Doğan Durgun
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, bütün muhalif kesimler üzerinde ciddi tahribat yarattı. Sol, sosyalist ve Kürdi örgütlerin büyük çoğunluğu dağıldı, teslim oldu veya kendilerini tasfiye etti. Sosyalist yapıların bir kısmı, isim değiştirerek 85’lerden itibaren yeni bir toparlanma sürecine girmeye çalıştı. Daha çok dergiler çıkararak, bu dergileri üniversite gençliğine ulaştırarak örgütlenmeye çabaladılar. Üniversite öğrencileri arasında küçük de olsa taban bulunca, öğrenci dernekleri vasıtasıyla bu tabanı büyütmeyi hedeflediler. Emekçilerin arasına girip, orda işçi sınıfını örgütleme gibi zor bir işe soyunmadıkları için, program olarak devrimci/komünist görünseler de pratik olarak küçük burjuva bir formatın dışına çıkamadılar.

Mevcut dergi okuru, sempatizanı veya daha ötesi militanı olan gençlerin büyük çoğunluğu Alevi, Kürt veya hem Alevi hem Kürt gençlerinden oluşuyordu. Bu da doğaldı. Cumhuriyet tarihi boyunca dışlanan, katliamlara uğrayan, negatif ayırımcılığa tabi tutulan bu gruba mensup gençlerin cumhuriyetin kuruluş felsefesinin taşıyıcısı olan Türkçü/Sünni yapıyla ciddi çelişkileri vardı. Sosyalizm ve eşitlik kavramı çekici ve sihirli kelimelerdi bu gençler için. Mevcut sosyolojik demografiyi bozan önemli bir gelişmenin ayak sesi 80’lerin sonlarına doğru kampüslerde duyulmaya başlandı. Silahlı Kürt mücadelesi, buna bağlı olarak Alevilere alan açılması, kitlesel Newrozların kutlanması ile birlikte, Türkiye sosyalist/devrimci hareketlerinde yer alan Alevi ve Kürt gençleri pozisyonlarını sorgulamaya başladılar.
Daha sonra kendini fesheden Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP) sempatizanı bir arkadaşım vardı o dönemler. Kürt Alevi’siydi. Her gün okulda, yurtta yoğun tartışmalar yaptığımız zamanlardı. 1991 yılı baharı olmalıydı. Bu arkadaşı gayet üzgün bir halde görmüştüm. Oturup konuştuğumuzda, o zamanlar sıkça yaşanan ‘kendini ve durumu sorgulama’ sürecinin sonunda yol ayırımına geldiğini söylemişti. Bir toplantıda siyasi abileri, Kürt hareketini ‘milliyetçi ve küçük burjuva’ olarak niteleyince, arkadaşım da -Peki Kürt sorununu biz nasıl çözeceğiz? Diye sorunca, cevap da malum olduğu üzere, sosyalist devrim olunca kendiliğinden çözüleceği minvalinde olmuş, arkadaş da orayı terk etmiş. Böyle böyle sosyalist/komünist partiler ve dergi çevreleri Alevi ve Kürt gençlerinin terki diyar etmelerini önleyememiş, 90’ların ortalarına doğru da kendilerini feshetmiş, bazıları da TDKP gibi legalleşme yoluna gitmişti.

Alper Taş’ın İrfan Aktan’a verdiği söyleşide söylediği; “80 öncesi biz güçlüydük, 80 sonrası Kürt hareketi güçlendi, biz zayıfladık” saptamasını okuyunca, yukarıdaki girişi yapmak zorunda hissettim. Yazdıklarımdan da anlaşılacağı üzere, sol yapılar bu durumun tersine akışından dolayı, Kürt hareketinden legal veya illegal hiç hazzetmediler. Taş, bunu Kürtlerle ilişki kurmanın sonucuna yoruyor. Tam aksi, bu süreç Kürtleri ve onların yapılarını düşman gördükleri 80’lerin sonlarına doğru oldu. Türkiye sol hareketleri legal alanda partileştiklerinde, zaten Kürt hareketi ile kıyas kabul etmeyecek kadar güçsüzlerdi. Yani HADEP’ten itibaren direkt veya dolaylı ilişkiler yaşandığında HADEP milyonları geçen bir güce sahipken, diğer bütün sosyalist yapıların total gücü en iyimser 100-150 bini geçmezdi. Bu yüzden Alper Taş’ın Kürt mahallesinden uzak durmak için yaptığı saptamanın bir geçerliliği yok. Daha basit bir ifadeyle, sosyalist örgütlerdeki Kürt ve Alevi gençler, önlerine yeni bir şey koyamayan, şematik bu yapıları hızla terk ettiler. O zaman ortada ne legal Kürt partileri ne de legal sosyalist partiler vardı. Sosyalistler hızla dibe vurdular. İnsan kaynaklarını yitirdiler. Bunlar kabaca 89-92 dönemlerinde oldu. Ortada ÖDP diye bir şey yoktu.
Taş, aynı söyleşide Kürt hareketi ile neden ittifak yapmayacaklarını da şöyle açıklıyor: “HDP, HDK, Kürt siyasal hareketi, doğrudur, kendi bünyesinde de sol, sosyalist hareketleri barındırıyor. Ama hareketin ana ekseni, tarihsel olarak çözülmemiş Kürt sorununu siyasete taşımak, bu bağlamda politika üretmek. HDP’nin ana karakteri, radikal demokrasi ekseninde Kürt sorununun çözümünü sağlama hedefi üzerinden şekilleniyor.”

