Azad Barış
Türkiye’nin içinde bulunduğu çoklu krizlerin yönetilememesi ve uluslararası siyasi denklemlerin bölgeye olan yeni yansımaları çatışma ve savaş durumunun karşısında uzlaşmacı, çoğulcu ve barış merkezli yeni bir toplumsal etiğin inşasını zaruri kılmaktadır. Her hali ile toplumsal bir anomi sarmalına sürüklenmiş olan Türkiye’de, siyasal iktidarın çatışmacı politikasından dolayı toplumsal barışın tesisi ve yeni bir norm devletinin oluşmasını sekteye uğramaktadır. Keza hem dışarıda hem de içeride çatışma ve savaş hali siyasal iktidarın istediği bir şeydir çünkü oluşacak olası bir kaos ortamının kendi işine yarayacağı bir politik muhasebe yapılmaktadır. O nedenle savaş ve çatışma gereği toplumsal barış, uzlaşı ve barış merkezli bir stratejik denklem kurmak muhalefetin esas görevi olmalıdır.
CHP başta olmak üzere muhalefetin ağırlıklı ekseriyeti ne yazık ki siyasal rejimin bu agresif ve savaş matizini destekler hamleler yaptığını hayatın her alanında görüyoruz. Muhalefetin bu tutumu bir çaresizlikten veya siyasi öngörüsüzlükten öte, devlet aklının olgusal realitesi olarak ön plana çıkmaktadır. Türkiye’de hem idari hem toplumsal hem de iktisadi alanda büyük oranda tahrip edilen siyasal nizam, toplum ve kurumlardaki ilkeler ve politik etik kurallarının kurucu bir momentte yeniden düzenlenmesinin zorunlu bir hal aldığını muhalefet başta olmak üzere toplumun ağırlıklı ekseriyeti dilendirmektedir. Ama iş devletin kurucu kodlarının bir parçası olan Kürt karşıtlığına gelince etik de norm da ve toplumsal ahlak da ayaklar altına alınmaktadır.
Oysa toplumsal barışın inşası içeride olduğu gibi dışarıda da ilkesel bir barış stratejisi olmadan demokratik ve müreffeh bir yeni inşanın hayata geçemeyeceği, herkesin bildiği sarih bir hakikattir. Toplumsal alanı etkilemesi ve o alanda kurucu bir rolü gereği belki de en çok ihtiyaç duyulan yeni bir değerler merkezinin inşasıdır. Ve hiç şüphesiz ilkeler etrafında yeni bir nizamın inşasına ihtiyacın en çok olduğu alan siyaset kurumu ve onun koruyucu perspektifidir.
Üçüncü binyılda, 21. Yüzyılın şafağında ve Türkiye’nin İkinci Yüzyılında hem politik alandaki normatif kodların yeniden düzenlenmesi hem de toplumsal barış konusunda teori ile pratiği birleştirebilecek, aynı zamanda çatışma çözümlerinin altyapısının inşasında model oluşturacak hukuki ve toplumsal bir çerçeveye her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Barış ve uzlaşı ilkeleri etrafında bir araya gelerek asgari müşterekte buluşup siyasal ilkeler üzerine “seçim” meselesini yeni bir toplumsal barışın zemini olarak görüp kutuplaşma, çatışma ve savaşı durdurma pekala mümkündür.
Zira, siyasal alanın ve politik öznelerin etik olmayan davranışlardan sakınmaları ya da genel manada siyasi yozlaşmanın ve salt pragmatizm merkezli siyasal konumlanmaların üstesinden gelinebilmesinin en etkili araçlarından biri ise şüphesiz ilke kıstaslarına ve etik kodlara bağlı kalmaktan geçmektedir. Ne yazık ki HDP dışındaki muhalefetin tamamı barış ve savaş konusunda siyasal iktidarla aynı saikler doğrultusunda hareket etmektedir. CHP başta olmak üzere muhalefetin diğer aktörleri halihazırda bu dengelere makyavelist ve pragmatist politik denklemlerle post-AKP-Erdoğan dönemine hazırlanmaktadır.
