmalı, kendi rasyonalitesi içerisinde hareket etmelidir. Bunu sağlamak için teknokratik yönetim inşa edilmelidir. Bu teorik arka plana rağmen neoliberalizmin uygulandığı hemen hemen hiçbir ülkede ekonomi ile siyasetin kesin sınırlarla ayrılmadığını biliyoruz. Bugünlerde, neoliberalizmin teorik arka planındaki bu iddianın Türkiye şartlarında bir kez daha pratikle çeliştiğine tanık oluyoruz.
AKP-MHP ittifakı Türkiye sağının özgün ittifaklarından biri olarak Türkiye’yi yönetiyor. Sağ iktidarların kriz dönemlerindeki iktidar stratejilerinden birine başvuruyorlar ve Türk Sağının üç atlısı olan aşırı İslamcılık, alarmist milliyetçilik ve fetiş devletçilik yardıma çağırılıyor. Dolayısıyla neoliberalizmin arka plan iddiasına karşı bir kez daha ekonomi ile siyaseti bir arada düşünüyorlar.
Türk sağının üç atlısı: Devlet, Millet, İslam!
Türk sağının alametifarikasıdır, kriz zamanlarında maliyeti halka yüklemek ve bunun örtüsünü üç renkte dikişlemek. Kriz zamanları, yenilgi hissinin yükseldiği dönemlerdir. Türk sağı üç rengi öne çıkararak yenilgi hissini berhava etmek ister. Dolayısıyla kriz dönemlerinde üç atlı yardıma çağrılır. Genel ruh hali alarmizm ve seferberlik üzerinden kurulur.
Üç atlının ilki İslamcılıktır, kriz dönemlerinde aşırılaşır. Meşruluk arayışı teolojiye sarılarak oluşturulmak istenir. Böylece mevcut kriz halinden türeyen acılar meşruluk alınarak dindirilmeye çalışılır. Bu durumun veciz örneğinin Merkez Bankası’nın faiz indirimi sonrasında gördük. Erdoğan, Merkez Bankasına müdahale etmesinin yarattığı genel yoksullaşmayı gördü ve bunun yarattığı acıları “Bu görevde olduğum sürece faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim ve enflasyonla mücadelemi de sürdüreceğim. Bu konuda Nas ortada, Nas ortada olduğuna göre sana bana ne oluyor” diyerek teolojik referansla dindirmeye çalıştı.
İkinci atlı, Türk sağının büyük çoğunluğu için İslamcılığın ayrılmaz parçası olan milliyetçiliktir. Burada İslamcı söylemsel aşırılığın yarattığı halet-i ruhiye alarmist milliyetçilikle tamamlanır. Sağ iktidarlar bu söyleme sık sık başvurur. Mesela 5 Nisan 1994 tarihinde Tansu Çiller, Türkiye’nin en ağır ekonomik krizi açıklarken şu cümleleri kullanıyordu: “Ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz. Bütün vatandaşları özveride bulunmaya çağırıyorum.” Tarihte olaylar iki defa yaşanır der Marx, ardından belirtir: “İlkinde trajedi, ikincisinde kaba güldürü olarak…” Kaba güldürü ise 22 Kasım 2021’de Erdoğan tarafından 5 Nisan 1994’teki kullanılan cümleler ile dile getirildi: “Ekonomik kurtuluş savaşından zaferle çıkılacağını…”
Karşı kıyıdan baktığımızda, milliyetçiliği alarmist kılmak krizin şiddetini ortaya koyuyor, bir yanıyla. Diğer yanıyla da alarmist milliyetçiliğin, zamanlar ötesi işe yararlığını düşünen iktidar tarzındaki sürekliliği düşündürüyor. Türkiye’nin resmi ideolojisinde devlet hep aşkın bakış açısının önemli bileşeni olmuştur. Türk sağı bu açıda konumlanmış ve her daim devleti fetişleştirmiştir. Devlet onlara göre her daim aşkınlığın konusu olmuş ve çeşitli kurumlar üzerinden bu fetişleştirme simgeselleşmiştir. Bu kurumların başında kuşkusuz Milli Güvenlik Kurulu geliyor. MGK siyasal hafızadaki yeri ve devlet politikalarının belirlenmesi açısından önemi kurumu simgesel hale getirdi.
MGK anti-demostur; devletli olmanın grameridir. Bugüne kadar MGK’nin dâhil olduğu her mesele fetişleştirilmiş devletin beka sorunu olarak görülmüştür. Türk sağı -hele ki aşırı milliyetçiliğin koalisyonda olduğu iktidarlar- açısından MGK, iktidarları içeren, dönüştüren ve devletli hale getiren niteliğe sahiptir. Bu dönüşüm iki tarafın da faydasınadır.
Devletlilik süreklilik kazanır, iktidarlar devleti kendi politikaları açısından işlevli kılar. Bu bağlamıyla, AKP-MHP ittifakında aşkınlık düzeyi arttırılan devlet ve simgesi olan MGK toplantısı sonrası yapılan açıklama fetişleştirilmiş devletin acıları dindirme seansını yansıtıyordu. 25 Kasım 2021’de yaptığı açıklamada MGK “Türkiye’nin inşa ettiği sağlam altyapı üzerinde, hedeflerine uygun şekilde yatırım, üretim, istihdam ve ihracat odaklı ekonomi politikalarını hayata geçirme sürecinde karşılaştığı ve karşılaşabileceği sınamalar ile tehditler değerlendirilmiş…” diyerek iktidar blokunun devletlü dilini krize karşı öne çıkardı. Krizin sorumluluğunu muğlaklıkla bezenmiş “tehditlere” havale ederek iktidar açısından işlevli bir açıklama yaptı.
Krizin ekonomi politiği: Toplumu savunmak gerekir!
AKP-MHP ittifakı, ekonomik krizin siyasal ve toplumsal krizler yaşandığı farkında. Bu krizleri çözmek için değil, acılarını azaltmak ya da dindirmek için üç atlıya sarılmaya devam ediyor. Öte yandan krize çare arayacak tezler de üretiyor. Dolayısıyla muhalefetin mevcut krize dair konuşurken iktidar blokunun ikili politikasını çerçevelemesi gerekiyor. Bir yandan kriz daha fazla teşhir edilirken diğer taraftan milliyetçilik, İslamcılık, devletlilik söylemlerine karşı halkın yanında olması gerekiyor. Çünkü iktidar blokunun krizi çözme umuduyla devreye koyduğu “düşük faiz, yüksek kur” politikası, çok az bir kesim hariç her kesimi doğrudan olumsuz şekilde etkileyecek. Bu gerçeklik bağlamında, devletli, milliyetçi ve İslamcı söylem yarışı yerine her zaman olduğundan daha fazla şekilde çokluğu ve toplumu savunmak gerekir.