Bunları dedikten sonra, işi sınıf mücadelesine getiriyor. Kürt hareketinin sınıfsal temelli olmadığını, bu büyük çelişkinin varlığı nedeniyle bir araya gelmenin problemli olacağını ifade ediyor. Kendi bütün acizliklerini, yetmezliklerini, örgütlenememelerini, büyüyememelerini Kürt siyasi hareketinin sırtına yükleyip, sıvışmaya çalışıyor. Fabrikalarda, tarlalarda sınıf eksenli örgütlenmenizi HDP mi engelliyor? Yüzbinlerin katıldığı grevler yapmanızın önündeki bariyer HDP mi? Yok ÖDP kurulurken doğuda örgütlenmeyin dediler de, yok doğu da aday göstermeyin dediler de… Kürt hareketi eşit bir ilişkiye hazır da değildi, razı da değildi demeler falan filan… Eşit ilişki, seçimde milletvekillikleri bölüşelim demekse, kusura bakmayın. Aksine Kürt siyasi hareketi inanılmaz bir alan açtı Türk sosyalistlere. Bunu kullanamadılar. Yoksa, Kürtler bana vekillik teklif etti kabul etmedim ama CHP belediye başkanlığı teklif etti kabul ettim ama bilin bakalım niye kabul ettim? Çünkü vekillik garantiydi diye kabul etmedim ama CHP’nin önerdiği belediye başkanlığı adaylığı garanti değildi diye kabul ettim tarzı Banker Bilo repliği kullanarak gülünç olmak meselemiz değil.
Çok sosyalist az enternasyonalist bazı partilerimiz, Kürtler ile bir araya gelmeyeceklerini, halkı örgütleyeceklerini haykırdılar. Bunca yıldır bir fabrikada bile örgütlenememiş bu partilere hayatta başarılar dileyerek uğurlamak gerekir. Umarım devrimi yaptıklarında, kızıl bayrağı dalgalandırdıklarında bize de haber verirler. Şaka bir yana, durum şaka kaldıracak gibi bile değil. Oysa solcu arkadaşlarımız Joseph Raymond McCarthy’yi benden iyi bilirler. Senatör, mecliste Komünizm korkusu pompalayarak, toplumu hizaya getiriyordu. Bizde ise iktidar, HDP ve Kürtler ile korku yayarak, sizi düzen partileri ile aynı hizaya getiriyor yıllardır. Farkında değilsiniz. Yoksa farkında mısınız?
Son söz: Bence yıllardır yapılan bu tartışma HDP’ye zaman kaybettirir. Herkes yoluna baksın. İsteyen halkı örgütlesin, isteyen fabrikalara dalsın. Hem sol partilerin büyümesinin önünde engel olmamış olurlar. Birliktelik sosyalist hareketlerin gelişmesini engelliyormuş. Öyle diyor Alper Taş. Bir araya gelinecekse de, en doğru öneri TİP’inki. İttifak olsun, herkes kendi adına seçime girsin, her parti kendi aday listesi ile yarışsın. Her parti gücü oranında meclise girsin. Girmeyenler de otursun, şapkayı önüne koysun diyeceğim de, meclis HDP’li sosyalist vekillerden başka vekil görmeyecek. Bu gerçekle biraz da HDP dışındaki sosyalistler meşgul olsun.