Mevcut dengeler ışığında blokların karakteristik özelliklerine baktığımızda her iki blok da birbirine benzer ve hatta birbirleriyle yarışır bir milliyetçilik ve ona bağlı şiddet mekanizmalarıyla donatılmıştır. AKP-MHP iktidarının sebep olduğu çürüme, ortaya çıkardığı siyasal yozlaşma ve çatışma dinamiklerine karşı barış ilkeleri etrafında birleşmek, en gerçekçi yol olarak siyaset kurumunun önünde durmaktadır ama böylesi temenninin gerçekleşme ihtimali pek mümkün olmadığı da görülmektedir. Çatışmacı, savaş yanlısı ve polarizasyon merkezli bir politik kurgu üzerinden siyasi bekasını ve istikbalini kuran AKP ve Erdoğan’ın yaşadığı daralma, muhalefet için belli ilkeler etrafında bir araya gelmeyi daha zaruri hale getirmişken, muhalefetin Kürt meselesi bağlamında Erdoğanlaşması pek bir şeyin değişmeyeceği emarelerini vermektedir.
Söz konusu bu fikri ve ruhi analoji geleneksel devlet aklının bir devamı ve hatta daha milliyetçi bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. O nedenle barış savunuculuğu perspektifiyle meseleye baktığımızda Erdoğan’ın Rojava planlarının siyaset üstü bir konsept olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Rojava’ya yönelik askeri operasyon projesi salt “AKP-MHP’nin kendilerini kurtarma savaşı” olarak adlandırmak veya 2023 seçimleri ile bağlantılı ele almak ilk bakışta demokratik siyaset açısından karşılığı olan bir mefhum gibi görünse de meseleye böyle bakmak eksik bir okuma olur. Çünkü böylesi bir tanımlama meseleyi dar bir perspektifle sınırlandırma ve arka planın anlaşılmaması riskini taşımakta, dahası bu tanımlama savaşın tüm parçalarda Kürtlerin varlığına ve statüsüne yönelik olarak düzen siyasetinin birçok dinamiğinin onayı ile ortak bir konsept doğrultusunda yürütüldüğü tezini ihmal eder.
Ortak konsept tezi devletin Kürt meselesinde takip ettiği yüz yıllık geleneksel aklın güncel uzantısıdır. Onun için güncel durumu parçalı ele alarak hem genel devlet tezini hem de savaş rejiminin iç dinamiklerinin düzen siyaseti içinde yaşadığı çelişkilerle birlikte analiz etmenin daha doğru bir okuma olacağı muhakkaktır. O açıdan askeri operasyonları hem iktidar hem de muhalefet açısından arkaik yayılmacı arayışın bir meşruiyet kaynağı olan Misak-ı Milli ideasının güncel tutulması olarak değerlendirmek mümkündür.
Buradan hareketle Rojava’ya yönelik askeri operasyonlar Kürtlerin varlığına ve statüsüne yönelik olarak yürütülen bir müdahale olarak görmeden meselenin etraflıca anlaşılması mümkün olmayacaktır. “Rejimin kendini kurtarma savaşı” olarak nitelendirerek kırk yıldır süren Kürt savaşının ekonomi politiği, toplumsal anomi, iç barışın bozulması ve en nihayetinde bir rejim sorunu olarak gören bir projeksiyondan meseleye bakmak daha sonuç alıcı olabilir. Mevcut durumda politik gündemi şekillendiren esas dinamiklere baktığımızda önümüzdeki olası seçimlerin ana politik kurgusunun toplumsal barış, çoğulculuk ve kapsayıcılık gibi saikler üzerinden kurulamayacağı görünmektedir.
Bunun yanı sıra Erdoğan’ın kalıcılaşmasına da sebep olan çatışma ve savaş siyasetinin yeniden üretilmesi ve Rojava hadisesi ile yeniden güncellenen politik muhasebe ülkedeki mevcut fay hatlarının kırılması ve önü alınmaz bir şiddet sarmalına girilmesi ve mevcut çatışmaların derinleşmesi dışında bir işlevi olmayacaktır. Böylesi korkutucu bir tablodan kaçınmanın temel yolunun barış inşa edici siyasi bir aksın inşasından geçtiğini muhalefetin bütünlüklü bir şekilde kavraması gibi tarihi bir sorumluluğu vardır. Erdoğan ve AKP’yi daraltarak MHP’lileştiren politik muhasebe, muhalefet için büyük dersler barındırdığı gibi, seçimler öncesinde Türkiye’de siyasi ve toplumsal barış için önemli ve gerekli olan değerler merkezini ve ilkeler bütününü de göstermektedir.